Memlekette sıradan bir gün. Yine sabahın köründe telefon mesajları. Yine aynı kan çekilme hali. Ev baskınları, gözaltılar başlamış. Avukatlar “sosyal medya paylaşımları” yüzünden denen gözaltıların peşinde gizlilik kararı verilmiş dosyalar, kararlar ve muhataplar için koşturuyor.
Her biri birey olmanın dışında farklı alanlarda çalışan emek veren, sivil toplum aktivisti, yazar, çizer insanlar nezdinde bu gözaltıların ve ardından “adli kontrol şartıyla” serbest bırakmaların işaret ettiği bir had bildirme, bir gözdağı var hiç şüphesiz. Tıpkı bir haftayı aşkın süre, savaşa karşı yayınladıkları bildiri gerekçe gösterilerek alıkonan Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) hekimlerinin durumunda olduğu gibi.
GİRİŞİMCİLİKTE SON NOKTA
Ve fakat beterin beteri var. Şimdi hal böyleyken, terörizm ve vatan hainliğinin sınırları bu denli muğlak, olmayan hukuk bu denli siyasallaşmış, barış demek suç olmuşken hani tam anlamıyla zulme tüy diken muhteşem bir girişimcilik haberi gördüm.
Yalova'da bir kafe alışılmışın dışında bir konsept ile hizmete başlamış. Haber bu. Malum, Taksim elden kaybedileli beri bu konsept, tematik kafe ve barlar pek revaçta. Ama bu seferki hakikaten bir başka enteresan. Adını Almanca “tutukluluk” anlamındaki kelimeden alan Haft Coffee isimli mekân, hapishane konseptliymiş. Vallahi şaka değil. Kafede garsonlar gardiyan ve mahkûm kıyafetleriyle hizmet veriyor, içerisinde hücrenin de olduğu kafeye gelen müşteriler, mahkûm kıyafetleri giyerek istediği bölümde fotoğraf da çektirebiliyor. Nitekim haberde böyle hafif erotik, bolca artistik parmaklıklar ardı pozlar var. Elde mutlaka bir bardak kahveyle tabii ki.
Müşterilerin çektirdiği fotoğraflar sosyal medyada paylaşılınca kafenin popülaritesi artmış, işletme, kısa sürede ilk franchising'i Bursa Görükle'ye vermiş. Söz işletme ortağı Canhür Aktuğlu’da: "Kahve satıyoruz fakat kahveden daha çok duygu, daha çok bir hikâye satma peşindeyiz. Bunu da kısa sürede çok iyi bir şekilde gerçekleştirdiğimize inanıyorum.”
HİKÂYE SATIN ALMAK
Aktuğlu amaçlarının aynı zamanda özgürlük arayan herkes için yeni bir kaçış noktası yaratmak olduğunu belirtmiş: "Bir marka yaratmak amacıyla yola çıktık. Bu markamız, özgürlüklerimizin her gün giderek kısıtlandığı, hayallerimizin küçüldüğü, fikirlerimizin zihinlerimize hapsolmak zorunda kaldığı bir dünyada doğdu. Amacımız, cinsiyet ayrımı yapmadan, özgürlük arayan herkes için yeni bir kaçış noktası olmak. İnsanlara birkaç saatliğine de olsa kendisini özgür hissedebilecekleri bir alan sağlamak. Bizim için en büyük özgürlük, istediğin an bir fincan kahve eşliğinde sevdiklerinle vakit geçirebilmektir.”
Bazen aynı zaman ve mekânda yaşamıyor muyuz diye hayret ediyorum. Bir yanda doğrudan tehdit olan, muhalif kesimlerin rehin tutulduğu hapishaneler varken, bunu işletme teması yapabilmek nasıl bir iştir? Hakikaten o tulumlar giyildiğinde, o hücreye girildiğinde bir hikâye mi satın alınmış oluyor. Sahi, hikâye satın almak nasıl bir şeydir?
Beri yanda adını ilk kez duyduğum Türkiye Hacamatçılar Federasyonu, hekimleri gözaltına alınmış Türk Tabipleri Birliği'nin (TTB) 'Savaş bir halk sağlığı sorunudur' açıklamasını "Dik dur eğilme hacamatçılar seninle", "Söz konusu vatansa hacamatçılar yanında 'REİS'" yazan pankartlarla protesto ediyordu. TTB’nin, daha önce hazırladığı birçok raporda hacamat gibi yöntemlerin halk sağlığını tehlikeye attığını savunmuş olması, bu hassasiyet içerisinde (ki kendisi kanımı donduran kelimelerin başında geliyor) minik bir ayrıntıydı elbette.
ALİS HAPİSHANELER DİYARINDA
Ha bir de Seren Serengil cezaevinden çıktı. Magazin tarihi birbiriyle kavgalı ünlülere alışıktır da, hapse attırma bu noktada da yeni bir eşik. Gülben Ergen’in, aleyhindeki yayınlar sonrası talebi üzerine mahkeme tarafından üç günlük zorlama hapsine çarptırılan Seren Serengil, polis arabasından savcılığa her köşede haber konusu oldu. İçerideki bunca insanın muhalif basının büyük oranda susturulması sonrası sesini duyurmak için çırpındığı bir dönemde, biz Seren Serengil’in ‘cezaevi günlükleri’ni okuduk: “Bavulumla geldim, bavulum arandıktan sonra elime iki çöp torbası verdiler eşyalarımı içine koyayım diye. Birisi yardım edecek diye bekledim ama herkes kendisi taşıyormuş… Bayağı bir şey getirmişim gören altı ay kalacağım sanır. İçlik, yün çorap, iki pijama, iki eşofman, makyaj malzemelerim ve onları çıkartmam için gereken temizleyici toniklerim… Sonra elime bir kantin listesi verdiler, istediklerinizi sipariş veriyorsunuz. Cumartesi, pazar burada kimse olmayacağı için ne kadar gofret, çikolata, patlamış mısır, kola varsa aldım… Boşların alınması için düğmeye bastım meğerse burada boş alınmıyormuş. Gelen görevli gardiyanımız burada boşları çöpe atacaksınız, tabakları da siz yıkayacaksınız dedi. Kantinden bulaşık deterjanı ve bulaşık süngeri aldım, boşlarımı kendim yıkadım.”
Seren Serengil, Alis Hapishaneler Diyarı’nda misali, sıradan vatandaşın hayat ve hapishane gerçeği ile yüzleşedursun, eşzamanlı olarak o kafede de birileri hapishane fotoğrafları çektirmekle meşguldü muhtemelen.
Utanmak diye bir şey olmayınca, bir şey de diyesi gelmiyor insanın. Bakıp bakıp geçeceksin önlerinden. Bu zamanda da öğrenilememiş ya haksızlık ve hukuksuzluk acısı, öfkesi, isyanı, geçmişler olsun. Oldu olacak gözaltına alınanları da önce Yalova’daki Haft’a getirin alıştırma niyetine. Siz fotoğraflarınızı çekinirsiniz, onlar da bir kahve içer. Seren Serengil fonda o acı dolu üç gününü anlatıyordur ekranlardan.
Allah kalan aklımızı cümlenizden korusun.