Tam saat 23.00’de Ali Babacan’dan mesaj geldi. Hayır, “çık gel, laflarız azıcık” falan demiyor. E, tanışmıyoruz, normal. “Sözüm kısa,” diyor, hakikaten de kısa kesiyor: “İktidardan ve muhalefetten memnun değil”sem, “‘Kim çözecek?’ diyor”sam; “derdimle dertlenen insanlar sesim olsun istiyor”sam, “DEVA’ya güç ver”ecekmişim, bunu söylüyor. Ve partisinin, oy pusulasının neresinde olduğunu tarif ediyor.
Bunun yerine tam geceyarısı konum da atabilirdi pekâlâ. Atmadı. Sanırım görme sıkıntısı çekenler dışında herkes aradığı partinin pusuladaki yerini bulabilir.
Oy pusulasındaki yer tarifi için gece saat 23.00’ün seçilmesindeki tuhaflığa takılmayacağım. Zaten tuhaflık diyerek kıyak geçiyorum. Geçmeden itiraf edeyim ki, bunu kibarlıktan yapmıyorum. 65 yaş üstü vatandaş sınıfındaki bendenizi ilkokul ve ortaokul çocuklarına yönelik faaliyetlerden, ne yapılsa benimle alâkası kurulamayacak bin türlü şeyden, bayramdan, millî coşkudan vs. haberdar etmek için zaman zaman günde altı-yedi mesaja kadar çıkabilen Beyoğlu Belediyesi’nin yanında, DEVA’nın şimdiye kadarki vakitli bir-iki dürtüklemesinden ileri sıçrayıp gece 23.00’te bizi de yerimizden sıçratmayı seçmiş olması nedir ki?
O halde neye mi takılıyorum? Babacan’ınki veyahut herhangi bir partinin bize izah etmesi gereken asıl şeyin karşılığı bomboş dururken pusulada yer tarif etmelerine. Oy pusulasındaki yerlerini değil, memleket siyasetindeki yerlerini merak etmekteyiz.
Nasıl susup kaldınız ama!.. Yaa… öyle bir şey vardı işte. Yani bütün bu partiler martiler siyaset yapmak için kurulmuş örgütlerdi hani.
Türkiye düzen siyasetinin -hâlâ- en önemli müessesesi olan seçimler etrafında siyasî partiler hangi siyasî meseleler üzerinden tartışıyor, kapışıyor, hangi siyasîler hangi siyasetler için bizden oy istiyor? “Efendim, bu yerel seçim!” Yok yahu! Sahi mi?
Türkiye’nin şu andaki rejimi içerisinde, maalesef biliyoruz ki, belirleyici olan, iktidar siyasetidir. Mevcut iktidarın siyaseti değil; iktidar olma, iktidar koruma, sürdürme, kaptırmama siyaseti. Nasıl ne kadar iktidar olunabileceğine dair hesap kitap. Siyaset, birilerinin vanaları, muslukları ele geçirmesi, oralardan her ne akıyorsa istediğine istediği kadar dağıtması, öbür yanda esas siyasî mevzuları “devlet” olarak tarif edilen merkezî birime devrederek kendi işine bakması.
İkincisi, seçim yerel de olsa, seçmenlerin tercihleri büyük ölçüde tuttukları partilere göre belirlenir. “Tuttukları” mı!? Takım mı bunlar? Evet. Tam da öyle. Öyle olmasa, önümüze siyasetler koyarlar, tercihimizi bunlar arasında yapmamızı isterlerdi.
Gerçi cevap aradığımız pek basit soru, yine de ona küçük sorucuklarla ulaşalım.
Bana gece vakti mesaj gönderen DEVA’nın, kibar bir kimse olduğu anlaşılan başkanının hangi konuda hangi siyasî görüşünü biliyoruz? Eminim, şık şık basılmış birtakım programlar falan vardır. Fakat işte, TV dizisi şekline sokulmadıkça seçmenin bunlara el ve göz atmayacağı ortada. Üstelik benim gibi, mesleği bu partilerin martilerin ne dediğini, ne yaptığını takip etmek olan birinin bile kendilerinin siyasî görüşlerinden haberi yok. Şüphesiz benim eksiğim. Yoksa, yolda kimi çevirsek, partinin temel siyasî meselelerimize ilişkin görüşlerini sorsak hemen tekrarlar. Öyle yer etmiş aklımızda yani! Hayır, yer etmemiş, çünkü yok. Ve fakat pusulada yer etmiş, orada varlar.
