Hasan Köse: Cübbeli, devletle çalışma mesajı veriyor
Hasan Köse, cemaatlerin eğitim alanında var olmamaları gerektiğini ama özellikle de 18 yaş altına yönelik eğitimlerden elini ayağını çekmesi gerektiği görüşünde. Devletin istihbarat aygıtına dönüştürme çabalarının kurbanı olduğunu söyleyen Köse, cemaat ve toplumun dikey ve hiyerarşik örgütlenmesine karşı önlemler alınması gerektiğini savlıyor.
Bazı cemaat ve tarikatlar, Cumhuriyet döneminde bir yandan doğrudan devletin örgütlenmesine katkıda bulunduğu yapılardı. Bütün bu birlikteliğe rağmen bir taraftan da kamuoyu ve basında cemaatlerin baş ağrıtan yapılar olduğuna dair serzenişlere de tanık olunmakta. Cemaatlerin topluma yaşattığı sorunlar, çözüm önerileri ve modern çağda var oluş koşulları üzerine araştırmacı yazar Hasan Köse ile konuştuk.
MEDİNE SÖZLEŞMESİ MÜSLÜMAN VE GAYRIMÜSLİMLERİ KUŞATAN KAPSAYICI BİR SÖZLEŞMEYDİ
Cemaat kavramına dini ve sosyolojik açıdan baktığımızda şu anki cemaat algısıyla İslam tarihinde anlaşıldığı şekliyle cemaat kavramı arasındaki farklar nelerdir?
Tarih boyunca farklı grupları tevhid ederek, grupların gücünü aşıp kamusal bir güç sağlamak iki şekilde mümkün olmuştur. Ya Haniflerin yüksek bir vukufiyetle tespit ettiği “yüksek nass ve emirlik” ya da bir grubun diğerlerini kahredici bir güçle sindirmesidir. (Farabi, Medinetül Fazıla) Bir dönem başarılı olsalar da Haniflerin bütün çabalarına rağmen grupları aşan kamusal ilkeler Mekke’de hâkim kılınamamıştır. Bu iki yolu da deneyenler hep olmuştur.
CEMAATLERİN OLUMLU VE OLUMSUZ ÖRNEKLERİ AYRIŞTIRILMALI
Bir yazınızda "Türkiye’deki “cemaat ve tarikatların” tamamı ulusal sınırlar içinde ve dışında dikey hiyerarşik yönetim kademe ve alanlarıyla örgütlenmiş, otokratik yönetim hiyerarşisine sahip yapılardır" diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
İfade etmeye çalıştığımız, yatay örgütlenme ve komünâllik; tarih ve günümüz örneklerinin analizleriyle, olumsuz ve olumlu örneklerin ayrıştırılması, ideoloji ve alan gözetmeksizin sosyal tabiata uygun, gerek seküler ve gerekse dini cemaatler için geçerli üst hukuki ilkelere ulaşma çabasıdır. Ayrım gözetmeksin hiçbir cemaatin toplum içinde ve kamu kurumlarında hiyerarşik bir şemayla örgütlenmesine izin verilemez. Verilmemelidir. Yoksa FETÖ'den yeterli ders alınmış olmaz. Görünen köye kılavuz aramanın gereği yoktur. Olay kör göze parmak ortadadır. Fiilen hangi yabancı örgütün hangi cemaati kuluçka ve trojen olarak kullandığını bilmek bizim işimiz değildir.
CEMAATLERİN DEVLETLEŞMESİNE İZİN VERİLEMEZ
Peki izin verilmemelidir derken polisiye tedbirler ve güvenlikçi bir bakış açısıyla çözümleme gerekiyor mu diyorsunuz?
Meselenin iki boyutu var. Bir tanesi, cemaat olgusunun insanları tepeden tırnağa bütün kuşaklarıyla beraber aile ve çocuklarına kadar meslek alanlarına göre ve özellikle de kamuda hiyerarşik bir şekilde bir yönetim başlığı altında örgütlüyor. Dikey örgütlenme dediğimiz bu. Bir diğer husus, mekâna göre idari ve bölgesel birimlere göre ayrılarak bir yönetim hiyerarşisi oluşturmasıdır. Bunun adı tarihin her döneminde devlettir. Yalnızca bunun için gerekli güce ulaşması gerekir.
