Ne büyük operasyondu değil mi? İstanbul’un Karadeniz sahilindeki üçüncü hava limanı şantiyesinde tahtakurularıyla beraber işlerini yapmaları gerekirken maraza çıkaran işçileri jandarmamız ve polisimiz nasıl da hemen derdest etti. Ne demişti büyüklerimiz, Kenan Evren’in postalının türabını yalarken: Hep patron ağladı, artık ağlama sırası işçide.
Tamam ama işçi dediğin sessiz ağlamalı ne o öyle iş durdurma, talepte bulunma, talep listesinin basın önünde okunmasını isteme? Otur şantiyende ağla… Üstelik bu yasaya göre sadece işçinin ağlaması yetmez, patron da hep gülmeli.
SADECE 27 İŞÇİ ÖLDÜ!
Burası bir cehennem. İki yıl önce: “Sürekli arabalar devriliyor. Çünkü çalışma sahası bataklık. Neredeyse 16 saat çalışıyorsun. Çay saati yok, mola yok. Nefes almak yok. Tatil yok.” Burası, İstanbul’da yapımı süren üçüncü havalimanının şantiyesi.
Burası bir cehennem. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu yılın şubat ayında bir açıklama yaptı: Şantiyede ölü sayısı öyle söylenildiği gibi 400 filan değildi, 27’ydi. Yalancılara bak! 400 değil, sadece 27… Başarıyı alkışlamayı bilmeyip bir de iftira atıyorlar!
MUTLULUĞUN FORMÜLÜ=SİYASET+SERMAYE+CAN
Neoliberal otoriter aklın mutluluk formülü basit: iktidar gücü, sermayedar sermayeyi koyar, vatansever işçi de alınteriyle canını; işçi başka ne verdi de almadı ilk ikisi? Formül, doğası gereği şiddet eşliğinde çalışır; Slavoj Zizek’in “nesnel şiddet” dediği şiddet. (Şiddet, Slavoj Zizek, çeviren Ahmet Ergenç, Encore yayınları.) Bir tarafın parasının artması için diğer tarafın lokmasının azalması gereken düzeneğin devamı için gerekli şiddet. O nedenle biz hükümeti, tahtakuruları ile beraber, ölüm, yaralanma ve hastalık koşulları altında yaşayan işçilerin yanında, şantiye patronlarının karşısında görmedik, patronların yanında ve işçilerin karşısında gördük. 554 gözaltı. Gözaltı, yani adli işlem, yani kriminalize etme, yani şeytanlaştırma işlemi. Dönemin hukuk çarkının bildiği tek hareket biçimi: Devletin şiddet tekeli adalet için değil kayırdığı sınıfın çıkarları için işler.
İNSAN YAKILABİLİR AMA HERKESE SÖYLENMEZ
Burası bir cehennem. İki yıl önce, 31 Ağustos 2016’da şantiyeye bir duyuru asıldı, “iki kişi arasında husumet” sonucu bir kişi öldürülmüştü. “Husumet” denilen şey, ırkçılıktı. Koğuş arkadaşını Kürt olduğu için yakmıştı biri.
“Aranızda zaman zaman anlaşmazlık ve kırgınlıklar olabilir” diyordu duyurunun sinirini gizleyip kendisine akil aile büyüğü süsü vermeye çalışan patron ağızlı kalemşörü. “Hepimiz bir aileyiz” diyor, devam ediyordu: “… sizden bir özel ricamız da içerdeki bir olayın 3 kişilere aktarılmasında da gerekli hassasiyeti göstermenizi rica ederiz.” Hepimiz aileyiz, ama “siz” hassasiyet gösterin. Siz, yani işçiler. Ne hassasiyeti? Üçüncü kişilere anlatmayın emri.
Öyle bir cehennem ki milliyetinden ötürü insan yakılması “aile içi” meseledir ve anormal değildir! Olur böyle şeyler. İnsanlar birbirini yakabilir ama bunu konuşmak, ne büyük ayıp! Bütün bunlar, “… dışarıda projemizle ilgili farklı algılar oluşturmaması” adına önemliydi.
PROJE İLE İLGİLİ ALGILAR
O acul, sinirli ve küstah duyurudaki üçüncü kişiler, kamuoyudur. Kamuoyunun bilmemesi gereken şeyler olduğunu işçilere ilan ediyorlar, bilirse ne olur? “… proje ile ilgili farklı algılar” ne demek?
