'Haram' ve 'helâl' üzerinden muhalefet… Neden olmasın?

Solun siyasal gerçeklik içindeki kendi dayanıksızlığından ileri gelen bu eleştirisi, Türkiye’nin sosyolojik gerçekliği karşısında muhalefet için son derece dayanıksız bir konum öneriyor.

Göksel Aymaz gaymaz@gazeteduvar.com.tr

İktidarın söylem ve icraatlarına ana muhalefet partisi olarak CHP’nin “haram”, “israf”, “günah” gibi dini değerler ve ilkeler üzerinden muhalefet etme tarzı epeydir eleştiriliyordu. Lüks otomobilinde burnuna kokain çeken AKP mensubu gencin CHP ileri gelenleri tarafından kamuoyuna şikâyet edilme biçimi bu eleştirileri güncelledi.

İktidarın (kendi seçmen kitlesinin de içinde yer aldığı) toplumla çelişik olduğu ve bu çelişkinin artık hiçbir şekilde gizlenemeyecek duruma geldiği muhakkak. Eleştiriler de zaten muhalefetin bu çelişkinin gerçek sebepleri üzerinden, mesela ekonomi ve ekonomi yönetiminin ürettiği yoksulluk üzerinden, ya da mesela hukuk ve hukuk yönetiminin yarattığı adaletsizlik üzerinden yapılması gerektiğini söylüyor. 

Anlaşılıyor ki, bu yönde CHP’yi eleştirenler kendilerini sol veya sosyalist solda konumlandırıyorlar. Yine anlaşılıyor ki, iktidar değişimi için demokratik yöntemler dışında başka bir yöntemden yana değiller. Toplum rızasına, kitlesel onaya önem veriyorlar yani. O zaman tuhaf bir durum var burada. Kendilerine yakın hissettikleri ya da doğru muhalefet yaptığını düşündükleri partilerin, mesela HDP’nin oyu ortalama yüzde 10-11’i geçmiyor. Sol ve sosyalist partilere de iyi niyetli bir yuvarlamayla yüzde 1 verelim. Elde var yüzde 12! Beğendiğin, onay vereceğin muhalefet tarzıyla yüzde 12’sin… Bu yeterli değil. Haram, israf, günah üzerinden yapılan muhalefet dertlerine derman olmaz dediğin “işçileri, öğretmenleri, sağlık emekçilerini, öğrencileri, kadınları, işsiz gençleri”, kulak verilmiyor dediğin “ürününü bir kambur gibi sırtında taşımaya mahkûm edilmiş çiftçileri” yanına çekememişsin, ya da sen onlara erişememişsin, becerememişsin. O yüzden, “yoksulların, açların sesinin sokaklarda uğultu halinde dolaştığı bir dönemde zenginliklerine zenginlik katan, kendilerine yönelik öfkeyi dini ve milliyetçi söylemle, yetmediğinde devletin zor aygıtlarıyla defeden kesimin arkasında devasa bir ağın olduğunu ortaya koyabilecek” bir “hakiki bir muhalefet” için CHP’ye önem veriyorsun. İstiyorsun ki senin çizgine gelsin. Ama onun da kendi tabanı var, her koşulda sol olmayan bir taban. Davet ettiğin çizgiye gelmesi o yüzden çok zor.

Bir de iktidara destek veren taban var, belki o daha önemli, çünkü ortada o tabanı oradan uzaklaştırmak gibi bir hedef var.

Cumhur İttifakı (AKP/MHP) seçmeni bir monoblok değil. Bugün konuşurken “iktidar seçmeni” diye bütüncül bir özneden bahsediyoruz ama tek biçimli, tek boyutlu bir kitle değil bu, farklı bloklar bir arada duruyor orada. Dolayısıyla, CHP eleştirisini güncelleme enerjisi veren son günlerin sansasyonel olayları, kokain kullanan AKP’li genç, bagajdan çıkan para balyaları, tarikatta namaz kılan general, lokanta ve kafelerin Ramazan’da kapanacak olması, Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dersine soruşturma açılması vs… bütün bunlar söz konusu farklı blokların her birini farklı şekilde etkiliyor. Bir blok, lüks içinde görgüsüzce yaşayan genç adamı Müslümanlıkla bağdaştırmadığı için partisini sorgularken, bir blok da öyle bir lükse ulaşmada yardımcı olacağı için partisine daha sıkı sıkıya bağlanıyor. 