DEVLET DİKEY ÖRGÜTLENEN CEMAATLERİ DAĞITMALIDIR
Peki çözüm polisiye tedbirler diyorsunuz..
Cemaatler serbest bırakılmalı ancak bu şekilde bir örgütlenme şemasıyla örgütlenenler de dağıtılmalı. Hem de adli polisiye tedbirlerle bu yapılmalı. Demelidir ki sendika yasası yokken biz örgütlendik ve bölge başkanlıkları da kurduk. İdari şemamızda bölge başkanlığı yok, Türkiye’nin gerçekleriyle baktığımızda bu, anayasaya aykırı.
O zaman devletin cemaatlerin içine istihbarat unsurlarıyla sızıp süreci tespit edip bu tür hiyerarşik örgütlenme içinde olanları dağıtması gerekiyor diyorsunuz. Yanlış mı anladım?
Daha öte bir şey söylüyorum. Bu işleri bu hale getiren MİT’tir, askeri istihbarattır, NATO ve CIA’dır. 1950 sonrası devletin Sovyet yayılmacılığına karşı almış olduğumuz konumlanmadır. Özelde budur. Genelde ise devletlerin dini ya da beşeri bu tür yapıları birer istihbarat aygıtı olarak kullanmış olmalarıdır. Bir ötesini söylüyorum, doğrudan istihbarat örgütleri bunları yönetmektedir. Bu, cemaatlerin kendi dokusunu yani hizmete ve topluma yararlı olmaya dayalı felsefesini de bozmaktadır. Cemaatler, devletin istihbarat örgütleri ve kontra ispiyonaj alanı olmaktan kurtarılmalıdır.
Cemaatlerin esas sorunu ulusal güvenliği tehdit etmesi değildir. Cemaatlerin esas sorunu çatışmacı cihetleri sebebiyle toplumu birbirine yabancılaştırmasıdır. Daha da kötüsü çocukluktan itibaren insanları içlerine alarak eğitim üzerinden bu yabancılaşmayı gerçekleştirmesidir. Esas büyük tehlike budur.
KURAN KURSLARI KAPALI YAPILAR VE HEDONİST ARZULARA HİZMET EDECEK ŞEKİLDE YAPILANIYOR
Sizce şu an cemaat olarak tanımlanan yapıların en temel sorunları neler? Son olarak yaşanan çocuk istismarı skandalı sizce cemaat ve tarikatlarla ilgili bazı şeylerin yanlış gittiğini göstermiyor mu?
Cemaatler kamusal bir hukuki tanım, sınır ve sınırlamadan azade oldukları için toplumu ve kamu gücünü istismar ederek, siyasi ve idari angajmanların da etkisiyle alanlarını ve hadlerini aşarak azmanlaşmaya devam ediyor. Toplumsal dengelemeyi aşacak güce ulaştılar ve maalesef bu alanda bir “anti-tröst yasamız” yok. Sivil ve resmi kamusal denetimden uzaklar. Kamusal meşruiyet kazanmak için yasal boşluklardan yararlanarak astıkları tabelaların tamamı fason. Resmi şirket, okul, kurs, vakıf, dernek ve yurtlarının yasal yöneticileri göstermelik, yetkisiz ve etkisizdir. Vakıf ve dernekleri, Mevlana’nın ifadesiyle “haktan aldıklarını halka dağıtmak” yerine halktan aldıklarını faize ve güç temerküzüne yarayacak alanlara yatırarak ve müntesiplerini de sömürerek cemaat lordlarına aktarılmaktadır.
Yurtlar ve yatılı Kur’an kurslarının yapıları kapalı olduğu için arzuları baskılanmış olarak yetişmiş kişilerin hedonist hazlarına hizmet edecek şekilde dışarıya kapalı, çocuklar için çaresiz imkân ve ortamlar hazırlıyor. Hükümetin cemaatlerin ıslahı adına adım atması için illa “Boğaz Köprüsü'nü tanklarla çevirmesi mi” gerekiyor?
CEMAATLERİN 18 YAŞ ALTINA EĞİTİM VERMESİ YASAKLANMALI
Elbette cemaat ve tarikatlar gibi karmaşık yapıların sorunlarına ilişkin hazır çözümler üretmek zordur belki ama yine buna katkı sağlayacak neler söylenebilir?
