Hasan Mezarcı’dan Barbaros Şansal’a; Ahmet Türk’ten Ahmet Türk’e

Toplumsal krize çözüm üretmek yerine nefret özneleri yaratarak kamuoyu oluşturmaya çalışan “eski Türkiye” Hasan Mezarcı’nın “aklını almış” ama kendi iktidarını kaybetmişti. Barbaros Şansal şahsında “laik azgın azınlığı” döverek “denge” arayan “yeni Türkiye”nin tutumu da farksız görünüyor.

Hakkı Özdal hakkiozdal@gmail.com

Biz kendi cehennemi gündemimiz içinde debelenirken İngiltere’den tüm dünya için üzüntü verici bir haber geldi pazartesi akşamı. Türkiye’de de özellikle iletişim ve sanat okuyan gençler, gazeteciler ve sanatçılar tarafından yakından tanınan, izlenen İngiliz düşünür ve sanat eleştirmeni John Berger ölmüştü.

John Berger, daha “öngörülebilen” bir zamanda, reklam, televizyon, fotoğraf gibi en “göz önünde”, en bilinen kavramlara yönelik çarpıcı eleştirileriyle tanındı daha çok. Ama öncelikle iyi bir Marksist’ti ve tarihi kavrayışında da bunun güçlü etkisi vardı. “Geçmiş hiçbir zaman olduğu yerde durup yeniden keşfedilmeyi, aynıyla, olduğu gibi tanınmayı beklemez” diyordu. Geçmişte olanların, yaşandığı günkü gibi deneyimlenemeyeceğini, kendi koşullarındaki “bugün”ün bakışıyla “yeni bir gerçeklik” olarak algılanabileceğini söylüyordu bu bakımdan. Geçmiş, içinde yaşayabileceğimiz donmuş olaylar silsilesi değildi, bugünün kuruluşunda da payı olan bu olaylar silsilesi, bugün hareket ederken içinden dersler çıkaracağımız bir “sonuçlar kuyusu” idi Berger’e göre.

Müteveffanın bu bakış açısı, tam da hayattan ayrıldığı gün, bizim cehennemi gündemimiz için de bir kez daha çok anlamlı hale geldi: Modacı Barbaros Şansal’ın, Kıbrıs’tan çekiştirilerek İstanbul’a getirildiği ve uçaktan inişi sırasında, aralarında ulusal havayolları şirketinin “yer hizmetleri” üniformasına sahip kişilerin de bulunduğu bir güruh tarafından, linç saldırısına maruz kalmasıyla…

Barbaros Şansal’a ve ona yapılana döneceğiz. Ama önce biraz geriye gidelim.

* * *

1994 çarpıcı bir yıldı Türkiye için. “Merkez” partilerin bölünmüş bir şekilde girdiği yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri de alan Refah Partisi büyük bir başarı kazanmıştı. “Merkez”de büyük bir panik ve buna bağlı sağlıksız bir tepki örgütleniyordu. RP’nin İstanbul milletvekili Hasan Mezarcı da tam o sıralar, bazı başka vekillerle birlikte bir Meclis önergesi vermişti. Atatürk’e yönelik 1926 İzmir suikastının sanıklarına “iade-i itibar” istiyorlardı. 94’ün şubat ve mart aylarında bu önergeye ve Mezarcı’ya karşı büyük bir “medya kampanyası” yürütüldü. Şimdilerde iktidarın “yakın dostu” olan Milliyet, okurlarının bu “Pis İttifak”a tepki gösterebilmesi için bir telefon ve faks hattı bile açmış, gelen mesajları neredeyse sansürsüz yayınlamıştı. Mezarcı’nın ailesini bulup “Biz Atatürkçüyüz” röportajları yapanlar… “Babası kız kaçırmıştı” demeçleri…

Uğur Mumcu ile HBB kanalında, Yalçın Küçük’le Kürtlerin Med TV’sinde açık oturuma çıkan, resmi ideolojiye çok ters olan fikirlerini sivri dille ve güçlü bir retorikle savunan Hasan Mezarcı, enteresan kişiliğinin verdiği fırsattan yararlanılarak bir nefret objesine dönüştürülmüştü.

Tipik bir İslamcıydı Hasan Mezarcı. Sivas Katliamı’ndaki manzarayı “hafifletebilmek” için “Aziz Nesin kitaplarında Kabe için genelev diyor” diye açıkça yalan da söyleyebiliyor; “Kemalist rejimi sıkıştırabilmek” için Özel Harp Dairesi (kontrgerilla) hakkında soru önergesi de veriyordu.

.

Pragmatist, zeki, nüktedan, belagatli ve bunların tümüyle birlikte “rahatsız edici”ydi. Devletin o zamanki sahipleri, RP’nin zayıf karnı olarak gördükleri Mezarcı’ya (ve birkaç başka isme daha) özel olarak yöneldiler.