Bu ikinci bloğu oy verdiği partiden elbette dini değerler üzerinden yürüyen bir eleştiriyle kopartamazsınız. Ama yağmacı kapitalizm eleştirisi filanla da kopartamazsınız. Siyasi denetim mekanizmalarının gerçek kabiliyeti, gizlemeleri, yanıltmaları ya da baskıcı ve gaddar olmaları değil, kitlelerde kör bir bencilliği kışkırtmalarıdır. İktidar tabanının bu bloğu da böylesi bir bencillikle kalıyor orada. İktidarın yönetme kapasitesi daraldıkça bu bloğun bu iktidar döneminde elde ettiği kazanımların da tehlikeye girdiğini görüyoruz elbette, kendileri de görüyor ya da en azından seziyordur mutlaka, toplumda böyle bir değişme var.

Ama toplumdaki değişim toplumun değiştiği anlamına gelmez. Kelime oyunu filan değil bu. Herhangi bir konuda toplumda gözlediğimiz bir değişme, bizi toplumun değiştiği sonucuna götürmez. Bir kesim iktidar seçmeninin mevcut iktidar döneminde elde ettiği çıkarların ve kazanımların tehlikeye girdiğini görmesi, toplumda gözlenen bir değişme olsa da, bu gerçek, söz konusu kesimin siyaseti çıkar odaklı görmekten vazgeçtiği, yani toplumun değiştiği anlamına gelmez. Bu blok, hiç şüphesiz, hal ve gidiş karşısında herhangi bir politik sorumluluk almayacak, oy verme davranışında mevcut siyasal zeminde mevcut siyasal aktörlerle elde ettiği kazanımların korunmasına odaklanmayı sürdürecektir.

Bu koşullarda, elde var dindar blok. İktidarı destekleyen kitleler içinde muhalefet için makul blok, dindarlardır; o genç adamın halini Müslümanlıkla bağdaştırmadığı için hal ve gidişi sorgulayacak olanlardır. Çünkü dindar kişiyi bir yurttaş ve seçmen olarak reel politikadan sorumlu tutacak ahlâkî standart, dinin vazettikleridir. Hak/bâtıl, sevap/günah, helal/haram şeklinde işleyen değerler sisteminde insaf/zulüm ikilemesi de dindar kitlelerin tutum ve davranışlarına rehberlik eder; tatbike ya da ihlale göre dindar seçmenin tavrında değişim yaratabilecek değerlerdir. Dindarların iktidara olan bağlılıkları ekonomik değil de kültürel sebeplerle de çözülebilir, bu mümkün.

Üstelik bir seçimlik mesele de değil bu. Türkiye’nin ekonomi, hukuk, eğitim, sağlık gibi pek çok alanda var olan bir yığın sorununun çözüme kavuşmadan sürüp gitmesine sebep olabilecek bir sosyolojik gerçeklik meselesidir bu. Siyasal solda duranlar, eksiksiz bir sekülerizmi benimsemek ve savunmak zorundadırlar, buna şüphe yok. Ama ezilenler, hakkı yenenler, umursanmayanlar, dinleri, kültürleri ve gelenekleriyle ezilendir, hakkı yenendir, umursanmayandır. Özellikle de bizim ülkemizde böyledir bu. O yüzden, sadece dini değerler üzerinde yürüyen bir muhalefete değil, belki de siyasal ya da teolojik bakımdan muhafazakâr olmayan bir sol ilahiyata bile ihtiyacımız var; bir dinsel perspektifi benimsemeyen ama dini de dışarıda tutmayan, onu karmaşık bir insan etkinliği olarak görüp dikkate alan bir sol ilahiyat. Üstelik bu hiç de tuhaf kaçmaz. Solun ezilen, hakkı yenen, umursanmayan dindarlarla ilişkisi dışsal bir ilişki değildir. Solun siyasal perspektifi, bütün ezme-ezilme ilişkilerine hâkimdir.

Ülke geleceği için konuşulan o en karanlık senaryoların ve ihtimallerin önüne ancak, dindarları da kendi sorunlarına sahip çıkmaya devam etmekle geçilebilir. Demokrasinin kuruluşunda kitlenin işbaşında olması gerektiğini bilen herkes bunu kabul eder.

Dini değerler üzerinden yapılan muhalefeti eleştirmek, pek doğru bir tavır değil. Solun ve sosyalist solun siyasal gerçeklik içindeki kendi dayanıksızlığından ileri gelen bu eleştirisi, Türkiye’nin sosyolojik gerçekliği karşısında muhalefet için son derece dayanıksız bir konum öneriyor.

 
 
 
Tüm yazılarını göster