'Hasta mahpuslar ölmek üzereyken bırakılıyor'

İnfaz Yasası'nda 2013'te yapılan değişikliğe göre ağır hastalık nedeniyle hayatını yalnız sürdüremeyen mahpusların cezasının infazının ertelenmesi gerekiyor. Ancak düzenlemede bir koşul var: Toplum güvenliği için tehlike oluşturmamak. Bu hüküm hasta mahkumları nasıl etkiliyor? ÖHP, avukatlar ve hasta yakınları anlattı.

Abone ol

DUVAR - İnsan Hakları Derneği’nin son verilerine göre cezaevlerinde toplam 357’si ağır olmak üzere bin 025 hasta mahpus bulunuyor. Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre ise 2017 yılı Şubat ayı itibarı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla ağır ve sürekli hastalığı belgelenen tutuklu ve hükümlü sayısı 841.

İnfaz Yasası'nın “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlığını taşıyan 16'ncı maddesinde 24.1.2013 tarihinde 6411 Sayılı Yasa’yla birlikte bir değişik yapılmış. Bu değişiklikte şöyle bir hüküm yer alıyor: “Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”

Cezaevindeki hak ihlallerine ilişkin çalışan çoğu avukat, bu hükmün içerisinde yer alan “toplum güvenliği bakımından tehlike” ibaresinin yarattığı belirsizlik sebebiyle hasta mahkumların sıkıntılarının bile isteye kolay kolay çözülemeyeceği düşüncesinde.

Türkiye’de, Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Zindanlarla Dayanışma İnisiyatifi, Ceza İnfaz Sistemi Sivil Toplum Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu, kapatılan Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi, Özgürlükçü Hukukçular Platformu'nna bağlı çalışan hapishane komisyonları gibi sivil toplum kuruluşları, dayanışma inisiyatifleri, dernekler olsa da birçok hasta yakını ağır işleyen bürokratik süreçlerden kurtulamıyor.

Hasta tutuklu yaşamını yitirdi

"BU KADAR RAPOR ALABİLDİĞİNE GÖRE MAHPUS HASTANEYE GİDEBİLİYOR"

Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi’nde üç yıldır tutuklu bulunan, “cezaevinde kalamaz”, “yüzde 96 ağır özür” raporları bulunan ve tüm çabalara rağmen tahliye edilmeyen hasta tutuklu Celal Şeker’in 3 Şubat’ta hayatını yitirmesiyle, hasta mahpuslarla ilgili sıkıntılar kısa süreliğine de olsa tekrar hatırlandı. Celal Şeker’in kardeşi Kerem Şeker kamu çalışanı olduğu için konuşmak istemiyor. Celal Şeker, tutuklu bulunduğu son bir yıl içinde birkaç kez kalp krizi geçirmiş, bu süre zarfında iki kez stent takılmış. Kalbinin yüzde 35 civarında çalıştığı söylenmiş ama sonuç değiştirilememiş.

Celal Şeker'in avukatı Muhterem Süren

Celal Şeker’in avukatı Muhterem Süren, birkaç kere adli tıpa gittiklerini, her defasında ret kararı aldıklarını söylüyor. Muş ve Diyarbakır Araştırma Hastaneleri’nden alınan raporlarda ise ilkinde yüzde 93, ikincisinde yüzde 96 engelli olduğu, cezaevinde kalamayacağı rapor edilmiş. Savcılık, infazının geri bırakılma talebini reddedince, infaz hakimliğine itiraz edilmiş. Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda, Celal Şeker’in hastalık durumunun ispatı için başvuru dilekçesinde raporlar sunulmuş. Süren, bu süreci şöyle anlatıyor: “Anayasa mahkemesi bu raporları bizim aleyhimize yorumladı. Kabataslak anlatırsam, bu kadar rapor sunmuşsunuz, demek sizin müvekkil istediği zaman hastaneye gidebiliyor denildi.” Şeker, gözaltına alındığında diyalize gidiyordu. O günden bu yana, üç yıldır cezaevinden tahliyesi için mücadele verildi.

Avukat Numan Arıtürk

Özgürlükçü Hukukçular Platformu (ÖHP), Hapishane Komisyonu Eş Sözcüsü Numan Arıtürk, hasta mahpuslarla ilgili mevzuatta hayati risk koşulunun belirsiz bir şekilde düzenlemesinin, idareye ve yargı makamlarına bir keyfiyet tanıdığını söylüyor. Arıtürk, bir hasta mahpusun ölene kadar tahliye edilmediğini, çoğunun da tahliye olduktan kısa bir süre sonra yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Özellikle politik mahpuslara sürecin çok katı bir şekilde uygulandığını ifade eden Arıtürk, komisyon olarak her ay bölge bölge cezaevlerini ziyaret ettiklerinin, hasta mahpusların sorunlarını dinlediklerinin fakat OHAL sonrası cezaevi koşullarının daha da kötüleşmesinden dolayı, diğer dönemlere nazaran mahpusların morallerinin kötü olduğunun notunu düşüyor. Arıtürk bu durumu, “10 kişi mesela yerde yatıyor. Haliyle buradan psikolojik desteğe varmak çok zor” diyerek anlatıyor.

"ADLİ TIP, SİYASİ MAHPUSLARDA SİYASİ BİR TUTUM ALABİLİYOR"

ÖHP'ye bağlı Hapishane Komisyonu’ndan, aynı zamanda Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin avukat ağında yer alan avukat Ezgi Duman gerek Birleşmiş Milletler gerek Avrupa Cezaevi kurallarına ve bir takım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında belirtilen asgari mahpus standartlarına atıfta bulunarak, uluslararası mevzuatta geçen yükümlülükleri hatırlatıyor. Buna göre, dışarıdaki bir insanın sağlığa erişimiyle hapishanedeki bir insanın sağlığa erişimi arasında bir fark söz konusu olmaması gerektiğinin altını çiziyor.

