Hayaller NASA, gerçekler Bandırma

“Bandırma Füze Kulübü”, hisli bir hikaye değil. Hatta bütün engellemelere rağmen başarıya ulaşmış bir hikâye. Amatör bir ruhla, liseli gençlerin uzay merakında hareketle çıktıkları yolda kat ettikleri mesafe hiç de azımsanmayacak bir şey. Bu bile başlı başına yeterliyken, hikâyeyi bağlamından kopartıp zorlama bir final inşa etmek biraz “Türk’ün Türk’e propagandası” olmuş kanımca.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Bir kez daha “'Ayla' ve 'Müslüm'ün yapımcısı” Mustafa Uslu filmiyle karşı karşıyayız. Gerçekten kendisi aynı şablonu başka başka hikâyelere yerleştirip filmler çekmekte giderek mahirleşiyor. Hatta öylesine bir imza ki bu, filmlerin yönetmen koltuğuna oturan önemli isimlerin bile önüne geçiyor çoğu zaman.

Ömer Faruk Sorak’ın yönettiği “Bandırma Füze Kulübü” bir kişiyi değil, bir grubu ve hatta bir durumu anlattığı için öncekilerden küçük nüanslarla ayrılıyor. Giriş bölümünde bol acı, keder ve engeller var yine. Gelişme bölümünde kahraman(lar)ımızın iniş çıkışları ve yükselişleri, sonra bir düşüş, finalde ise yeniden zirve…

Filme geçmeden önce, “Bandırma Füze Kulübü”nün 1957 yılında gerçekten kurulduğunu, ilerleyen yıllarda amatör roketler yaptıklarını, hatta bu kategoride düzenlenen bir yarışmada ABD ve Almanya’dan sonra dünya üçüncüsü olduklarını belirtelim. 1960’lı yıllarda Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği (HUZAD) adını alan bu oluşum hala faaliyetlerini sürdürüyor.

Film, 1946’da İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde açılıyor. Henüz birer çocuk olan Umut ve Leyla ile tanışıyoruz. Sonra on yıl kadar atlıyoruz ve gençlerin lise dönemindeyiz. Umut’un babası ölmüştür. Leyla’nın babası da Bandırma’nın önemli yerel gazetelerinden birisinin patronudur ve ABD’lilerle iş birliği halindedir. Tam o sırada 1957’de Sovyetler Birliği, Sputnik mekiğini uzaya fırlatır. Dünyayı sarsan bu dalga, Umut ve yakın arkadaşı Hasan’ı da heyecanlandırır. Bir başka arkadaşları Mustafa ile öğretmenleri Kemal’in de desteğiyle kendi roketlerini yapmak için harekete geçerler. Leyla ile Hasan’ın sevgilisi Zehra da bu ekibe katılır.

.

Yaptıkları küçük denemeler duyulmaya başlanınca, tabii ki “başımıza icat çıkarmayın” diyen eşraf ve siyaset erbabı gençlerin hevesini kaçırmaya çalışır. Ama o sırada belli ki “rahatsız bir genç subay” duruma el atar ve gençlere destek olur. “Bandırma Füze Kulübü kurulur” böylece. Gençlerin çabaları dikkat çektikçe destekleri de büyür. En nihayetinde bu çabalar NASA tarafından da görülür ve ikisi çalışmak üzere davet alır. Öte yandan da Umut ile Leyla’nı imkansız aşkını takip ederiz.

“Bandırma Füze Kulübü”, memleketin parlak zihinlerinin akın akın başka ülkelere gittiği bir dönemde, meseleyi bir kez daha gündeme taşıyor aslında. Bu ülkenin gençlerine eğitim ve olanaklar sunulduğunda bunun hakkını verdiğinin, köstek olunmazsa var olan durumdan çok daha ileri bir noktada olmanın hiç de olarak dışı olmadığının kanıtı gibi aslında Bandırmalı gençlerin o dönemki hevesleri.

.

Ne var ki, bu hikâye de hem gereksiz ayrıntılarla boğulup seyirci istismar ediliyor hem de gerçeklerinden saptırılıp, bağlamından kopartılıp umut verici değil, gaz verici hale geliyor. Öncelikle, memleket sinemasının dönem filmlerindeki klasik hastalıklarının burada da devam ettiğini belirterek başlayalım. Türkiye’deki her dönem filmi için her yer Beyoğlu’dur. Tiril tiril kıyafetler, şapkalar, kolalı gömlekler, gıcır gıcır ayakkabılarıyla Pera’ya eğlenmeye gider gibidir halk. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Bandırma’da da durum böyle. Bütün elbiseler terziden, Sümerbank’tan o sabah alınmış gibi giydirilmiş herkes. Yırtık, yamalı, kirli tek bir elbise görmek olanaksız. Bandırma sokakları, aynı dönemdeki İstiklal’den farklı değil. Arabalar, muhtemelen koleksiyonerlerden kiralandığı için bakımlı ve cilaları göz kamaştırıyor. Yani hayli steril bir laboratuvar ortamında kuruluyor memleket bir kez daha. Hal böyle olunca bunun içinde kurulan her hikâye de biraz yapay kalıyor maalesef. Hakkını yemeyelim. Türkiye’de dönem filmlerindeki en büyük sıkıntı prodüksiyon maliyeti. Çünkü 20 yıl öncesinin sokaklarını bile bulmak imkansız olduğu için birçok set yeniden kuruluyor ya da dijital olarak yaratılıyor. Mustafa Uslu filmlerinde bu bakımdan gerekli özenin ve kaynağın aktarıldığı her zaman gözleniyor. Ancak, yalnızca burada değil temel olarak memlekette dönem filmlerinde kostümler her gün bayram havasında gibi oluyor nedense.

İkinci olarak Umut ve Leyla’nın aşkı derinlik kazanamıyor maalesef. Daha doğrusu hikâyede bir ağırlık kazanamıyor. Kavuşamayan aşıklar, Mustafa’nın hastalığı gibi seyircinin bam teline dokunmaya, onu hislendirmeye yönelik kurgular meselenin özünü biraz kaydırıyor kanımca. Bir de karikatür bir CIA karakteri ekleniyor üstüne. O kadar karikatür ki ABD’ye gönderdiği zarfın üstüne CIA’in açık adını ve adresini yazıyor! Buna bir de finalde hayali ve zorlama olduğu her halinden anlaşılan bölüm de eklenince film, heyecan ve umut yaratmaktan çok gaz verme misyonu üstleniyor sanki.

“Bandırma Füze Kulübü”, hisli bir hikaye değil. Hatta bütün engellemelere rağmen başarıya ulaşmış bir hikâye. Amatör bir ruhla, liseli gençlerin uzay merakında hareketle çıktıkları yolda kat ettikleri mesafe hiç de azımsanmayacak bir şey. Bu bile başlı başına yeterliyken, hikâyeyi bağlamından kopartıp zorlama bir final inşa etmek biraz “Türk’ün Türk’e propagandası” olmuş kanımca.

Tüm yazılarını göster