Jean Baudrillard yaşıyor olsaydı “hayasız taraftarlık” der ve bir zamanlar yazdıklarını tekrar ederdi: “Özgün bir politik strateji yokluğunda (belki artık mümkün değil bu), akılcı bir toplum yönetiminin olanaksızlığı karşısında, devlet toplumsallığı ortadan kaldırıyor. Artık politik iradeye göre değil, şantaja, caydırmaya, simülasyona, kışkırtmaya ya da göstermelik özen göstermeye göre işliyor devlet. Devlet, bir sevgisizlik ve umursamazlık politikası keşfediyor. Her tür resmi politikanın arkasındaki trans-politikanın gerçekliği budur: toplumsallığın yok olması karşısındaki hayasız taraftarlık.”
Gerçi Baudrillard’ın bu tespiti bile bizdeki toplumsal anomaliyi izaha yetmiyor.
ABD’nin Suriye’deki Kürt politikası karşısında anti-emperyalist kesilip “Coni’nin bu bölgemizde ne işi var” diye haykıran İslamcıların, aynı ABD’nin 14 Nisan’da Esad’ın hükümranlık bölgesine yönelik saldırısına “Çok az füze atıldı, içimizi serinletmedi” tepkisi hayasız taraftarlığın çok daha uç bir noktasına işaret ediyor.
Hükümetin, onun medyasının, iltisaklı STK’ların “neden bu kadar az füze atıldı” diyerek “tiyatroya”, “vicdan istismarına” veryansın etmesinin teşhirlik bir yanı yok aslında.
Çünkü Türkçü-İslamcı ittifak bileşenlerinin “vicdanı”, düşman bellediklerine vuran veya vurmayan emperyalistlerle ilgili tutarlı işliyor. Neyse ki ne tarih onlardan yana işliyor ne de talih.
Fakat TSK ve cihatçıların Efrîn’i ele geçirdiği gün yüzünü öte yana dönen, ama ABD’nin saldırısını “Haydutlar sahnede” manşetiyle karşılayan “hakiki” anti-emperyalistlerin tutarsızlığını tartışmak, ABD’nin saldırısına tepki gösteren “komünistlerin” Efrîn'in ele geçirildiği 18 Mart günü belediye zammını protesto etmekle meşgul olduğunu hatırlatmak durumundayız. Zira “talihi” ezilenlerden yana çevirmek için hayalı bir taraftarlığa, tutarlılığa ihtiyaç varken bundan geri durmak sadece muktedirin işine yarar.
Karl Marx, “Özgürlük yoksunluğu hâkim olduğunda ortam yalnızca talihin meselesi haline gelir” derken eksik söylemiş. Özgürlük yoksunluğunda ortam yalnızca talihin değil, ahlakın, hayanın meselesi haline de gelir. “Talihi” tarihsel devamlılık kadar, özgürlük yoksunluğundan mustarip olanların ahlaki duruşları, ideolojik tutarlılıkları, mücadelenin mecburiyetine duydukları inancın düzeyi belirler. Dolayısıyla Marx’ın işaret ettiği talihi yazan tarih, hayasız taraftarlık kadar özgürlük yoksunluğundan mustarip olduğu halde talihi ıskalayanları da yazmazlık etmeyecektir.