Yılbaşı, tarih takvim bahane olsa da muhasebe zamanıdır. Kendine
verdiğin sözlerin, sanki sıfırdan başlayacağın bir hayat için
aldığın kararların zamanı. Elbette ardında bırakma, kabullenme ve
devam etme fırsatı da. Yaşın kaç olursa olsun hatırlamanın
zamanı.
Eskiden hiçbir şey güllük gülistanlık değildi elbet. Bu
topraklarda insan hayatı arka planda bir yıkım, bir acı olmadan
geçmedi hiç. Ama bir korunaklılık vardı sanki içten içe hissettiğin
ve şimdi anlatmaya çalışırken tökezlediğin.
Daha kalabalıklı olan sofralardan gelirdi bu güvende olma hissi
muhtemelen. Bir zamanı ‘eskiden’ kılan en çok da kaybettiğin
insanlar. Ölenler ya da artık burada yaşamayanlar. Yerine
koyamadıkların.
Sonra küçük ayrıntılardan mutlu olma yetindi her şeyin başı. O
şenlikli sofranın sonunda ikram edilen çorbanın kırmızı ekoseli
melamin kasesine gülümsemekti. Hediye paketlerinin kağıtlarını,
süslerini, iplerini saklamaktı. Ortası hafif göçük divanda üzerinde
battaniyeyle uzanıp okumaktan cildi paralanmış bir çocuk kitabını
yeniden okumaktı. Yağan kardı sonra, o beyazlığın içinde bağıra
çağıra koşmaktı.
GÜZEL BİRİKMİŞLİKLER
Ne tuhaf şeylerdi her şeye rağmen mutlu hissettiren. Kızamık,
kabakulak, suçiçeği gibi Allah’ın emri hastalıklardan haftalarca
kendini bilmez bir halde yattıktan sonra sarsak adımlarla çıkılan
sokaktı. Kalemle ince ince düzleştirilen ve ansiklopedilerin içine
konan Çokomel yaldızlarının hışırtısıydı. Yemekhanenin kıymalı
makarna kokmasıydı. Okul çıkışında arkadaşınla yürüdüğün kısacık
yoldu. Bitmesini istemediğindi.
Korku hep vardı. Zulüm, haksızlık, öfke, isyan, kan… Hepsi hep
vardı. Sadece sanki görünmez bir pelerin korurdu seni. Bütün
kalmanı sağlardı. Gelecek denen o koca yılları heyecanla beklemeni,
neler neler yaşayacağını düşlemeni…
Nesrin Topkapı acaba ne giyip de çıkacaktı oryantal dansına
yılbaşı gecesi? Merak edilen buydu. Ayın yirmi beşinde Kanun
Hükmünde Kararname çıktı diye artık herhalde yılın son günü çıkmaz
değil mi diye düşünmemek, bunu böyle düşünmenin sıradanlaşmasından
ürkmemekti. Lokmalar ağızda büyüyerek yılbaşını haksızca,
hukuksuzca sevdiklerinden ayrı geçirmek zorunda bırakılan hapisteki
canları, iki eğitimcinin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işe geri
dönme talebiyle mevsimleri devirdikleri açlık grevini akla
getirmemekti. Ama yılın son günü de o yıla ait, öyle değil mi? Her
gün yaptığın şeyden nereye kaçmak vardı?..
İÇİNDEKİ ŞARKI
Şarkılardan uzak durmak lazımdı. Şarkılar zalimdi. Şarkılar
gaddar. Bir koku, bir görüntüyle gelirdi bir şeyler, mahrum
kaldıklarını anımsatmaya. Hoş, şarkı dinlemeyi başarsan bile
içindeki şarkı susmayacaktı. İlle de Sezen Aksu söyleyecekti misal,
usuldan. Atilla Özdemiroğlun’nun bestesine Murathan Mungan’ın şiir
lezzetli şarkı sözüyle.
Hani erken inerdi karanlık
Hani yağmur yağardı inceden
Hani okuldan, işten dönerken
Işıklar yanardı evlerde
Tüllerin ardındaki masalara, kanepelere bakardın. Kütüphanelere,
evin sakinlerine. Saçlarına kömür kokusu sinerdi. Havada patlıcan
kızartması kokusu. Üşümenin tadına varırdın, birazdan sobaya doğru
minik ayaklarını uzatacak olmanın güveniyle. Bak, yine güven dedin.
İtimat… O ne zorlu kelime.
Mevsimler kimseyi dinlemezken
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken
Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş gençliğimizden
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi, eskidendi, çok eskiden
Büyüdüğünde eve sığmamaya başlamıştın. Sokaklara karışmak
yaşamanın diğer adıydı. Şehrin yine kalabalıktı elbet. Ama
aldırmazdın. Ayakların yere bile basmazdı sanki. Kış vakti
akşamüstü vapurdaysan, hayat tamdı. Başka hiçbir şeye ihtiyaç
duymazdın.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi
Gitmiyor üzerimizden
Geçen geçti, geçen geçti
Hadi geceyi söndür kalbim
Şimdi uykusuzluk vakti
Gençlik de geceler gibi eskidendi
Gecelerin nöbetçisi gibisin ne zamandır. Bir şeyler okuduğundan,
izlediğinden ya da çılgın gibi eğlendiğinden değil. Sadece öylece
oturarak. Neyi beklediğini bile bilmeden. İşte en çok bu zaman
hatıralar ziyarete gelir. Sen nihayet kapıları açtığın için. Hatıra
aynı zamanda hakikattir. Neyi nasıl ve neden hatırladığın kendine
itiraf edemediklerini gösterir. Ömür çıkını açılır da
biriktirdiklerin ya da eksildiklerin dökülür ortaya. Bakakalırsın
şaşkınlıkla.
Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Hani biz kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken
Eskidendi, eskidendi
Sanki başkasının hayatı gibi, değil mi? Sahiplenemiyorsun bile.
Oysa sendin alabildiğine. Şu ağız dolusu gülen, gözleri alev alev
yanan hani. Kaybolacak masumiyetin eşiğindeki. Ama hatasız da
öğrenilmiyor ki. Kusursuz yaşanmıyor. Eskiden olanı hatırlamak
'bugünkü sen’in eseri. Üstelik dipte bir yerde o eski hallerinin
olduğunu biliyorsun. Onlar zor zaman can simitleri. Adına kadar
unutturmaya çalıştıklarında seni, sarılacaksın hepsine can
havliyle. Kim olduğunu yeniden hatırlayasın diye…