Fenerbahçe maçından yükselen “Hükümet istifa” sesleri, bu kez Beşiktaş maçında yankılandı. Kızılay’ın çadır satması gündemiyle istifa talebi daha gür bir şekilde dile getirilirken iktidar cephesinden o meşhur “Siyaset bulaştırmayın” tembihi geldi. Peki siyaset bulaştırılabilen bir şey midir? Bazı şeylerin siyasi bir anlam ifade etmesi için skandalların hangi boyutlarda olması gerekiyor? Hem sahi, siyaset ne ki?
Aslında ‘siyaset’ kelimesinin iki farklı kullanımıyla karşı karşıyayız. İlk olarak gazetelerin ‘politika’ sayfalarını gözümüzde canlandıralım. Parti isimleri, soru önergeleri, grup başkan vekilleri, liderler, bilmem hangi söze bilmem kimin verdiği yanıtlar… Politika sayfaları sıkıcı içeriğine rağmen gazetelerin en çok okunan bölümlerindendir. Fakat paradoksal bir şekilde bu yoğun ilgi, spor ya da kültür sanat sayfalarının aksine çoğu kişide sevgiyle dolu bir tutkuya dönüşmez. Politika sayfalarının rutin ve bürokratik başkent gündeminden bunalma durumu da bu yüzden bazen ‘siyaset’ kelimesine sirayet eder. Böylece ‘siyaset yapmak’ sanki bazı zamanlarda haklı olarak ‘küçük oy hesaplarıyla bazı kravatlı politikacıların gevezelik yapması’ gibi bir anlam kazanır.
Böylesi laf kalabalığı durumlarına sahiden de bir yakıştırma yapmak gerekli. Fakat bizzat kravatlı iktidar sahipleri tarafından kullanılan ‘siyaset karıştırma/bulaştırma’ söylemi daha başka bir yerde duruyor, başka bir ihtiyacı tanımlıyor. Kafa karışıklığına neden olan ve iktidarın ‘siyaset bulaştırma’ söylemini tüm anlamsızlığına rağmen kullanabilmesinin ardında yatan neden de özü itibariyle işte bu yanılgıdan ibaret.
Daha da açmak gerekirse, bugün gündemdeki futbol örneğinden gidelim; on binlerce kişinin farklı günlerde ve farklı yerlerde “hükümet istifa” demesine eğer yanıt “siyaset bulaştırmayın işimize bakalım” ise, burada ‘siyaset’ en genel anlamıyla kullanılmaktadır. Bu da kabaca ‘devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış' [1] anlamına geliyor.
**
Şimdi “Kimin, hangi ihtiyacın sonucunda bu söylem kuşanılıyor? Hangi anlarda bizim siyaseti kenara bırakmamız talep ediliyor?” gibi sorular üzerinden giderek siyasetin gerçekten ne ifade ettiğine dair doyurucu bir yanıt arayabiliriz.
Muktedirlerin insanların siyasetten uzak durmayı tembihlediği zamanları bir hatırlamaya çalışalım, ilk kez duyduğumuz bir şey değil bu ne de olsa. Ne hikmetse sadece iktidar sahiplerinin tökezlediği anlarda halktan böylesi bir tavır bekleniyor. Oysa kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için giriştikleri her çaba hayatın her alanını tepeden tırnağa kendi siyasi hatları doğrultusunda içine çekerken hiç gündeme gelmiyor. Toplumun hemen her kesimini çeşitli konjonktürlere göre teker teker ötekileştirmek, hakaret etmek, durmadan arı kovanına çomak sokmak mübah… Ama iktidar kendi basiretsizliklerinden dolayı köşeye sıkışınca, o zaman aceleyle “Biz biriz, bakın beraber ne güzeliz” söylemine sarılıyorlar ve halkın bizzat yarattığı dayanışmaya ortak ve hatta egemen olmaya çabalıyorlar.
Dahası, görünürde ‘siyasete alet olmayın’ derken dahi, dolaylı ya da dolaysız hakaretlerin ardı arkası kesilmiyor. Bırakın insanların toplumsal bilinç ile geliştirdikleri talepleri ve eleştirileri; doğrudan bu insanlar iktidar tarafından edilgen bir güruh olarak algılanıyor. On binlerce insanın yükselttiği ses ‘bir tuşa basarak manipüle edilmiş kimseler’ oluyor. Madem bu kadar kolay, neden çok uzun bir zamandır böylesi bir talebi stadyumlarda işitmiyorduk? Halk bir tuşla harekete geçip çok uzun bir aradan sonra ‘hükümet istifa’ diye kitlesel tezahürat yapacak kadar saf mı?
Üstelik ‘siyaseti kenara bırakmaya’ dair sunulan gerekçenin ortak noktası ‘hükümetin deprem kaynaklı sorunlarla ilgilenmesine engel olunduğu’ yönündeki iddialar değil mi? Katılırsınız katılmazsınız, ancak dile getirilen istifa talebi zaten halihazırda bu sorunlara yaklaşımın bir kesimce beğenilmediğinin bir göstergesiyken nasıl olur da ‘engel’ diyebiliriz?
İşte size ‘devlet’ edebiyatıyla beceriksizliklerini örtmeye çalışanların kibrine rahatsız edici derecede açık birkaç örnek…
**
Siyaset; toplumsal sınıf, parti, grupların sınıfsal çıkar ve amaçlarının belirlendiği etkinliklerde devlet organlarının ya da tümden ‘devlet’in toplumsal ve ekonomik yapısının yansıması olan etkinliklerdir[2]. Bu tanımı beğenmiyorsanız yukarıda geçen TDK’nin tanımından devam edebiliriz: Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış…
Tam da bu tanım dolayısıyla insanlar en çok böylesi anlarda siyasetle ilgilenir. TDK’nın tanımından devam edecek olursak ‘devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayışlarını’ en çok eksiklik hissettikleri anlarda beyan etme gereksinimi duyar.
“Siyaset, milyonlarca erkek ve kadının olduğu yerde başlar. Binlerce değil milyonlarca insan neredeyse... Ciddi siyasetin başladığı yer de işte orasıdır” diyor Lenin. Bugün milyonlarca insan, deprem felaketinin getirdiği yıkımın orta yerinde. Felaketle doğrudan ilgili skandal üzerine skandal ortaya çıkarken siyaset de o milyonlar neredeyse orada. O yüzden “Biz yardım edeceğiz ama işin içine siyaset katanlar önümüze taş koyuyor” diyenler çok geç kaldı.
İktidar tarafından sunulan gerekçelerin tezatlarını tekrar tekrar dile getirmeye gerek yok. Her gün insanların aklıyla, hafızasıyla, deneyimleriyle, gördükleriyle, yaşadıklarıyla yeterince alay ediliyor. Artık başka bir siyasi talep gün yüzünde. Artık “Neden yalnız bırakıldık?” diye sorulduğunda mikrofonları başka yöne çevirmek ya da “Hükümet istifa” dendiğinde “siyaset karıştırmayın” demek yetmeyecek.
[1] Sesli Sözlük
[2] Politika Sözlüğü; Sosyal Yayınlar, s.184