‘Hayat eve sığar belki ama ev kira olunca işler değişiyor’

Pandemi döneminde çalışmak zorunda olan emekçilerin yaşadıkları sorunları ve süreç içerisindeki deneyimlerini aktaran 'Eve Sığmayan Hayatlar' belgeseli aralık ayında izleyiciyle buluşacak. Kargo, market, sağlık ve banka çalışanlarını merkeze alan ve deneysel tarzıyla dikkat çeken filmin yönetmeni Sertaç Yıldız, “Bu çalışmak zorunda olan milyonların dolayısıyla hepimizin hikâyesi” dedi.

Abone ol

ANKARA - Covid-19 salgını sürecinde milyonlarca işçi, ‘Evde Kal’ çağrılarının yapıldığı dönemde çalışmak zorunda kaldı. Merkezine kargo, market, sağlık ve banka çalışanı dört emekçiyi koyan “Eve Sığmayan Hayatlar” belgeseli pandemi döneminde çalışmak zorunda olan işçilerin yaşadıklarını gün yüzüne çıkardı.

“Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın Bizi Bağlayan Şeyler Özel Desteği ile çekilen belgesel, işçilerin salgın dönemindeki hak ve taleplerini kendi deneyimlerinin yanı sıra süreç içerisinde yaşanan güncel gelişmeleri kronolojik şekilde yer vererek yansıtıyor.

‘SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI BİZİM İÇİN FAZLA MESAİ DEMEK’

Yönetmenliğini Sertaç Yıldız’ın üstlendiği “Eve Sığmayan Hayatlar” belgeselinde çalışanlar bu süreçte yaşadıklarını, “Hayat eve sığar belki ama ev kira olunca işler değişiyor”, “Sokağa çıkma yasağı bizim için fazla mesai, bitmeyen kuyruklar”, “Biz virüsün olmadığı başka bir evrende yaşıyorduk sanki” cümleleriyle ifade ediyor. Güvenlik gerekçesiyle isimlerine ve seslerine yer verilmeyen çalışanların koşullarını anlattıkları mektupları ise oyuncular Nur Sürer, Laçin Ceylan, Mahir Günşıray ve Kerem Fırtına seslendirdi.

Yönetmen Sertaç Yıldız: Sınıfsal durumu ortaya koymak için bu belgeseli düşündük. Özellikle “hayat eve sığar” gibi cümlelerle insanların evlerde bu süreci geçirmesine yönelik çağrılar vardı ama Türkiye’de milyonlarca insan çalışmak zorundaydı. Bu çağrı şanslı bir grup için geçerliydi yoksa emekçiler için bu durum söz konusu değildi. 


İlk gösterimi aralık ayında TİHV’in düzenlediği ‘İnsan Hakları Belgesel Günleri’nde online olarak gerçekleşecek belgeselin yönetmeni Sertaç Yıldız, sorularımızı yanıtladı...

Pandemi koşullarında film çekimlerinde geleneksel yöntemler de değişime uğradı. “Eve Sığmayan Hayatlar” bu anlamda yenilikçi ve deneysel bir belgesel olarak karşımızda duruyor. Pandemi süreci üretim sürecinizi nasıl etkiledi?
Pandemi insanları yeni eylemleri bulmaya zorlayan bir süreç oldu.  Her anlamda. Sadece sinemada değil çalışma yaşamında birçok alanda dönüşüm yaşandı. Bizim açımızdan pandemi birçok şeyi yapmamıza müsaade etmiyor. Teknik olarak alışılagelen belgesel, röportajlar yapmak, insanlarla bir araya gelmek gibi şeyler mümkün değil. Bunun için alternatif bulmanız gerekiyor. Biz de burada bir alternatif yol denedik. Biraz daha deneysel diyebileceğimiz tematik olabilecek anlatımlarla pandemi ortamını kullandık. Bu belgesel koşulların yarattığı bir belgesel oldu. Daha farklı olabilirdi ama pandemiden doğan ve pandeminin belirlediği bir belgesel oldu.

‘PANDEMİNİN SINIFSAL ÇELİŞKİYİ DERİNLEŞTİRDİĞİNİ GÖRÜYORUZ’

Kargo, market, sağlık ve banka çalışanı dört emekçiyi merkeze alıyor film. Çalışma alanları farklı olan bu kişiler size göre pandemi döneminde nasıl ortaklaştı?
Bu meslekler önemli oranda insanlara en çok teması olan meslekler. Pandemiden en çok etkilenmesi muhtemel olan mesleklerdi. Sınıfsal durumu ortaya koymak için bu belgeseli düşündük. Özellikle “hayat eve sığar” gibi cümlelerle insanların evlerde bu süreci geçirmesine yönelik çağrılar vardı ama Türkiye’de milyonlarca insan çalışmak zorundaydı. Bu çağrı şanslı bir grup için geçerliydi yoksa emekçiler için bu durum söz konusu değildi. Burada pandeminin sınıfsal çelişkiyi derinleştirdiğini görüyoruz.  Her şeyin sınıfsal olduğu duygusu ve pandeminin de bu sınıfsal çelişkiyi derinleştirdiği için böyle bir şeye girdik. Bu süreçte farklı mesleklerden insanlarla da yazıştık. Bu seçtiğimiz alanlarda çalışma alanındaki hiyerarşi çok belirgindi. Bu dört meslek temelinde insanlarla teması en çok olan pandemide en çok riskli olan alanda çalışanları seçtik.