Bu satırları okuyorlarsa haklı olarak isyana hazırlanan Ali Babacan Partisi mensuplarına sesleniyorum: Durun hele, sakin olun, gece 23.00’te mesaj göndermeseydiniz vallahi Necmettin Erbakan’ın oğluyla başlayacaktım. Ahmet Davutoğlu partisini araya sıkıştıracak, Saadet’ti, Hüda-Par’dı derken siyasetsizlik şampiyonu CHP’ye uğrayacak, memleketin en siyasî organizasyonu DEM Parti’nin bile -gerçi sebepleri farklı ama- fiilen, sözünü ettiğim siyasetsizlik manzarası içerisinde kendine yer bulabildiğine varacaktım. AKP ile MHP’den zaten siyaset beklemiyoruz. İktidara gelen, iktidara gelmek için siyasî işler yapıyormuş gibi görünmeyi bile bırakıyor. Üstelik, siyaset devlet adına devlet için yapıldığından, iktidar da haliyle devletle içiçe bir makam olduğundan, siyaset yapıyormuş gibi de görünebiliyorlar. Şüphesiz ağaç yıkıp vinç dikmek, rant-komisyon paylaşmak, ocak söndürmek, hayat karartmak gibi etkinlikleri ve eğlenceleri de var.
Sorucuklarımıza dönelim: Ahmet Davutoğlu Partisi niye var? Amaç Türk-İslâm dünya imparatorluğuna dair hayallerin strateji kılıfında sunulması ve bu oyunda puan kazanılmasıysa, akademi kılıklı askerlik karışımlı düşünce kuruluşları, konferanslar, paneller, bir enstitü falan fazlasıyla yeterli. Ahmet Bey konuşsun, başka herkes dinlesin işte. Böyle ortamlar pekâlâ olur. Gider yani. Partiden maksat nedir? Hangi önemli siyasî konuda hangi görüşlere, hedeflere sahip ve bunlara ulaşmak için nasıl bir siyasî faaliyet gösteriyor? Tamam, oy pusulasında gece 23.00’de mesaj atan atmayan herkese yer var, anladık, lâkin gereksiz kalabalık havası yok mu ortada?
Aynı soruları valla billa karşımızdaki partilerin çoğu için her an sorabilirim. Mâkûl bulmaz mısınız? Aralarından biriyle özel olarak ilgiliyim, zira şu kutlu ve ulu “Türkiye bir nedir?” bahsi için pek bereketli bir özne var karşımızda: Necmettin Erbakan’ın oğlunun partisi.
Şimdi, öncelikle, kendisinin 2024 yerel seçimlerinde sonucu etkileyebilecek bir destek temin etmiş bulunduğu iddia ediliyor. Ben de buna dayanarak, ezcümle maç yayınlarında spikerlik ile en azından yaşadığım şehirdeki konser sunuculuklarının uhdeme tevdiini talep ediyorum. Elbette bazı televizyon programlarıyla birlikte. Madem işlev ve makam babadan oğula geçiyor, talebimin mâkûl karşılanması gerekiyor.
Ha, mutlaka işgüzar birileri çıkıp, benim maç spikerliği veya sunuculuk alanında ne gibi bir bilgim, tecrübem olduğunu soracak, bunlar nâmına hiçbir edinilmiş maharetimin, hiç değilse bilgimin bulunmadığını görünce de eksikliğimi diline dolayacaktır. Galiba herkes de ona hak verir. O halde Erbakan’ın oğlu nasıl parti kurup lider olabiliyor? Nedir Fatih Bey’in temel siyasî sorunlarımıza dair yaklaşımları, görüşleri? Partisi memleket siyasetinde olan biteni etkileyebilecek yer edinirse, nelerin hangi yönde nasıl değişmesi için gayret gösterecek bu zat ve çevresine toplananlar?