Yöntemleri, tarihi seyri, ibadet anlayışları itibariyle farklılıklar arz etse de tarikatlar sosyal olarak cemaattir ve bugün amaç, iş, oluş ve eylemleri itibarıyla aynıdırlar. Kamu sorumluluğu niyet okumaz, beyan edilen amaç, iş, oluş ve eylemlere bakar. Bunlara bakıldığında hem kendilerini refere ettikleri kurucu ilkelere hem de beyan ettikleri amaç ve ilkesel tanımlara aykırı davrandıkları görülüyor. Mevlana Halid-i Bağdadî'nin tayin ettiği “halifelerine” verdiği beratta “devlet adamlarıyla yalnız görüşmeyi, hediye kabul etmeyi, yaşadıkları beldeden evlenmeyi, mal biriktirmeyi ve tekkenin kapısını başka meşreplere kapatmayı yasakladığı” görülüyor. Bugün hangi tarikatın tekkesi diğer tarikatlara açık?
Tasavvuf büyükleri “şeriat bilmeyene tarikat vermeyi yasaklıyor”. Bugün bazı tarikat büyüklerinin medreselerde ders vermesinden yola çıkılarak “medreselerde çocuklara tarikat verildiği” gibi köksüz bir kanaat vardır. Şeyh Fakirullah Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya medrese tahsilinden sonra, yetişkinken tarikat vermeye başlamıştır. Şeyh Bedrettin dini ve beşeri ilimler tahsilini bitirdikten sonra Mısır'a giderek “tarikat almıştır”. İbn-i Haldun, Kadı İbn-i Arabi’den nakille tasdik ederek “on yaşından önce çocuklara beden eğitimi, tabiat bilgisi, ilmihal, dil ve matematikten başka anlamını bilmediği metinleri (Kuran) ezberletmenin akıl gelişimine zarar verdiğini” beyan etmektedir.
Salt bu ilkelerden dolayı;
1- Cemaatlerin 18 yaş altı çocuklara yaygın ve örgün eğitim vermesi yasaklanmalı, cemaatler tarihte olduğu gibi yetişkin eğitimiyle ve kendi ibadetleriyle uğraşmalıdır.
2- Tüm cemaat iltisak ve irtibatlı eğitim kurumlarına el koyulmalı, çocuk eğitimi akademik ve pedagojik yönleri kamusal ilkelerle MEB Temel Kanunu ana çerçevesine uygun olarak, dini bilgi gereksinimleri de velilerinin rızası doğrultusunda “devlet okullarında veya sivil özel okullarda” sivil kişi ve kurumlarca kamu denetimi esasları ile yürütülmelidir.
3- Özel okullarda ve kamu kurumlarında fiilen kadrolaşmış cemaat mensuplarının “paralel müfredatlar” uygulaması önlenmelidir. Unutulmamalıdır ki Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dahi kurdukları medreselerin genel çerçevesi hariç müfredatını belirlememiş/belirleyememişlerdir. Müfredat kadim sivil ulemanın eserlerinden yapılan seçkiyle tayin edilen tamamen özerk müderris tarafından belirlenmiştir.
4- Tarihte hiçbir cemaat/tarikatın vakfı, vakfın tarikatı yoktur. “Vakıflar özel mülkten var edilir ve özel mülkün doğası gereği belli şartlarla belli alanlara tahsis edilir. Tahsisi yapan bunu ilga yetkisine de sahiptir”(Ebu Hanife). Bugün, bir şekilde cemaat eline geçen mallar, onu sağlayan iradenin dışında kullanılmaktadır. Malları hülle ile özel kişilerin elinde görünse de cemaat liderlerinin uhdesinde “kolektif mal” görünümüne dönüşmektedir. Beyan edilen amaçlar doğrultusunda kullanılmamakta, güç temerküzü sağlanmaktadır. Kamu arazilerinden tarikat ve cemaatlere tahsis veya temlik edilmiş tüm taşınmazlara da el koyulmalıdır.
5- Kuran kursları hafızlık eğitimine on yaşından sonra talebe kabul etmelidir. Cemaat irtibat ve iltisakı açık olan hocalar dışında sivil akademik ve pedagojik yeterliliği olanlarca MEB/DİB personeli tarafından yürütülmelidir. Kurslar, mümkünse gündüzlü olmalı ve fakat illa yatılı ve özel olacaksa yurtlar kurs binalarından farklı ve yine MEB’e bağlı olarak MEB tarafından yönetilmelidir.