‘PANDEMİ AYNI GİRDABIN İÇERİSİNE SOKTU BİZİ’

Belgeselde yer alan çalışanlar bu dönemde yaşadıklarını anlatırken ortak kelimeler etrafında söylemlerini üretiyorlar. Bu yaşadıkları döneme dair, “endişe”, “kaygı” ve “belirsizlik” öne çıkan kelimeler. Anlatı da bu kelimeler üzerinden şekillenmiş gibi hissettirdi bana…
Pandeminin en yoğun yaşandığı mart, nisan ve mayıs aylarındaki duyguları; endişeyi, kaygıyı anlatıyorlar. Şimdi de durum devam ediyor ama belki bununla yaşamaya alışmış olabilirler. Ama ilk pandeminin başlaması itibariyle herkes için geçerli olan bir şeydi bunlar. Bu virüsün ne olduğunu ne getireceğini bilmiyorduk. Bu da bakıldığında hepimizin hikayesi gibi bir şey. Orada çalışanların söylediği şeyler, hisler herkes için ortaktı. Pandemi aynı girdabın içerisine soktu bizi.

Belgeselinizi izlediğimde benim de hissettiğim anlatılanın bizim hikayemiz olduğuydu…
Kesinlikle öyle. Meşhur söz, ‘Anlatılan sizin hikayenizdir’. Milyonlarca insanı ilgilendiren bir durumdu ve bu kadar insan çalışmak zorundaydı. Belgeselin temel hareket noktası olarak da söyleyebileceğimiz bir şey bu. Salgınla mücadele etme konusunda sınıfı geçemeyen iktidar sürekli evde kalın diyordu ama milyonlarca insan da çalışmak zorundaydı. Bu çalışmak zorunda olan milyonların dolayısıyla hepimizin hikayesi.

‘BİRÇOK İNSANIN EVİNE KAPANIP SALGININ BİTMESİNİ BEKLEYECEK LÜKSÜ YOK’

Belgeselde bu dönemde çalışmak zorunda kalan emekçilerin mektuplarında ifade ettikleri çok çarpıcı cümleler var. “Hayat eve sığar belki ama ev kira olunca işler değişiyor”, “Sokağa çıkma yasağı bizim için fazla mesai, bitmeyen kuyruklar”, “Biz virüsün olmadığı başka bir evrende yaşıyorduk sanki” bunlardan bazıları. Belirttiğiniz ‘bizim hikayemizi’ özetleyen cümleler öyle değil mi?
Burada aslında salgınla ilgili alınan önlemlerin karşılığının gerçek hayatta olmayışıyla ilgili bir durum var. Birçok insanın evine kapanıp salgının bitmesini bekleyecek lüksü yok. İşte burada, o lüksü olanlarla o lüksü olmayanlar arasındaki ayrım ortaya çıkıyor. Sosyal medyada pandeminin başlamasıyla birlikte burjuva kesiminden insanların evlerinden paylaştığı fotoğraflar vardı ‘evde kalın’ diyerek. Bunun üzerine de bir yanda çalışmak zorunda insanlar vardı. Söylenen şeylerin gerçekliği yoktu ya da bu mesajların hedef kitlesi emekçiler değildi. Emekçilerin her zaman çalışması gerekiyordu ve bu yüzden ayrı bir evrende yaşıyorlardı çünkü virüs yokmuş gibi hatta hiçbir şey yokmuş gibi çalışmaları isteniyordu. Kontrollü çalışmak yerine daha fazla çalıştırılmaya, daha fazla moobinge maruz kaldılar. Pandemi emekçiler için ekstra bir yük getirdi. Salgının bütün faturası emekçilere kesildi.

