Hatırlamayı hatırlamak!

Yılın en iyilerinden birisi olduğu su götürmez bu film hakkında bu satırları okuyanların büyük bir kısmı bilgi sahibidir muhtemelen. Hikaye 1970 yılında başlıyor ve 1971 yılında sonra eriyor. Alfonso Cuarón’un kendi hayatından kesitleri kurgusal bir olarak ülke tarihinin en büyük katliamlarından biriyle birleştirdiği ve odağındaki ailenin kaderinin de bu olaylara bağlandığı çarpıcı bir hikaye bu.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Birini/bir şeyi sevmek bir süre sonra rutindir. Seversiniz ve bir süre sonra neden sevdiğinizi de unutarak sevmeye devam edersiniz. Ta ki, sevdiğiniz kişinin/şeyin bu rutinin dışında bir yüzüyle karşılaşıncaya kadar. O karşılaşma sevmeyi bıraktığınızla yüzleşme ya da neden sevdiğinizi hatırlama anı olarak kayıtlara geçecektir. Alfonso Cuarón imzalı “Roma”, sinemayı neden çok sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatan, dilin yetmediği anlarda görüntünün nasıl da büyük vaha olabileceği gerçeğini yüzümüze çarpan bir film. Belli ki ironisi de burada. Hatırlama üzerine bir filmin, bize sinemayı neden sevdiğimizi bir kez daha hatırlatması. Yönetmenle birlikte hatırlama sürecinin bir parçası haline gelmemiz.

Alfonso Cuarón, bu satırların yazarı için yönetmenlik anlamında teknik becerisi en yüksek isimlerin başında geliyor. “Son Umut”taki (Children of Men) araba sahnesini nasıl çektiğine dair şaşkınlığımız geçmemişken, “Yerçekimi”nin (Gravity) boşluğuna düşürmeyi başarmıştı bizleri. “Yerçekimi”nin senaryosunun vasatlığı bile Alfonso Cuarón’un işçiliğini gölgelemeye yetmiyordu. Cuarón’un son yıllarda sıkça örneğini gördüğümüz ‘gösterişçi’ meslektaşlarından ayrılan yanları var. Perdedeki bu gösteriş merakı seyircinin haz duygusunu tetikledikçe büyüyen bir hal alıyor. Birkaç haftalık “yılın filmi, başyapıt” yakıştırmalarından sonra hızla yeni bir haz nesnesine motive olunuyor ve şov devam ediyor. Oysa Cuarón’un yönetmenlik maharetini daha çok ‘gösterişli’ olarak tanımlayabiliriz. Hatta oldukça da işlevli bir gösterişlilik bu. “Yerçekimi”nde bile boşluk/zaman ve hız duygusuna işlev katabilmek için ortaya çıkıyordu mahareti. Yapabildiği için değil, öyle yapması gerektiği için gösterişliydi sanki o sahneler. Bu durum “Roma”da çok daha önemli hale geliyor.

Yılın en iyilerinden birisi olduğu su götürmez bu film hakkında bu satırları okuyanların büyük bir kısmı bilgi sahibidir muhtemelen. Hikaye 1970 yılında başlıyor ve 1971 yılında sonra eriyor. Alfonso Cuarón’un kendi hayatından kesitleri kurgusal bir olarak ülke tarihinin en büyük katliamlarından biriyle birleştirdiği ve odağındaki ailenin kaderinin de bu olaylara bağlandığı çarpıcı bir hikaye bu. Merkezinde ise kendisine ve kardeşlerine çocukluk yıllarında bakıcılık yapan Liboria “Libo” Rodríguez’den ilhamla yarattığı Cleo var. Kökleri Azteklerden bile önceye dayanan Meksika’nın yerli halkına mensup Cleo, biri kadın üçü erkek dört çocuktan mürekkep bu evin bir arada kalmasını sağlayan tutkal görevi görüyor adeta.

