Jean-François Richet, 1995’te çektiği ve kendisine ilk filmler kategorisinde Cesar adaylığı getiren “État des lieux”ten itibaren istikrarlı bir şekilde aksiyon sinemasında yoluna devam ediyor. Hiçbir zaman bir gişe canavarı olmasa da, özellikle Hollywood’a geçtikten sonra ‘başaltı’ diye tabir edebileceğimiz kategoride vasat üstü, ‘hoşça vakit geçirmek isteyenlere’ ya da ‘türün sevenlerine’ denilerek tavsiye edilecek yapımlarla çıkıyor karşımıza.
Üç filmin ardından yolunu Hollywood’a düşüren yönetmen 2005 tarihli John Carpenter uyarlaması “Baskın”da (Assault on Precinct 13) Ethan Hawke, Laurence Fishburne ve Gabriel Byrne gibi isimlerle çalışma fırsatı buldu. Üç yıl sonra en iyi filmi olarak kabul edilen “Ölümcül İçgüdü” (L'instinct de mort) ile memleketi Fransa’da büyük sükse yaptı, ödülleri topladı. 2016’da Mel Gibson’un kızına bulaşan bir adam ve çetesini ortadan kaldırdığı “Kan Bağı” (Blood Father) ile Hollywood sularına dönen yönetmen, arada “İmparator: Yeraltı Dünyasının Hükümdarı” (L'Empereur de Paris) için memlekete gittikten sonra bir kez daha Yeni Dünya’da!
Bugün itibariyle sinema salonlarında gösterilen “Uçak” (Plane), on günde ABD’de yaklaşık 20 milyon dolarlık bir hasılat elde etmiş görünüyor. “Uçak”, gerilim ve aksiyonu harmanlamayı başaran ve yönetmenin şimdiye kadarki çizgisini devam ettiren bir yapım. Yani sonda söyleyeceğimizi başta söylersek “hoşça vakit geçirmek isteyen ve türü sevenler için” iyi bir seçenek.
Film, korku/gerilim türünün özel alanlarından ‘uçak’ fobisi üzerine açılıyor. Fırtınalı bir havada Singapur’dan Tokyo’ya gitmek üzere olan bir uçağa konuk oluyoruz. Kaptan pilotumuz Brodie Torrance (Gerard Butler), bir an önce uçağı yerine ulaştırmak ve uzun süredir görmediği kızıyla buluşmak istemektedir. Uçak neredeyse boştur, topu topu 14 yolcu vardır. Bunlardan birisi de yıllar önce bir cinayet işlemiş, yakalandığı için polis nezaretinde geri gönderilen suçlu Louis Gaspare’dır (Mike Colter). Şirket yetkilisi, yolcu sayısı az olduğu için maliyeti azaltmak amacıyla fırtınanın içinden geçilecek rotayı dayatır Brodie’ye. Burada da ince bir kapitalizm eleştirisi yerleştirilmiş. Uçak tabii ki fırtınaya dayanamaz ve Filipinler civarında bir adaya düşer. Yolculardan büyük bir kısmı kurtulur. Ancak bir sorun vardır. Bu ada haydutların elindedir. Zorunlu bir iş birliğine gitmek zorunda kalan Brodie ve Louis hem kendilerini hem de uçaktakileri kurtarmak için azılı katillerle mücadele etmek zorunda kalırlar.
Hikâyeden de anlaşılacağı gibi filmin ilk yarısı, uçak korkusu üzerine bir gerilim gibi inşa ediliyor. Ve bunda da hayli başarılı. İnsan tehdidi dışında bir unsurun, doğanın uçağa zarar verdiği, kaptanın her şeye rağmen ve hatta fizik kurallarını alt üst ederek yolcuları kurtardığı bir gerilim bölümü bu. Uçak adaya iniş yaptıktan sonra adet olduğu üzere gıcık adam, her şeyden korkan bir kadın, soğukkanlı ve kaptanın destekçisi bir kabin memuru da hikâyedeki yerini alır. Bu tür anlatılarda kahramanın hem kendisini hem de etrafındakileri kurtarmak için sağlam bir motivasyonu olmak zorundadır. Bu da genellikle aile olur. Burada da eşini bir süre önce kaybetmiş olan Brodie’nin motivasyonu olarak kızı çıkıyor karşımıza. Öte yandan Louis karakteri de toplumsal önyargılara karşı işlevli hale getirilmeye çalışılıyor. Gençken ‘mecbur kaldığı’ bir cinayet işlemiş olan bu adam, başkalarını kurtarmak için kendi hayatını riske atıyor. Bir tür kefaret ödüyor böylece. Filmin yaratıcıları da ödüllendiriyor kendisini finalde.
En nihayetinde “Uçak” hem havada hem de karada vasat üstü bir aksiyon vaat ediyor seyirciye. İlgililerine duyurulur.