Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı “haklı olarak” yakınıyor, “Bizi eve hapsettiler” diye.
Covid sebebiyle; son varyantıyla Omicron yüzünden.
Yaz aylarında 100 bin nüfusa 40 vaka görülürken şimdi 900’lere ulaşmış bir şehirdeyim. Tanıdığım, tanımadığım çok kişi, o da test olanlar “hakikaten eve hapis.”
En tepeden her yere yöreye, herkese şifalar olsun!
Günlük ölüm sayısı 200’ün üzerine çıktı; kurtarılamayan her canın yakının da, aşılı-aşısız, başı sağ olsun.
“Eve hapis olmak” iyi değil. Mesela Isparta’da Ramazan Nazlı evinden çıkamadı. Sonradan fark ettiler hakikatini.
M. Cengiz ve Futbol Federasyonu Başkanı N. Özdemir beyefendilerin şirketleri Cengiz ve Limak ile ortakları Kolin’in elektrik dağıtımını alıp günlerce dağıtamadığı Isparta’nın sert soğuğunu askerliğimden de bilirim.
Onlar da Isparta soğuğunda Ramazan Nazlı Bey’i buz gibi ve karanlık bir eve hapsetmek istememişlerdir ama hapis oldu ve öldü.
Kimilerinin her şeyin sahibi olmak istedikleri ve elden teslim aldıkları bir dünyada; kendi hayatının dahi sahibi olamadan kayıp gitmiyor mu içimizden birileri?
Kızıltepeliler, Doğubayazıtlılar ve ülkenin genelinde birçok yerde ahali, esnaf, aile fertleri ise, belki artık bunun da farkında olarak, evde hapis kalmak istemediler, evlerindeki, ellerindeki elektrik işkencesiyle; sokağa çıktılar.
Evde ya da işyerinde hapis kalmak istemeyen, tutsak, esir, rehine, kul, köle, reaya gibi davranılmasını kabullenmeyi artık kabul etmeyenler, bilhassa kanı kaynayan gençler, sokağa çıkıyor sık sık.
Migros işçisi de var; tehditlere aldırmıyor.
Motorlu kuryeler de var; sınıfını keşfediyor.
Lojistik ya da tekstil işçileri de var; kendilerini tanıyor, tanıtıyor.
İtirazı, farklı sözleri yüzünden veya haksız-hakkaniyetsiz isnatlar ile gerçekten hapis olanların 100 bin kişide kaç kişi olduğunu hesaplayamayız belki; her 100 bin nüfusa cezaevinde 350 kişinin düştüğü bir ülkede olduğumuzu ise biliyoruz.
Önyargı olmasa içeride bulunmaması gereken de vardır; adalet tam işlese dışarıda kalmaması gereken de.
Gençlerin, tabii hepsinin değil, önemli bir çoğunluğunun; işsizlikten ve imkânsızlıktan evde hapis kalarak, buldukları düşük ücretli veya eğitimleriyle ilgisiz işlerde işyerinde rehin hatta mapus kalarak yaşadıkları bir hayat onların ruhunu kurutuyor olmalı…
Ya da bu ruhsuz dünyanın içine içine uyanıp durmaktan bıkkınlık getirmiş olmalılar.
Bir hava almaya, “sokağa çıkıyorlar” bazıları da!
Kimi dolaşmaya, kimi seslenmeye, kimi misal sendikal örgütlenmeye olabilir. Bilmiyorum.
Bildiğimiz şeylerden biri şu:
Bu ülkede, birçoğu da gazetecilik kisvesi altında, şantaj, kumpas, tuzak, itibarsızlaştırma, menfaat, tetikçilik çeteleri, ağları, ağaları oluşmuş; kimi dağıtıp çok yeri dağılmış, kimi faaliyette, kimi yeniden oluşturulmuş.
Hakikati yamultmak, hakikati gizlemek, “hakikat” imal etmek üzere, pislik üretmek üzere bu kadar çok yatırım yapılırken, bu kadar iğrençlik istihdam edilirken; öteki tarafta onca genç hayatın hakiki bir gelecek umudundan bile yoksun kaldığı bir çoraklık hüküm sürer olmuş.
Bedenlerinin “evde, işte, işsizlikte, umutsuzlukta, yoklukta, sık sık yoksullukta hapis” olduğu bu çoraklıkta; gençler muhtemelen ruhlarını kaçırıp duruyor, onu kurtarmak istercesine!
Memur Sen, “4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı”nın 10 bin 939 lira olduğunu hesaplamış.
Sınır diye bir şey var işte!
Çit çekilmiş sanki. Kimileri çitlere takılıyor, yara bere içinde, çit hapsinde, çıkamıyor!
“Kadın Savunması” marketlerden “ped kamulaştırıp” dağıtmış, kadınların doğal hakkının piyasada rehin alınmasına; piyasanın kadınları kendine hapsetmesine inat!
Bir ayda bebek bezinin de yüzde 35 pahalandığı bir ülkede, kadının hakkı, bebeğin hakkı hapis çünkü!
İnsanın zihni, insanın kalbi, yazının dili, sözcükleri; kime nasıl uzanıp kiminle yoldaş olabileceğini şaşırıyor bazen. Bir ona koşmak istiyorsun, bir ötekinin yanında durmak.
Bu kadar acı ve ıstırabın içinden çıkışın umudunu ise, en çok, kendi hakikatinin farkına varıp ifade edenler veriyor.
Kendine ve başkalarına saygısını rehinelikten, esaretten, hapislerden kurtarmak isteyenler.
Kimi o kadar da genç ki…
Kendi gençliğimiz de çıkıp geliyor, onlara sarılıyor!