Filmin ilk bölümü, Meksiko City’nin orta sınıf burjuva ailelerinin yaşadığı Roma Mahallesi’ndeki büyükçe bir evin içinde geçiyor ağırlıklı olarak. Alfonso Cuarón, geçmişinin hatıralarını yardıma çağırarak bu ailenin rutin dinamikleri içerisindeki sınıfsal, ruhsal halleri göstermek istiyor seyirciye. Çocukların günlük rutinleri, köpeğin temizlenmeyen kakası, babanın eve karşı sorumsuzlukları, annenin korku ve panik anları, cinselliği keşfediş birbirini tekrar eden rutinlerle akıyor perdeden. Cleo’nun bir yandan baba hariç bütün aileyi bir arada tutan karakter olması ama öte yandan da hem geldiği kökler hem de ev içindeki konumu nedeniyle sınıfsal yeri göze batırılmadan seyirciye hissettiriliyor. Cuarón bunu yaparken kaba, yapmacık yollara başvurmuyor aksine ev içindeki insanların günlük rutinlerinin sınıfsal karakterlerini çıkarıp koyuyor seyircinin önüne. Ancak Cuarón’un geçmişine ve hatıralarına sadakatini sunduğu bu bölümün biraz uzatıldığını belirtmeden geçmeyelim.

Kısa bir süreliğine evden çıkıp Meksika burjuvazisinin resminin çizildiği bölüm kendi başına işlevsel ama film açısından çok da gerekli mi emin değilim. Çünkü o dünya hızlıca girip çıkıyor ailenin ve hikayenin içine. Ailenin kaderinin ülkenin kaderiyle birleşip önce dağılıp sonra yeniden inşa edildiği ‘Corpus Cristi Katliamı’ sahnesinden sonra ise filmin durdurulamaz yükselişine tanıklık ediyoruz. Üniversite öğrencilerinin eylemine saldıran sivil polis ve faşistlerin 42 insanı katlettiği bu olaya tam da kendisinden beklenen bir tanıklık yapmamızı istiyor yönetmen. Bir mobilya mağazasının ikinci katındaki camından! Cuarón, karakterlerini bu kaosun içine düşürmek yerine, onlara manzaralı bir mekân seçiyor. Çünkü onların bulunduğu sınıfsal konum açısından yaşananlar ‘çok yakınlarında ama bir o kadar da dışlarında’ bir hadise. Bu sahne de unutulmazlar arasına girecek kuşkusuz. Yüzlerce insanı bir sokağın içinde ve üstelik bir camın arkasından ‘gözetlemek’ ama sahneyi de böylesine görkemli ve işlevli çekebilmek çok az yönetmene özgü olmalı. Kameranın sokaktan yeniden mağazanın içine döndüğü anda Cleo ve aile de bu katliamın ‘mağduru’ haline geliyor bir anda.

Sabit kameranın Cleo’da donup kaldığı doğum sahnesinin çarpılığı çokça yazılıp çiziliyor ki öyle. Ama asıl katliamın ardından gidilen hastanede tıpkı Cleo gibi şoka girmiş onlarca hamile kadın görüyoruz. Cuarón, bu katliamın Meksika’nın gelecek kuşaklarında yarattığı etkiyi bütün bir kuşağı o gün bir hastanenin çatısı altında toplayarak göstermek istiyor adeta. Ölmemiş olsalar da, ‘ölü doğmak zorunda bırakılmış’ bir kuşağı işaret ediyor böylece. Toplumsal travmanın Cleo’nun kişisel travmasıyla birleştiği bu tarihsel anın ertesinde, evin annesi Sofia da üzerine yıkılmasın diye büyük çaba harcadığı ‘aile’ kurumunun sallanan kolonlarını bırakıyor artık. Yeniden yeni bir şey inşa edebileceğini anladığı anda çökmesine izin veriyor.

Filmin afişine de taşınan fotoğrafın yer aldığı sahne bu dönüşümün manifestosu bir bakıma. Yalnızca görsel olarak muhteşem tasarlanmış bir sahne olduğu için değil, Cleo’nun hayatını anlamlandıran an olduğu için de. Cleo, yeni bir kayıp yaşama korkusunu atlattığı anın hemen ertesinde içine attığı geçmişteki kaybın acısının su yüzene çıkmasına engel olamıyor. Anne ve dört çocuğun acısını paylaşmak için ona sarıldıkları ana dair görüntü büyük bir dayanışma anını temsil ederken aynı zamanda Sofia’da dâhil bütün aileyi bir arada tutan ana kolonun Cleo olduğunun resmi de çıkıyor ortaya. Cleo, yıkımın acısını doğduklarından itibaren baktığı çocuklarla unutmaya çalışırken, Sofia ‘evin direği’nin kocası değil Cleo olduğunu anlıyor.

ORİJİNAL ADI: Roma

YÖNETMEN: Alfonso Cuarón

OYUNCULAR: Yalitza Aparicio, Marina de Tavira, Nancy García, Verónica García, Fernando Grediaga, Jorge Antonio Guerrero

YAPIM: 2018 ABD, Meksika

SÜRE: 135 dk.

Tüm yazılarını göster