‘EMEKÇİYSENİZ COVİD-19 OLSANIZ DAHİ ÇALIŞMAK ZORUNDASINIZ’

“Ya evde kalarak sağlığımı koruyup açlıktan öleceğim ya da sağlığımı hiçe sayıp para kazanmayı seçeceğim. İkisini aynı anda sağlayabilen ayrıcalıklı sınıftan olmadığımız için…” cümlesi de yine oldukça çarpıcıydı.
Covid-19 pandemisinin sınıfsal uçurumu belirginleştirdiğini ve bir kez daha ortaya serdiğini görüyoruz. Sadece çalışmak zorunda olmak ya da olmamak da değil. Örneğin test yaptıramamak, tedavi görüp görememek. Bütün bunlar da aynı şekilde karşımıza çıkıyor.  Bugün gidip para verip test yaptırabiliyorsunuz. Belgeseldeki kargo çalışanının söylediği gibi, ayrıcalıklı sınıftansanız tedavi görebilirsiniz, istediğiniz hastaneye gidebilirsiniz. Ama emekçiyseniz Covid-19 olsanız dahi çalışmak zorundasınız. Çalışmak istemezseniz de açlıkla karşı karşıyasınız. Bu süreç hala bu şekilde devam ediyor. Bu sınıfsal çelişki katlanarak her gün karşımıza çıkıyor.

SÜRER, CEYLAN, GÜNŞIRAY VE FIRTINA İŞÇİLERE SES OLDU

Belgesel, dört çalışanın kendi çalışma yaşamlarına ilişkin deneyimlerinin yanı sıra güncel gelişmelerle salgının seyrini kronolojik olarak görselleştirerek de aktarıyor.
Türkiye’de salgının işleyişi, salgın karşısında alınan önlemler ve çalışanların verdiği refleksleri nasıl karşıladıklarıyla ilgili bir çelişkiyi ortaya koymak açısından yer verdik. Örneğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiği tarihte market çalışanına nasıl bir etki yarattığı ortaya kondu. Ya da herhangi bir gelişmenin çalışanlar nezdinde nasıl bir karşılığı olduğu üzerinden bir kurgu tasarladık. Pandemi atmosferinin Türkiye’de nasıl ilerlediğini anlatmak için etkili oldu.

İşçilerin yazdıkları mektuplara oyuncular Nur Sürer, Laçin Ceylan, Mahir Günşıray ve Kerem Fırtına seslendirmiş.  Bu dönemde bu koşullarda ortaya çıkan belgeseldeki seslendirmeler anlatıyı da güçlü bir yere oturtmuş. Oyuncuların işçilerin mektuplarını seslendirmesi fikri nasıl ortaya çıktı?
Çalışma kaygısından bahsediyoruz. Bu nedenle ilk başta çalışanların kimliklerini belirtmemeye karar verdik. Seslendirmede de farklı bir yöntem vardı. Normal şartlarda bir stüdyoda toplanıp seslendirilmesi gerekirken pandemide herkes kendi ortamında, kendi imkanlarıyla kayıtlar yaparak bize gönderdi.  Her aşamasında pandeminin etkilerine karşı bulunmuş fikirlerdi bunlar.

‘İNSANLAR ARASINDA BÜYÜK BİR KORKU İKLİMİ VAR’

Kargo, market, sağlık ve banka çalışanı yaşadıklarını mektuplarla anlatıyor. Halen çalıştıkları için güvenlik kaygısından ötürü kimliklerine ise yer verilmiyor. Burada işsiz kalmaya dönük de bir korku var. Bu korku hali size ne hissettiriyor?
Bu ülkenin durumu ve yapısıyla alakalı. Şu anda kendini ifade etmek, yaşadığın sorunları ifade etmek için Türkiye’de zaten mecra kalmadı. İnsanlar arasında büyük bir korku iklimi var ve insanlar imtina ediyorlar. İnsanlara düşünceleri sorulduğunda sokak röportajlarından tut da sosyal medyaya kadar insanlar çok ciddi bir şekilde baskı altındalar. Bu insanlarda bir kontrol mekanizması yaratıyor. İnsanlar birçok kaygıyla kendilerini ifade etmekten imtina ediyorlar. Sadece işini kaybetmek de değil, tutuklanma kaygısı ya da farklı şeyler de bunda etkili oluyor. Öte yandan pandemine işini kaybetmek başlı başına bir sorun çünkü bu koşullar altında iş bulmak da neredeyse imkansıza yakın bir şey. Bir çalışan için pandemide işsiz kalmanın çok kötü sonuçlar doğuracağını da hesaba katarsak kimliklerini gizlemeyi tercih ettik.

‘BELGESELİN GÖSTERİMİNİ DE PANDEMİ BELİRLEYECEK’

Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın “Bizi Bağlayan Şeyler” isimli destek kapsamında çekilen bu belgesel izleyicilere nasıl ulaşacak?
Belgeselin gösterimini de pandemi belirleyecek. Şu an bir gösterimle ilgili bir tahminde bulunmak zor ama daha çok online gösterimler olacak. Aralık ayında TİHV’in düzenlediği ‘İnsan Hakları Belgesel Günleri’ düzenlenecek. Bu online olacak ve ilk gösterimimizi orada yapacağız. Yakın bir süreçte online gösterimlerin olmasını bekliyoruz. Nihayetinde sosyal medyada paylaşacağız çünkü insanlara ulaşmasını, izlenmesinin gerektiğini de düşünüyoruz. Bu da çok uzun sürmeyecek bir zaman diliminde olacak.