6- Vakıflar Genel Müdürlüğü verilerine göre, vakıfların görünen yıllık gelirlerinin çoğunun “diğer gelirler/faiz” kaleminden olduğu görülüyor. Bu, vakıfların kamuya açıkladıkları faaliyet alanlarına gereği gibi harcama yapmayıp kamu malını “kenz” ettikleri anlamına gelmektedir. Ya da güçleriyle mütenasip bir gelir akışına sahip olmadıkları anlamına gelir. Vakıflar her yıl menkul, gayrimenkul varlıkları açısından denetlenip, kamuya beyan ettikleri amaçlar doğrultusunda topladıkları varlıklarından harcamadıkları bölüme aynı amaçla hizmet eden vakıf ve derneklere veya aynı amaçlar doğrultusunda harcanmak üzere kamusal bir vakıf fonuna devredilmelidir.
7- Vakfedilmiş taşınmazların akarları hariç her türlü ticari faaliyeti, menkul kıymetlerden faiz elde etmeleri yasaklanmalıdır. Bu haksızca elde edilmiş malla toplumu ikinci kez sömürmektedirler.
SOVYET YAYILMACILIĞINA KARŞI DİNİ ÖRGÜTLENMELER TEŞVİK EDİLDİ
Osmanlı’da cemaatler yoktu tarikatlar vardı, Cumhuriyet Dönemi’nde ise cemaatler hâkim dini yapılar haline geldi. Sizce cemaatleri hâkim yapılar haline getiren şey neydi?
Osmanlı, farklı inanç gruplarını millet sistemi gereği, gayrimüslim tebaasıyla mabetleri üzerinden örgütlenen cemaatler olarak konumlandırmıştır. Fakat İslam coğrafyasının emperyalistlerce işgal edilmeye başlamasıyla özellikle işgal bölgelerinde olmak üzere Müslüman tarikatlar dışında modern örgütlenme biçimleriyle örgütlenen Müslüman cemaatler de vardır.
Bütün bu tarihi mirasın ıslahının mümkün olmadığını düşünen Cumhuriyet eliti yalnız bu yapılara merkezi yönetimi kapatmayla kalmamış, tüm kültürel kod ve damarları da kurutma cihetine gitmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası dünyada yeni dengeler Türkiye Cumhuriyeti devletini de demokrasiye zorlamıştır. Sovyet yayılmacılığına karşı toplumu duyarlı hale getirmek için dini örgütlenmeler teşvik edilmiştir. Kadim ilmi ve kurumsal geleneklerinden yoksun, kendinden menkul, tarikat ve cemaatler ortaya çıkmıştır. İşte bu dönemden sonra siyasi partiler bu grupları güç temerküzü için kullanmaya başlayınca darbe molalarında uyumlular desteklenirken diğerleri elimine ediliyor zannıyla yeraltına itilmiştir. 20'nci asrın ikinci yarısı boyunca izlenen devlet politikaları önümüze yaşadığımız hibrit demokrasiyi, parçalanmış ve kıblesini kaybetmiş toplumu doğurmuştur ve cemaatler, İslam tarihinde görülmedik oranda ve biçimlerde sisteme angaje olmuşlardır.
Siyasi partilerin cemaat ve tarikatlarla ilişkilerine dair neler söylemek istersiniz?
Bazı marjinal sol siyasi partiler hariç, bugün Türkiye’de hiçbir siyasi partinin cemaatlere karşı kamusal yararı savunabilecek gücü, programı ve hatta niyeti görülmüyor. Bu durum Yahudi lobilerinin Amerikan siyaseti üzerindeki patronajına benzetilebilir.
Osmanlı'ya başkaldıran devrimci tarikatlar var: Babailer, Bayramiler, Melamiler, Kalenderiler vs. gibi. Osmanlı düzeninin bozulduğu süreçlerde toplumsal bir barometre görevi gören bu tarikatlarla şu an devlette örgütlenen bazı tarikatları aynı kefeye koymak haksızlık olmaz mı?
