Harika vakit geçiriyoruz

Her şey dahil oteller, birer bedava dünya fantezisiler. Sattıkları ya da satın aldığınız şey bu. Fanteziler, bilinçdışımızda asla gerçekleşmeyeceğini bildiğimiz arzulardan oluşurlar. Onları fantezi yapan bu özellikleridir ama yine de onlardan vazgeçemeyiz. Her zaman bir eksikliğe ya da bir aşırılığa işaret ederler. Anlattıklarımı düşünecek olursanız, bu mekanlar eksikliğin ya da aşırılığın yerine kolayca ikame edebiliyor, aynı anda her ikisini birden barındırabiliyorlar.   

Hakkı Yırtıcı hyirtici@gazeteduvar.com.tr

Kurban Bayramı tatili dün bitti. Bugün ve yarın, perşembe ve cuma, iki güncük daha tatilin sonuna eklenmedi. Bugün, bir yolunu bulup aradaki boşluğu dolduramayanlar dışında, ücretli çalışanlar iş başı yapıyorlar. Oysa herkes şöyle uzun ve rahat bir tatilin hayalini kuruyordu.

Tatil hassas konu, özellikle de çoğunluğumuzun kendi yaşamlarının zaman yönetimi kendi ellerinde değilken. Gündelik hayatın doğal akışı çok uzunca zamandır mekanik bir şekilde parçalara ayrılmış durumda. Günlük dokuz – altı çalışma saatleri. Beş ve iki, tekrar beş ve iki şeklinde devam eden hafta içi ve hafta sonu ayrımı. Biteviye devam eden, sürekli kendimizi tekrarladığımız, içine hapsolduğumuz zaman aralıkları. Tek beklediğimiz, bir anlığına bu akıştan kurtulacağımızı umduğumuz yıllık izin. Ancak yıllık izin bu ritmin en geniş ve bu nedenle en korkunç tekrar eden zaman aralığı. Yine de böyle anlarda zaman yönetimini bir süreliğine elimize aldığımızı sanıyoruz.

Peki, beklenen an geldi, şimdi ne yapıyoruz?

Seçeneklere bir bakalım.

Memlekette akrabalar var. Onlar da bütün yıl sizi ve ailenizi görmeyi beklediler. Gidilmezse ayıp olur, vefasız olursunuz. Yapacak bir şey yok. Üzerine çok düşünmeden kabullenmeli. Ayrıca en ucuz, belki de tek seçenek büyük bir çoğunluk için.

Yurt dışı? Neden olmasın? Paket tur en iyisi. Zaten bütün yıl yorulmuşsunuz, bir de tatili mi planlamakla uğraşacaksınız? Hem bu şekliyle fiyatlar daha makul, 12 aya kadar taksitle ödeme şansınız var. Tek sorun, biraz yorucu olması. İnsan eve döndüğünde dinlenmek için bir tatil daha istiyor.

Bir saniye, bütün yıl çalışmaktan canım çıktı. Yok akraba imiş, yok yeni yerler görecekmişim, yok tatilde görgümü/kültürümü geliştirecekmişim, yemişim hepsini, ben aslında hiçbir şey yapmak istemiyorum. O zaman her şey dahil oteller en iyi seçenek. Yeter ki canınızı oraya bir atabilin.

Alaycı tavrıma bakmayın, eğer zaman yönetimi sizde değilse, işinizin niteliğinin hiç önemi yok, bütün yıl size söylenenleri harfiyen yapmak esas işinizdir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak herhangi bir şey yapmama isteği normal karşılamalı. Bir yandan da asıl demek istediğim, yıllık izinde de, hangi seçenek olursa olsun zaman yönetiminin sizin elinizde olmadığı. Bir kere bütün yıl çalış – (bir süre) tatil yap ritmindeyseniz, tek duygunuz asla tatmin edilemeyecek sonsuz bir tatil arzusu olacaktır.

Evet, yazı her şey dahil oteller hakkında. Fakat biraz daha gündelik hayatlarımız üzerinden devam edeceğim.

