“Bana zamanın ne olduğu sorulmadığı sürece onun ne olduğunu
biliyorum, ama sorulduğunda bilmiyorum” demiş Aziz Augustinus. Yani
zaman üzerine konuşulması en zor konulardan biridir. Zamanın
kendisi kadar olmasa da, geçmiş ve gelecek kavramları için de büyük
ölçüde geçerlidir bu sorun. Aynı Aziz Augustinus geçmiş ve
geleceğin varlığını da sorgulamıştır. Geçmiş var mıdır? Gelecek var
mıdır? Her zaman bir şimdide konuştuğumuza göre aslında yoktur
geçmiş ve gelecek. Şimdi mevcudiyettir. Adı üzerinde geçmiş,
geçmişte kalmış bir şimdidir, gelecek ise henüz gelmemiş bir şimdi.
O halde neden bu mefhumlara sahibiz? Bunun bir anlamı olmalı. Sonuç
olarak Aziz Augustinus şuraya varır: Aslında geçmiş ve gelecek diye
bir şey yoktur. Var olan sadece geçmişe dair bir şimdiki zamanla,
geleceğe dair bir şimdiki zamandır. Ben bu yazıda gelecek değil
geçmiş üzerinde durmak istiyorum.
Demokratik toplumlar kamusal alanı görece geniş toplumlardır.
Medeniyet kavramı zaten bunun için icat edilmiştir. Medeni olmayan
demokratik toplum yoktur. Medeni demek şehirli demektir. Ancak
şehirli olmak yetmez aynı zamanda kamusal olmak da gerekir. Bu işin
mekânsal yönüdür. Ama işin bir de zamansal yönü vardır. Demokratik,
medeni toplumlar genellikle geniş bir zaman kipinde yaşarlar. Geniş
zaman kipi demek geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesi açısından
sürekliliğin her şeye rağmen kopuşlardan daha önemli olduğu
anlamına gelir. Yedi kuşaktır aynı şehirde ikamet eden, beş
kuşaktır aynı şapkacıdan el yapımı şapka satın alan insanların
zamanı daha geniş bir biçimde algılamaları şaşılacak bir şey
değildir. Tıpkı her sabah uyanıldığında her şeyin yeni baştan
düzenlendiği bir ortamda ise insanların sürekli gidiyorum,
geliyorum demelerinin eşyanın tabiatına uygun olması gibi.
Medeniyet temsildir, çoğulluktur. Hayatınızı ne kadar geniş bir
veri seti üzerinden, ne kadar çok farklılığın katılımıyla inşa
edebiliyorsanız, o kadar medeni olursunuz. En geniş anlamıyla bir
dünya mefhumuna sahip değilseniz eğer medeni olmanız mümkün
değildir. Aynı şekilde geçmişten hangi zenginlikte
yararlanabildiğiniz sizin medeniyet kalitenizi de belirler.
Rönesanslar, Reformasyonlar hep geçmişe dönük faaliyetlerdir.
Örneğin kadim Yunan metinlerinin ya da İncil’in bizatihi kendisinin
tekrar kıymetli hale gelmesidir. Zaten geniş zaman kipini egemen
kılan geçmişin şimdiyle güçlü bir ilişki içinde olmasından
kaynaklanır.
Geniş zaman kipi aynı zamanda geçmişin ne olduğu ve geleceğin ne
olması gerektiği konusunda ortalama bir toplumsal huzur gerektirir.
Bu anlamda örneğin sivil bir anayasa üretmeyi becerememiş
toplumlarda huzur da olmaz, geniş zaman kipi de yaygın değildir.
Aslında geçmiş ve gelecek ya da daha doğru bir deyişle geçmişe dair
şimdiki zaman ve geleceğe dair şimdiki zaman şimdide kapışırlar.
Şimdinin en büyük kavgaları geçmişin ne olduğuna ve geleceğin nasıl
olacağına dairdir.
Toplum kavramı, hatta daha provakif olmak gerekirse düzen
(kosmos) kavramı ancak ve ancak geçmişe dair genel hükümlerin en
azından belli ölçülerde ortaklaşmasıyla mümkündür. Hükmü verilmiş
olanların çoğunlukta olması önemlidir. Örneğin hapishanelerinde
hükümlü kadar tutuklu olan bir ülkede huzur olmaz. Geçmişe dair
genel hükümlerin çok az, tartışmaların ise çok bol olduğu
toplulukları ise hayaletler basar. Geçmişe dair hiçbir tartışmanın
bitmediği, hemen her sabah yeniden hortladığı ve geçmişin, halin
siyasi çıkarlarına alet edildiği bir ortamda aslında hayaletler
yaşayanlara hükmediyordur. Oysa Aziz Augustinus’a göre zaman
şimdinin iktidarıdır. Şimdinin geçmişe ve geleceğe doğru
genişlemesidir geniş zaman. İnsanlık kavramı ölü gömmekten gelir.
Yani insan ölüsünü gömen yaratıktır. Ölü gömmek ise asla sadece
fiziksel bir edim değildir. Ölülerini sadece fiziksel olarak değil,
aynı zamanda zihinsel olarak da gömemeyen topluluklar medeni
olamazlar.
Örneğin bazı ülkelerin sekiz ila on bin dolar ortalama milli
gelir seviyesine demir atmaları sadece ekonomik bir mesele
değildir. Nicelik ve nitelik olarak üretim kapasitesi sadece
ekonomi alanının bir konusu değildir. Toplumlar zihni enerjilerinin
çok büyük bir bölümünü örneğin geçmişteki olayların nasıl
yorumlanması gerektiğiyle harcıyorlarsa eğer halin çok kaliteli bir
üretim kapasitesine sahne olması pek mümkün değildir. Hatta geçmişe
dair bazı değerlendirmelerin gerçeklik duygusundan neredeyse
tamamen koptuğu hallerde ise durum daha vahim olabilir. Sürekli
olarak hayaletlerle uğraşanların gerçeklik duygularını
koruyabilmeleri mümkün değildir.
Herkesin geçmişin hayaletleriyle uğraştığı bir topluluk perili
evlere benzer. Geçmiş, hayaletler üzerinden şimdide öyle bir
tahakküm kurar ki paralize olursunuz, üretemezsiniz. Üretseniz bile
ürettiğinizin katma değeri düşük olur. Çünkü zihnen siz tam olarak
şimdide mevcut değilsinizdir. Hatta her yerde hayaletlerin
dolaştığı bir şimdide yaşayan öznelerin alanı giderek daralır.
Tıpkı hayaletler yüzünden bazı odalara girememek gibi!
Geçmişle hesabı, muhasebeyi artık bir yerlerde bitirmek gerekir.
Öyle ya da böyle! Bunu en azından belli bir seviyede başarabilen
toplumlar geceleri daha rahat uyurlar. Kapılarını, pencerelerini
daha rahat bir biçimde açarlar. Hatta onları açık bırakabilirler.
Karanlıktan da, aydınlıktan da korkmazlar.
Yani mesele sadece kimilerinin dediği gibi “orta gelir tuzağı”
değildir. Keşke o kadar basit olsaydı. Mesele aynı zamanda
hayaletler sosyolojisidir.