Ancak bu kampanyalar, düzenleyicilerinin ümit ettiğinin aksine siyasal İslamcılığın yükselişini önleyemedi. 1995 seçimlerinde RP birinci parti oldu ve bir yıl sonra DYP koalisyonuyla iktidara geldi. Karşı kampanyalar artıyor, Hasan Mezarcı da “rahat durmuyor”du. 'Atatürk milliyetçiliği' kavramını eleştirdiği bir konuşmasındaki “veled-i zina” ifadesi nedeniyle dokunulmazlığı kaldırıldı ve hakkında dava açıldı.

Ancak RP de –şimdiki halefi kadar olmasa da– pragmatistti. Hasan Mezarcı partiden uzaklaştırıldı. Başbakan’ın Necmettin Erbakan, Adalet Bakanı’nın Şevket Kazan olduğu sıralarda, 1997 başında hapse atıldı. 28 Şubat’ı “içeride” karşılayacaktı.

Ve 10 ay sonra cezaevinden “bambaşka” bir Hasan Mezarcı çıktı. Oksijenle sarartılmış uzun saçları, parlak lame kumaştan pelerini ile “Mesih”, hatta bizzat 'İsa'nın kendisi' olduğunu iddia eden bir divane görünümündeydi. O dönemin “ana akım gurusu” Reha Muhtar, canlı yayına çıkarıp alayla “Sen İsa isen Hasan Mezarcı’ya ne oldu?” diye sorduğunda, “O, günahıyla sevabıyla öldü” diye yanıt verecekti. Ama hem bu konuşmaları, hem sonradan yaptığı yayınlar; cezaevinde uğradığı işkence ve onur kırıcı muameleler sonucunda bu hale geldiğine yönelik iddiaları güçlendirdi.

.

Kendisi kötü muameleye uğradığını reddetse de, Hasan Mezarcı, toplumun asıl sorunlarından uzak, dogmatik bir “ilke ve inkılaplar bürokrasisi”nin yarattığı yapay fırtınanın elde ettiği az sayıdaki “zafer”den biri olarak tam anlamıyla meczuplaştırılmıştı. Ahmet Kaya’yı çatal bıçakla kovalayan, Kürtçe konuşmayı yasaklayan, ekonomik çöküntü altındaki halkın acil ihtiyaçlarını İslamcıların sadakacı dayanışma ağlarına terk edip ideolojik bir paranoyaya odaklanan “merkez siyaset” ve onun yöneticisi devletin, aslında sonunun geldiğini gösteren bir Pirüs Zaferi’ydi Hasan Mezarcı’nın “delirtilmesi”…

* * *

Bu iklimin üstüne iktidara gelen AKP, geride kalan 15 yılın ardından, kendi tabuları, “ulu önder”i, kendi dogmatik “ilke ve icraatları”yla; bir başka krizin, askeri, bölgesel, diplomatik, ekonomik, siyasi birçok veçhesi olan ağır bir krizin ortasında, kendi “algı yönetimi”ni uygularken, bir zamanlar baskısına uğradığı ve mücadele eder gibi göründüğü güçlerin bile gerisinde olduğunu gösteriyor sık sık.

Ülkenin içinde bulunduğu acıklı durumu, alışageldik sivri söylemi ile hicveden bir modacıyı, azılı bir teröristi getirir gibi uçaklarla getirtip, bir zamanlar ticari başarıları için deve kestikleri havaalanı apronunda linç ettirmek bunun basit örneklerinden biri.

Twitter’sız zamanlarda ana akım medyanın “küfür hattı” açıp yayınlamasına benzer şekilde, bugün hükümet yanlısı medya ve sosyal medya odaklarından yapılan yayınlar da öyle.

Tutunacak toplumsal bir tabanı kalmayan ama bunu görmek yerine kendisine nefret özneleri yaratarak kamuoyu oluşturmaya çalışan “eski Türkiye” Hasan Mezarcı’nın “aklını almış” ama kendi iktidarını kaybetmişti. Toplumun görülmemiş bir polarizasyonla bölündüğü bir anda, buradan doğacak bir yıkımın en çok kendisini tahrip edeceğini görmek yerine; yılbaşı katliamı ile “güç ve meşruiyet kazandığını” düşündüğü “laik azgın azınlığı” Barbaros Şansal şahsında döverek “denge” arayan “yeni Türkiye”nin tutumu da eskisinden farksız görünüyor.

Ve bu “iki Türkiye”nin ortak olduğu bir nokta daha var: 1997’nin Hasan Mezarcılı, 2017’nin Barbaros Şansallı linç kampanyaları sırasında da Ahmet Türk içerideydi!

Tüm yazılarını göster