Söze zaman yönetimi ile başladım, ama zaman ve mekan birbirlerinden ayrı düşünülemez. Eğer zaman mekanik bir şekilde parçalanmış ve zaman yönetimi elinizden alınmışsa, bu mekanın da parçalandığı ve mekan yönetiminin de elinizden alınmış olduğu anlamına gelir. Çok mu karışık? Hiç de değil. Çalıştığınız fabrikanın, atölyenin, iş yerinin, lüks plazanın, gösterişli gökdelenin ne olduğunu sanıyorsunuz? Hepsi kendi karlılığını maksimize edecek şekilde örgütlenmiş mekanlar. Çalışanı disipline, üretimi standardize ederler.

Sonsuz tatil hayali, kapitalizmin bize sunduğu kolay hayat fantezilerinden sadece biri. En temelde, her şeye sahip olabilme hayali yatıyor. Burada “her şey” vurgusu önemli. Çünkü tek bir şeye sahip olma ile her şeye sahip olma arzusu arasında çok önemli bir fark, bir şey için para biriktirirsiniz, her şey içinse alım gücünüze bağlı olarak sürekli daha az ya da çok tüketirsiniz. Tüketimin, ihtiyaçla bir alakası yoktur. Tüketim, tüketim gücünüzün her defasında test edildiği bir eylemdir. Bu kadar “tüketim” deyince bunun mekansal karşılığının AVM’ler olduğunu söylememe gerek kalmamıştır herhalde.

Şu tuhaflığı bir düşünün: Bütün hafta çalışıyor, sonrasında hafta sonunu gökyüzünü görmeden, zaman duygunuz elimizden alınmış bir şekilde, içeride yapılabilecek tek şeyin tüketmek olduğu bir mekan örgütlenmesinde zamanınızı harcıyorsunuz. Biliyorum, her şeyin el atında olması, alışveriş yaparken aynı zamanda yemek yiyebilmek ya da film seyredebilmek, hatta orta boşlukta küçük bir konsere denk gelip biraz dinlemek ve tüm bunları yaparken de yürüyen merdivenlerle yorulmadan katları inip çıkmak çok kolayınıza geliyor. Fakat asıl amaç tüketimin sürekliliğinin sağlanması ve AVM’ler tüketeni disipline, tüketimi standardize ederler.

LÜTFEN HER ŞEY DAHİL OLSUN 

Arkadaşlarım iyi bilir, pek tatil insanı değilimdir. Birkaç günden sonra sıkılmaya başlarım. Bir yerlere gidip erken dönmüşlüğüm çoktur. Sadece bir defa, o da kardeşimin ısrarı ile bir haftamı her şey dahil otelde geçirdim.

Bodrum civarındaydı kaldığımız yer. Tatil köyü konseptinde yapılmış. Tek, devasa bir otel yerine görece makul ölçülerde bir otel, daha geniş bir alana iki katlı evler, kimi yerlerde “u” şekli çizen bloklar ve bunların arasına havuzlar, tekrar oyun havuzu, çeşitli dünya mutfaklarından restoranlar, diskotek ve tiyatro sahnesi serpiştirilmişti. Ayrıca en arka bölümde, kendisini hem dışarı hem burasının içerisine kapamış “ultra her şey dahil” olan ikinci bir kısım bulunuyordu.

Devam etmeden önce bir parantez açmalıyım.

Bir zamanlar Türkiye’de turizm, “bacasız fabrika” olarak anılırdı. Şanssız bir benzetme. Çünkü her şey dahil oteller de en az fabrikalar kadar çevrelerine zarar veriyorlar. Türkiye’nin Batı ve Güney sahilleri bıktırırcasına birbirlerini tekrarlayan her şey dahil otel ya da tatil köyleri ile kaplı. Çok hızlı bir şekilde, tıpkı kentlerde olduğu gibi betonlaşmayı tetiklediler. Bütün güzel koyları çevirdiler, kendi müşterileri dışında insanların kullanımına kapadılar. Her şey dahil olduklarından, kimse dışarıya çıkıp para harcamak istemiyor, bu nedenle de bulundukları bölgeye ekonomik ve kültürel bir canlılık getirmiyorlar. Turizm, her şey dahiller yüzünden güneş–deniz–kum üçlüsüne indirgedi. Toplama kampı benzeri bu yerler, bugün dünyada ekonomik getirisi en az olan turizm politikalarının bir parçası olarak görülüyorlar.

.

