Hapsediliyoruz!

Hapishanelerde olağanlaştırılmaya çalışılan hak ihlallerinin olağan olmadığını yüksek sesle söylemek gerekiyor. İnsan hakları ihlallerini ancak görünür olduğu oranda azaltabiliriz.

Abone ol

“Gecenin ardından gün nasıl doğuyorsa adaletsizlik de bir gün son bulacaktır. Zorbalığın ölümünü de göreceğiz, ışığın ve mucizelerin doğuşunu da”

Necip Mahfuz / Cebelavi Sokağı'nın Çocukları

Zafer Kıraç*  

Bu yazıyı hazırlarken, Gezi Davası sonuçlandı. Korkunç bir karar. Aklın, hukukun ve vicdanın olmadığı bir karar. 1637 gündür tutuklu olan Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmasına, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve Yiğit Ali Emekçi’nin 18’er yıl hapis cezasına çarptırılmalarına ve tutuklanmalarına karar verildi.

Yazıklar olsun.

Her birini çok yakından tanıdığım, ülkenin güzel insanlarının özgürlükleri ellerinden alınıyor üçer, beşer...Umarım yakın bir gelecekte evet çok yakın bir gelecekte son bulur bu yaşananlar ve özgürlüklerine kavuşurlar. Hem Gezi Davası nedeniyle hapsedilmiş arkadaşlarım hem de düşünceleri nedeniyle hapishanelerde olanlar için bu beklentim. En önemlisi de sorumlular korunmaya devam etmez ve er ya da geç hesap verirler.

Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’de 1 Nisan 2022 tarihi itibariyle; 269 kapalı ceza infaz kurumu, 86 müstakil açık ceza infaz kurumu, 4 çocuk eğitimevi, 10 kadın kapalı, 7 kadın açık, 8 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 384 ceza infaz kurumu bulunuyor.

Bu kurumların kapasitesi 275 bin 859 kişidir. İlçe ceza infaz kurumları 2006 yılından itibaren kapatılmaya başladı ve bugün geldiğimiz noktada toplam 285 ilçe ceza infaz kurumu kapatılmış.

Adalet Bakanlığı tarafından, 1 Mayıs 2006 yılından bu yana yürütülen çalışmalar çerçevesinde; yeni ceza infaz kurumu projeleri geliştirilerek büyük şehirler öncelikli olmak üzere; toplam 247 adet yeni ceza infaz kurumu açılmış.

2017 yılında 12, 2018 yılında 15, 2019 yılında 26, 2020 yılında 23, 2021 yılında ise 32 adet ceza infaz kurumu yapılmış. Her yıl sayıları artarak yeni hapishanelerin yapımına devam ediliyor. Bu artış oldukça kaygı verici ve hepimizin sorular sorması, tartışması gereken bir durum.

Personel sayısı, jandarma hariç 20 yılda 3 katına çıkmış ve 74 bin 803’e ulaşmış durumda. Artan insan hakları ihlallerine baktığımızda hapishane personelinin eğitimsizliğini, mahpuslara davranışlarında uluslararası cezaevi kurallarını önemsemediklerini görüyoruz.

İlçe hapishaneleri inanılmaz bir hızla kapatılıp adına kampüs denen, şehirlerden oldukça uzak, deyim yerindeyse dağ başlarına kurulmuş, izolasyonun bütün şiddetiyle uygulandığı, içinden insanı çıkartsanız beton ve metal yığını, toprak ve bitkilerden uzak, bir ‘malzeme deposu’nu andıran yapılar var. Hem çalışanların hem içinde yaşayanların hem de ziyaretçilerin, avukatların hiçbir insanî ve duygusal anı yaşamasına olanak sağlamayacak biçimde kurgulanmış duygusu yaratan devasa yapılar… Bu beton yığınları içerisinde 75 bin civarı personelle gerçekleştirilecek sözde “rehabilitasyon” mekânı kampüs hapishaneler; Silivri, Şakran, Sincan, Maltepe ve daha sonra yapılan onlarcası.

Türkiye’de çok değil daha bir yıl önce infaz yasası değişikliği yaşandı. Ne kadar mahpus tahliye edildi bilemiyoruz. Bütün bu tahliyelere rağmen, Adalet Bakanlığı’nın güncel verilerine göre bugün itibariyle cezaevlerinde 314 bin 502 mahpus var. Bunların 12 bin 173’ü kadın, 2076’sı 12-17 yaş arası çocuk. Son on yılda, mahpus sayısı üç katına çıktı. Adalet Bakanlığı 10 yıl önce 2020 yılı hedefi için 300 bin mahpus öngörmüş ve bu kapsamda hızlıca çok sayıda hapishane inşaatına başlanmıştı. Gerçekten de Adalet Bakanlığı, bir yıl önceki infaz yasası değişikliği döneminde mahpus sayısı açısından bu hedefe, yani 300 bine ulaşmıştı.