Havalimanı projesi, ekonomik çarkları çevirmenin ana yolu olarak inşaatı seçmiş iktidarın gururu. Doğal olarak siyasal tartışma konusu. Tuhaf argümanlar eşliğinde: işte Gezi bu yüzden çıktı, 17-25 aralık bununla ilgiliydi, Almanlar kıskanıyor, İngilizler çatlıyor, Amerikalılar patlıyor, solcular baltalamak istiyor…
Müteahhit müteahhittir, işçi çalıştırırken “çalışma mevzuatı”na uymak zorundadır. Örneğin, işçilerin geçen gün polis ve jandarma kapılarını çalmadan, pardon kırmadan önce açıkladıkları taleplerin yarısı bile haklıysa, o sorunların olduğu bir iş yeri, bir şantiye, kapatılır. Projenin önemi siyasal otoritenin hukuksuzluğa karşı yapacaklarını değiştirmez. Fakat değiştiriyor. Niye? Projenin siyasal kararlaştırıcısıyla müteahhidi her konuda hemfikir: İşçi emeği, emeği neymiş, tüm varlığı sömürülmezse işin karlılığı yükselmez, sömürüyü yasal sınırlarda yapmak bile zarar demek. Tek yasak var: “aile içinde”, yani şantiyede olan bitenlerin, ölenlerin, yaralananların, hasta olanların, ölümü, yaralanmayı ve hastalığı davet eden koşulların dışa anlatılması, kamunun bilgilendirilmesi. Medyanın partileştirilmesinin sebebi de budur.
TALEPLER YENİ DEĞİL
Burası bir cehennem. Bu yılın başında, 27 işçinin can verdiğini öğrendiğimiz şubat ayında işçiler ile “şantiye” yetkilileri arasında görüşmeler oldu, işçilerin bazı talepleri vardı: Yemekler kötü. Odalarda tahtakurusu var. Tuvaletler kokuyor ve kirli. Küçücük yerde altı kişi kalıyor. O zaman “anlaşma sağlandı” denildi, orada “boş odalar tespit edilecek” diye bir madde vardı, yani öyle bir cehennem ki boş oda var ama yerini bilen yok!
Kabul edildi denildi ya edilmemiş ki talepler bugün yeniden sıralandı. Son talep listesinin içinde, “taleplerin basın karşısında okunması” da var. Yani üçüncü kişiler duysun, kamu alem bilsin halimiz hal değildir. “Kirvem hallarımı aynen böyle yaz” denilecek kimse kalmadı çünkü.
TAHTAKURUSU DÜZENİ
Duyulmayan ne? Sadece iş cinayetleri değil mesele, neler var:
Banyo, lavabo, tuvaletler pis, anlıyoruz ki. Temizlik imandan gelir ya demek ki imansızlığın bini bir para. Pardon, o insanlar içindi, bu işçiler için.
Tahtakurusu sorunu? Tahtakurusu? Kan emici bir böcek. Patrona ne işçinin kanından değil mi, alınterini emse haksız rekabet derdik, sadece kan emiyor. Biraz kaşınsınlar ne var?
KOMPLOSUZ OLUR MU HİÇ
İşçilerin “neden şimdi” yani havalimanının açılacağı 29 Ekim yaklaşıyorken maraza çıkardığını soran çok elbette. Sanki bardağın taştığı yer, bıçağın kemiğe dayandığı yer böyle takvimlerle belirlenirmiş gibi. Maaşı ödenmemiş, sağlık hizmeti yok, hijyen yok, servis hizmeti bozuk, serviste geçen zaman işe sayılmıyor, sağlık hizmeti istediğinde aşağılanıyor, berbat yemekler veriliyor. “Bu talepler medya önünde okunsun” talebi, bu komplocu aklı evvellerin özenle üstünden atladıkları yeri iyi gösteriyor. Siyasal yetkililer, ekonomik egemenler tek başına nesnel şiddet düzeneğini işletmez, ideolojik desteğe ihtiyaçları var, partili medya, adaletsiz hukuk, alkışçı kalabalık, gerekçe bulucu akıldaneler topluluğu her zaman gerekli formülü üretir: Bilmiyorsak, haberimiz olmamışsa sorun yok. Haberimiz olmuşsa, neden şimdi sorumuz hazır.
HİYERARŞİ ÜRETME MAKİNESİ
“Formen de bizimle beraber yesin” talebi de bu son formülle bağlantılı bir sigorta arayışı aslında: Bir adım önde olanın aldığı bir gıdım fazla, geride olanın aşağılanmasına bekçilik için yetiyor. Tahtakurusu ile birlikte yaşamak kadar utandırıcı. Mühendis değil, idari birim çalışanı değil, haşa patronlar hiç değil, hiç değilse “formen”in yediği kadar kaliteli yiyebilmek. Aynı şantiyede, yoksa gemi miydi o, bu kadar ayrımcılığı üretmek yürürlükteki şiddetin boyutlarını gösteriyor aslında.
Bir de “Azeri işçiler” var. “Bir millet iki devlet” olduğumuz Azeri kardeşlerimizden gelip şantiyede çalışmaya koyulanlar. Anlaşılan sloganlar, paylarına talep listesine girecek kadar ağır bir ayrımcılık düşmesine engel olamamış.
Havalimanının adı ne olacak? Abdülhamit isteyen var, Recep Tayyip Erdoğan öneren var, kardeşim Atatürk adı niye kalmıyor diye soran var. E başka bir isim daha mümkün, cehennem deyin olsun bitsin. Her boyutuyla işçiler için yaşasın cehennem der gibisiniz zaten.