Parantezi kapıyorum. Bizim kalacağımız yer, tatil köyünün ultra bölümündeymişiz. Bütün rezervasyon ve ödeme işleri ile kardeşim ilgilendiğinden, neresi olduğuna pek aldırmamıştım. Hatta her şey dahil konseptinin içinde bir de “ultra” diye bir şey olduğundan haberim bile yoktu. Ultranın farkı ne derseniz? Tatil köyünün her servisinden faydanalabildiğiniz gibi kendisinin ayrı, sakin bir havuzu, gece havuzun özel aydınlatması eşliğinde yemek yiyebildiğiniz sakin bir alakart restoranı ve her konaklayanın kendine özel sakin bir terası olması idi. Üçtür sakin diyorum, çünkü tatil köyünün bunaltıcı kalabalığı içinde burasının en değerli özelliği sakinliği idi.

İlk gün bileğinize takılan bilekliğin rengi, hangi bölümde kaldığınızı gösteriyor. Yalan yok, bir hafta boyunca diğerlerinin hafif hasetle baktığı ya da baktığını düşündüğüm bilekliği gururla taşıdım. İnsanın, herhangi bir şey başarmadan kendisini özel hissetmesi ne kadar da güzelmiş?  Başlarda, “kapitalizmin kolay hayat fantezisi” derken, kastettiğim hayatın kolaylaşması değil, rekabete ve sömürüye dayalı toplumsal bir yapıda, insanın en kısa ve mümkünse hiç emek harcamadan ayrıcalıklar kazanma arzusuydu.

Her şey dahil otellerin asıl gücü, ilk günden sizi yakalayan ve dışına çıkılmasına izin kılmayan rutini. O kadar çeşit etkinlik, oymuş, buymuş hepsi boş. Sabah uyan, kahvaltıya git, havuza gir, biraz dinlen, ardından öğle yemeği, sonrasında yine odana çekil, dinlendikten sonra tekrar havuz ya da üşenmezsen deniz, akşam üstü açılan çiğ börek, hamburger köşelerini ziyaret etmeyi unutma, pastahaneye uğra, güya sadece kahve içilecekti, tekrar odana çekil, bu sefer akşam yemeği için çık, çok ilgini çekmese bile animasyonların olduğu sahneye bir bak, en son müzik dinle, bir şeyler iç ve git odana yat. Yarın, öbür gün, daha sonraki gün, sonuna kadar da böyle devam et.

Aslında sizlere küçük bir kentten bahsediyorum. Uyuma, yemek, eğlenme, dinlenme yoğun kalabalıklardan oluşan bir kentten. Tek farkı, özenle çalışmanın kendisinin bu yoğunluğun dışında bırakılmış olması.  Ama bir şey fark etmiyor, geriye kalan her şey bir iş haline dönmüşken. Ürkütücü bir şekilde hissettiğim, çalışma dışarıda bırakılınca, insanda geriye kalanın sadece tüketme arzusu olmasıydı. Tüketim ise en ucuz haliyle sadece yemek yemek olarak vardı.

Her şey dahil oteller, birer bedava dünya fantezisiler. Sattıkları ya da satın aldığınız şey bu. Fanteziler, bilinçdışımızda asla gerçekleşmeyeceğini bildiğimiz arzulardan oluşurlar. Onları fantezi yapan bu özellikleridir ama yine de onlardan vazgeçemeyiz. Her zaman bir eksikliğe ya da bir aşırılığa işaret ederler. Anlattıklarımı düşünecek olursanız, bu mekanlar eksikliğin ya da aşırılığın yerine kolayca ikame edebiliyor, aynı anda her ikisini birden barındırabiliyorlar.

Daha ötesi çıkarsamaları şimdilik size bırakıyor (bu konuya ilerde devam edeceğim), formülü son bir defa tekrarlayarak yazıyı sonlandırıyorum. Her şey dahil oteller de, tıpkı diğerleri gibi ehlileştirme araçlarıdırlar; çalışmayanı disipline, boş zamanı standardize ederler.

Not: Yazının başlığı, "Asıl yabancı gezegen dünyamızdır" diyen bilimkurgu yazarı J. G. Ballard’ın “Yakın Geleceğin Mitosları” isimli kitabındaki öykülerinden birine ait. Yazıya esin olan, bu öyküdür. Kitabın baskısı tükeneli çok oldu. Ama bir yerlerden bulursanız sakın kaçırmayın.

Tüm yazılarını göster