Büyük Selçuklular’da Haşhaşiler devletin zaafına neden olurken, Anadolu Selçukluları'nda Babailer Haçlı Seferlerinin yıkamadığı merkezi otoriteyi zaafa uğratarak Moğol istilasına yol açmıştır. Şeyh Bedrettin’in Kınık soyundan olması, Edirne’de kadılığı dönemindeki ünü, eserleri ve görüşlerini ayrı tutarak söylüyorum. Osmanlı devleti egemenliği döneminde sözünü ettiğiniz hareketlerin bazı meşru sebepleri olsa da durum, temel cesaretleri, bağımsız devrimci inanç ve duruşlarından kaynaklanmıyor. Biri İran’da diğeri Anadolu ve Rumeli’de egemen iki Türkmen devletinin arasındaki mefkûre savaşıdır. Mezhep ve meşrep farkları ise araçsallaştırmalardan ibarettir. Günümüz cemaat ve tarikatlarının gerek İslam dünyasından gerekse Batı’dan yardım alıp, bağlaşıklıklar kurdukları bilinmeyen bir şey değildir. Memlüklü sınırlarında İbni Teymiye'nin bilfiil orduda da Moğollara karşı savaştığı ortamda, Kalenderîlerin Moğol istilası karşısındaki tutumları yenilir yutulur cinsten değildir.
Cübbeli Ahmet silahlanan selefi cemaatler meselesini gündeme getirdi. Siz meseleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
15 Temmuz FETÖ kalkışması sonrası cemaat ve tarikat cerahati patlamıştır. Cemaat ve tarikatlar üzerinden özellikle gençler olmak üzere toplum İslam’dan uzaklaşma eğilimine girmiştir. Tarikat ve cemaatler toplumun gündemindedir. Görünen o ki devlet bu cerahati temizleme ve yerli yerine oturtma zaruretini görmüş ve bunun için de bir eylem planı hazırlamıştır. Cübbeli bu çıkışıyla genelde tarikatları, özelde kendi tarikatını teberri ederek gizlemeye çalışırken diğer yandan devlete birlikte çalışalım mesajı vermektedir. Kim bilir belki de başından beri bu, mesleğidir.
İsterseniz biraz da cemaatlerin dili üzerine konuşalım. “Cemaat ve tarikatların” topluma ve devlete karşı hatta kendi içlerinde katman katman çift dilli ve kapalı yapılar olmasının güç ve egemenlik arayışıyla ilgisini konuşalım isterseniz.
Devletlerin tüm olası devrimci hareketlere sızarak kontrol ettiği, kontrol dışına çıkma istidadı olanları içerden manipüle ederek ayrıştırıp, bölerek çatıştırdığı ve zayıflattığı, en nihayetinde de adli ve askeri yollarla sindirdiği malumdur. İslam dünyasındaki ve özelde de Türkiye’deki cemaatlerin kuşatıcı yüksek bir nassla hareket edememesi kavrayış ve ilim eksikliğinden değil, angaje oldukları ulusal, bölgesel ve küresel istihbarat etkisine bağlıdır… Bu nedenle eşitlikçi, özgürlükçü, hakkaniyete dayalı bir yüksek akla tabi olmamaları bundandır. Hepsi, 'küçük olsun benim olsun' derdindedir. Dil bu üst ilişki ve niyetlerle kurulmaktadır…
Hasan Köse kimdir?
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü'nde özel öğrenci olarak devam eden bir yüksek lisans çalışması var. Bu yıllardan itibaren sendika, sosyal devlet, ekonomik adalet, demokratik katılım, eğitim, kültür ve kimlikler üzerine yazılar ve konferanslar verdi. Yazıları, Yeni Şafak, Güne Bakış, Milat, Özgün Duruş gazeteleri, Yeryüzü, Özgün İrade dergileri ve muhtelif internet sitelerinde yayımlanmıştır. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün Engelli ve Engelli Eğitimi Tarihi kitabı komisyonunda yer aldı, Allah Emekten Yanadır isimli bir kitabı yayımlandı. 2017-2018 yıllarında FETÖ Bağlamında Cemaat ve Tarikatlar isimli bir çalışma yaptı. Eğitim bölümü yayımlanan çalışma, kitap olarak halen yayımlanmamıştır. Benzer araştırmalar yapmaya, konferanslar vermeye ve yazılar yazmaya devam etmektedir.