Uluslararası mevzuatta ağır hasta mahpus ve hasta mahpus olarak iki ayrı başlık olduğunu belirten Duman, ağır hasta mahpuslar bakımından iç hukukta şöyle bir yöntem olduğundan bahsediyor: “Her ne kadar işlevselliği olmasa da tutuklu bir mahkumun ağır hastalık sebebiyle tutuksuz yargılanmayı talep edebilme hakkı her zaman var.” Yani ağır hastaysanız ve tedaviniz hapishanede yapılamıyorsa dışarıda tedavi koşulunun sağlanması gerekiyor.

Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin avukat ağından Ezgi Duman

Buradan illa ölmek üzere olan hastaların tahliyesinin istenebileceği sonucunun çıkartılmaması gerektiğini bilhassa belirten Duman, hapishanede hayatını sürdürmesi mümkün olmayan şizofreni hastalarının da buna dahil olduğunu ifade ediyor. Duman, bu durumlarda, tutukluysa tutuksuz yargılanması gerektiği, hükümlüyse de ceza infaz yasasının 16'ncı maddesinde yer alan infaz erteleme hükmünün kullanılması gerektiğini söylüyor.

"ÖLÜMLER ÇOK GÖRÜNMESİN DİYE ÖLMEK ÜZERE OLANLAR TAHLİYE EDİLİYOR"

“Burada tedavi olamaz, dışarı çıkmalıdır” raporu verilse bile infaz erteleme konusunda savcıların bir son söz söyleme hakkı olduğunu belirten Duman, özellikle siyasi mahpuslar söz konusu olduğunda savcıların “toplum için tehlikelidir” gerekçesiyle o son söz hakkını her zaman için ya da çoğu zaman mahpusların aleyhine kullanabildiğini belirtiyor.

Adli tıp raporlarına değinen Duman, çoğu kez raporların yanlış bir şekilde verildiğini söylüyor. Asla hapishanede kalacak bir durumda olmayan mahpuslara hapishanede kalabilir raporları verilmesinin sebebini şöyle yorumluyor: “Genel anlamda suç politikasının, mahpuslara bakış açısıyla ilgili bir şey bu. Adli tıp, siyasiler söz konusu olduğunda siyasi bir tutum da alabiliyor.”

Hukuki mücadelelerde çoğu zaman çözüm alınamadığını, alınsa bile mahpus yaşamını kaybetmek üzereyken, son anda alınabildiğini söyleyen Duman, bunun nedenini şöyle yorumluyor: “Hapishanelerdeki ölüm oranları çok fazla gözükmesin diye ölmek üzereyken insanları tahliye ediyorlar.”

"GARDİYANLAR BİLE NİÇİN TUTULDUĞUNU ANLAMIYOR"

Denizli T tipi Cezaevi’nde yatan hasta mahpus Halil Yılmaz’ın abisi Cemal Yılmaz.

2014 yılından bu yana sırasıyla Maltepe, Bandırma ve son olarak Denizli T tipi Cezaevi’nde yatan, yüzde 50 zihinsel raporlu hasta mahpus Halil Yılmaz’ın abisi Cemal Yılmaz, iki aydır disiplin cezası alması sebebiyle kardeşiyle görüşemediğini söylüyor. Yılmaz, kardeşi için dört yıldır mücadele verdiğini, bu yüzden işini gücünü bıraktığını, onlarca avukat, milletvekili, gazeteciyle  görüştüğünü, birçok kuruma başvurduğunu ama sonuç alamadığını ifade ediyor. Durumu şöyle özetliyor: “Öyle ki cezaevindeki gardiyanlar bile devletin, kardeşimi niçin cezaevinde tuttuğunu anlamadıklarını söylüyor.”

İki yıl Mardin Cezaevi’nde hücrede, son üç yıldır Bandırma 1 No’lu T tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan şizofreni hastası, Adil Kıpçak’ın babası Nusret Kıpçak, oğlunun ağır ilaçlar kullandığını söyleyerek sözlerine başlıyor. Tutuklanmadan önce Bakırköy, Erenköy Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde ve son olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi gördüğünü, cezaevi sonrası ise her defasında değişen doktorların ilacı değiştirdiğini, dozunu artırıp düşürdüğünü bu yüzden oğlunun durumunun da daha da kötüye gittiğini ifade ediyor. Kalabalığı sevmeyen, ilaçları almadığı takdirde kendine ve etrafına zarar veren Adil Kıpçak buna rağmen 20 kişilik bir koğuşta kalıyor. Birkaç kez koğuş arkadaşlarına zarar verse de, arkadaşları durumunu bildiği için şikayetçi olmamış.

'Hasta mahpuslar ölüme sürükleniyor'

Gittikleri bir doktorun oğluyla dalga geçtiğini, “yalan söylüyor” dediğini anlatan Kıpçak soruyor: “Peki bir çocuk yalan söylese, kendini binadan atar mı, boğazını keser mi, kendi arkadaşlarına zarar verir mi?” Yılmaz, oğlu Adil Kıpçak için evlerine iki kez polisin geldiğini ise şöyle anlatıyor: "Cezaevinde olduğuna inanmayan polis memuru 'Bu çocuğun raporu var, cezaevinde olmaması gerek' dedi. “En sonunda cezaevini aradık” diyor Yılmaz. "Polis memuru, cezaevindeki memurdan duyunca ikna oldu".

Gerçekten 'olağanüstü' bir hal!