Üsküp’ü hiç görmediğinden emin olan insana, Bursa’yı Üsküp üzerinden anlatma gayretinin şehri. Selanik denir, İzmir’se ne kadar, Üsküp o denli Bursa. İyi ama, biz Üsküp’ü görmedik ki.
İstanbul’a yakınlığıyla havuzdan henüz çıkmış mahcup biri gibi övünür. Cümle bittiğinde övülen havuz mu, yoksa İstanbul’la bir denizlik mesafe mi anlayamazsın. Oysa İstanbul’la Trabzon arasında da bir denizlik mesafe var. Ve üstelik, biz Trabzon’u da henüz görmedik ki. Nahaklığa lüzum yok; İstanbul’dan tevarüs edilenler de var. Mesela korna sesi. Mesela sonradan yapılmış geniş bulvarlar. Mesela, raylı sistem. Raylının da mahcubu; bir durağının adı Şehreküstü’dür. Heceleri benim gibi yanlış bölmeyiniz, sonra yıllarca şehrek ne demek diye düşünürsünüz.
Lakabı yeşil. Lakin var bu yeşilde. Size Bursa diye gösterilen yerde değil, çevresindedir lakabı. Belediye isimlerinde çiçekler vardır. Onlar da mı yeşil değil? Aşk Tesadüfleri Sever albümünde Müslüm Gürses, “Nilüfer” isimli şarkıyı icra ederken, sonlara doğru bir “ah” der. Sanki onu, o an, o icat etmiştir. Şarkıda yokken. İrticalen. Ölenlere “Kendi kesesinden gitti” denen bir dil de biliyorum.
Hükümetin nerede olduğunu uzun süre aklında tutamaz. Çankaya mı şimdi, yoksa Bâb-ı Âli mi? Aşk mektubunu hâlâ Osmanlıca yazar da, dilekçe verilecekse en düzgün el yazısına ve Latin alfabesine başvurur. Ona hep bir kumaş mani olur. Ülkenin devamını birkaç on yıl içinde pıtrak gibi saracak şekilsiz plazaları o icat eder. Plazanın kendisi değil, taklidi. Kumaşın taklidinde ipi göğüslemeyi Antep’e bırakmıştır ama plazanın taklidinde birinciliği bölüşmek istemez. Bölüşmek konusunda çok gönüllü olduğu da zaten söylenemez. Hanlar dışında.
Her yerde han var. Her yerlerde hanlar. Dibacesi fotokopicisiyse, hitamı daima çaycıyla olur. Çıraklığı da öyledir; makine başında başlar, su fokurtusuyla biter. O handan çıktıysan, artık tamamdır. Artık kumaş mı dersin, otomotiv mi, yoksa bahçe mi. Arkadan planını yaparken, bütün kararları sana verdirir. Hikâyenin sonunda, hitamın da hitamında acıklılıkla fark edersin. Hiçbir karar senin değilmiş meğer. Dizine vurmana lüzum yok. Çünkü Görükle var.
Üniversitesinin adında dağ var. Görükle, vahayı andırır. Sanki Hukukçular’a çıkmışsın da, yaz günü şehre karşı çiçek kokularıyla buz gibi bir meşrubat içiyorsun. Meşrubat yerine “meşrûb” da derdim ama, unutmamalı ki Bursa’dasındır. Görükle, Çankaya’yla Bâb-ı Âli’nin yerini iyi bilir. Dünden bugüne. Bursa’nın dünü, 24 saat öncesiyle ölçülmez. Oranın saati her semtte ayrı ayarlanır. Heykel’de 12’yi bir geçen saat, Görükle’de 11’i bulmamıştır daha. Koster? Bozuktur.
İnegöl’de var bir kitap. Adı Angelacoma’nın Duvarları’dır. Nerede, hah buldum, işte Mudanya’da bir otel var. Kâtibi kendini şüphesiz Zebercet sanır. Her ayın başında posta kutusunu kontrol eder. Ya Tirilye? Oradan denize bakılır. Girilmez ama bakılır.
Geyve Hanı, Emir Han, İpek Hanı, Koza Hanı, Issız Hanı, Tuz Pazarı Hanı, Pirinç Hanı. Burada üç nokta vardır. Hanlar, hanlar sonsuza uzar Bursa’da. Yeşil? O kısmı konuşmuştuk.
Saatinde Ahmet vardır. Ahmet’ten kalan bir saat, siyah deri kayışıyla bir sol elde, İstanbul’da ev ev gezmektedir. De ki Gümüşsuyu, de ki Üsküdar, de ki Feriköy.
“Devr eder vefk-i murâdınca bütün devrân senin/ Şehr-i hüsnün şehriyârısın bugün fermân senin” demiş Şeyh Galib. Onun saati, şimdi, Galata’da kim bilir kaçı göstermektedir.