Diyorlar ki: “Milleti sıkıntılarından kurtarmak için biz varız.” Slogan bu, meselâ. Hangi sıkıntılardan ve nasıl? “Ahlâklı belediyecilik” yapacaklarını iddia ediyorlar. Pardon?.. Bir “94 Ruhu” lafıdır gidiyor. Türkiye’nin gördüğü en büyük kitlesel tepkilerdendi, 1996’da Susurluk rezilliğinin ardından yükselen. Baba Erbakan, “Glu glu dansı yapıyorlar,” demişti. Ahlâk konusunu da, her tarafı dolaşıp atılan sahte fabrika vs. temellerini filan kenara koyup, Susurluk skandalı ertesinin rezilliğinden hatırlıyoruz. Baba Erbakan, Susurluk ertesinde -“temizlik” yönünde adım atmayıp tam aksi yöne hamle ederek- aslında bugün gördüğümüz türden bir iktidar yapısına o zamanki “devlet”i -askerleri- razı etmeye niyetlenmiş, ama berikiler yanaşmamış, aksine, onu uzaklaştırmışlardı iktidardan. O arada kendisi, Tansu Çiller gibi, allah için hakikaten ahlâk timsali, pîrüpak biriyle iktidar paylaşmaktaydı. Fakat neyse ki ruhun zuhurunu 94’e tarihlemişler, zira 70’lere uzansalar merhumun bol kanlı, katliamlı Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ne aradığı mevzu edilecekti.
Yine de bütün bunlar hikâyedir, Baba Erbakan’ın dönemine ve partisine ait hikayelerdir. Oğul Erbakan’ın siyasî kimliğine dair bize bilgi vermezler. Tıpkı geceyarısı mesajcıları gibi bu parti de bizi “sıkıntılarımızdan” kurtarmayı vaat ediyor. Bundan daha apolitik tavır zor bulunur.
Ama bulunur. Üstelik katkı maddeleriyle ilaveten tatlandırılmış olarak. CHP lideri kazanır başa geçer de Kürtlere yeterince düşmanlık etmezse diye başına siyasî komiser olarak atamaya kalktığı ve başka partinin mensupları oldukları halde kendi partisinin hemen bütün seçim afişlerinde yalnız kendilerine yer verdiği iki siyasetçiye hakareti yegâne siyasî faaliyet olarak seçmiş bulunan Meral Hanım’ın partisi, şu siyasetsiz siyaset bakımından nerededir? Evet, bir siyaseti var: MHP’nin başına iş gelse de o koltuğu kapsak partisi midir bu? Ötesi var mıdır? Suriye sınırındaki, fiilen TC topraklarına katılmış bölgede biraz da bizim çocuklar tafrayla dolaşsın partisi? Belki. Düşünün, Suriyelilere saldırı örgütleyelim de delikanlıları toplayalım partisi pozisyonunu bile başkasına kaptırdılar. Yukarıdan vazife gelmezse hepten boştalar.
İYİP’in İstanbul adayı Buğra Kavuncu, “Daha iyisi var!” sloganıyla sunuluyor. Yaratıcılıkta CHP Kadıköy adayının ismi üzerinden yapılan “Kadıköy Mesut olacak” buluşunun göz kamaştırıcı parıltısına rakip çıkan Buğra Bey sloganı şu: “Sana değer İstanbul”!?
Hem ünlem hem soru işareti, evet. Çünkü akla getirdiği sorular neşe kadar tereddüt de saçıyor. Ne değiyor? Değen nedir? “Buğra Bey’i sana veriyoruz, çok kıymetlisin, buna değer” mi demek istemişler? Böyleyse, şehrin “aman, lütfettiniz” demesi mi beklenir? Yoksa İstanbul’un mu bize “değmesi” sözkonusu? Buysa, afişe lüzum yok, değmekten ötesini 7/24 yapıyor zaten. Hem seçim afişinde İstanbul’un bize ne yaptığıyla neden uğraşsınlar? Yok, İstanbul’a bir şeyin değmesiyse mesele, onun da fazlasını iktidarlar, belediye partileri, iş insanları, hattâ halkımız layıkıyla yapıyor.
Peki siyaset? İşte, biri daha iyi, öbürü bizi kurtaracak, bir başkası bizim için var… falan…
Esas “kazanacak aday”ların partilerine değmedik. Değmiyoruz, çünkü değmez. Orada da AKP adayı, kaybederlerse rakip belediyenin işlerine -yani bizim hayatımıza- nasıl taş koyacaklarını içeren bir “anladınız siz onu” imâsı dışında dişe dokunur -değer!- laf edemiyor, buna karşılık Ekrem İmamoğlu “yok bu işin sağı solu” diyerek, güncel Türkiye siyasetinin siyasetle alâkasının bulunmadığını -belki de hiç değilse dürüstçe- itiraf ediyor.
Yani, diyorum, seçim işine azıcık siyaset de katılsa..?