Avrupa Konseyi'nin hazırladığı ve üye ülkelerdeki cezaevlerinin durumunu ortaya koyan, hükümlü sayıları ve suçlara ilişkin istatistikleri de içeren rapor 2019 yılında yayınlanmıştı. Türkiye'nin üyelerinden birisi olduğu Avrupa Konseyi'nin 2016 ile 2018 arasında konu ile ilgili istatistiklerini içeren rapora göre Avrupa'da mahpus sayısında yüzde 6,6 gerileme yaşanmış. Yine Avrupa ‘da toplam hükümlü sayısında düşüş gözlenirken, Türkiye, gönderilen verilerdeki tutarsızlıklardan dolayı listede yer almamıştı. Türkiye'nin gerekli istatistiklerin yer aldığı formları doldurduğu, ancak veriler açısından bazı tutarsızlıklardan dolayı bu istatistiklerin analizinin ve dökümünün raporun yayınlandığı tarihe kadar yetiştirilemediği söylenmişti.

Ancak geçmiş yıllara bakıldığında Türkiye'nin, her 100 bin kişiye düşen hükümlü sayısında Avrupa ortalamasının çok üzerinde olduğunu zaten biliyoruz. Hatta Avrupa ülkeleri arasında Rusya'dan sonra hapishanelerinde en fazla mahpus bulunduran ülke Türkiye. 31 Ocak 2019 tarihinde hapishanelerde en çok mahpus bulunduran ülkelerin başında 563 bin 166 tutuklu ile Rusya ön plana çıkıyor. Bu ülkeyi 269 bin 806 mahpusla Türkiye takip ediyordu.

Dünyada ve Avrupa ülkelerinin birçoğunda hapis yerine alternatif yöntemler aranırken, T.C. Adalet Bakanlığı hapsetmeyi birincil öncelik olarak almaya ve sürdürmeye kararlı görünüyor.

Türkiye, son 20 yıldır hapishaneler alanında ciddi bir yeniden inşa sürecine girdi. 2000 yılından Ocak 2020 tarihine kadar 92 yeni hapishane açılırken, 2020-2025 yılları arasında 121 yeni hapishane daha yapılması ve şu an 275 bin civarında olan kapasitenin 400 bine çıkarılması planlanmakta. Adalet Bakanlığı’nın, ilgili devlet kurum ve yetkililerinin dayatmacı, Sivil toplum örgütlerini, meslek örgütlerini, akademisyenleri, söyleyecek sözü olan kurum, kuruluş ve kişileri bir kenara bırakıp kendi bildiğini okuyan yaklaşımı kabul edilemez bir durumdur. Üstelik de son yıllarda hapsetme bir ceza infaz yöntemi olarak ülkeler nezdinde tartışılmaya hatta bazı ülkeler hapishane ve mahpus sayısını azaltmaya başlamışken Türkiye’nin bunun tam tersi bir istikamette ilerlemeyi önüne hedef olarak koyması sonuna kadar eleştiriye açıktır.

Bu kurumların kapasitesi 275 bin 859 kişilik, şu andaki mahpus nüfusu ise 314 bin 502. Aradaki fark olan 38 bin 643 mahpus hangi insani olanaklardan yoksun olarak hapishanelerde tutulmaktadır. Bu başlı başına önemli bir sorun.

Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki yasalarda, hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkelerden biri şöyledir: ‘’Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir.’’ Türkiye hapishanelerinde bu temel ilkeye uyulduğunu söyleyemeyiz.

Uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları kuralları somut bir şekilde uygulanmalı, ihlallere son verilmeli ve sorumlular mutlaka hesap vermelidir. İşkence ve kötü muamele davalarında hapishane personelinin cezasızlıktan bol bol yararlandırıldığını görebiliriz. Dolayısıyla “cezasızlık” işkence ve kötü muamelenin ortadan kaldırılmasında en büyük engel olmaya devam ediyor.

Dünya genelinde bu alana ilişkin çok fazla deneyim ve insan haklarına dayalı yapıların ve işleyişlerin olduğunu görüyoruz. Alanın bir güvenlik tekelinden çıkartılıp interdisipliner bir alana gelmesi gerektiği ortada. Dünyadaki iyi örneklerde insan haklarına dayalı onarıcı bir hapsetme uygulaması ile güvenlik ayrılmış durumda; bizde ise iç içe geçmiş ve herkesin korktuğu bir yapıya dönüştü. Bu alana ilişkin sivil toplum örgütü raporları dikkate bile alınmadı. Şimdi ki Adalet Bakanı da dahil hapishanelerin daha az kullanılması, suçla ilişkilenmeyi azaltacak çalışmalar içinde olacaklarına dair hiçbir beyanları olmadı. Adalet Bakanlığı'nın kendi verilerine bile bakıp analizler yapmadığı ortada. Zaten yapsalar ortada çok büyük bir başarısızlık olduğu görülecektir.

Hapishanelerde alıkoymanın ahlaki temelleri uluslararası birçok sözleşme ile garanti altına alınmıştır. Hapishane yönetimleri sadece iktidarlara bırakılamayacak kadar önemlidir ve bu konuda sivil toplum örgütlerinin daha fazla emeğine ihtiyaç var. Hapishanelerdeki yapısal dönüşümün ve olağanlaştırılmaya çalışılan hak ihlallerinin olağan olmadığını yüksek sesle söylemek gerekiyor. İnsan hakları ihlallerini ancak görünür olduğu oranda ve güçlü bir karşı çıkış talebiyle azaltabiliriz. Hatta istersek ortadan bile kaldırılabiliriz! …

*İnsan hakları çalışanı