Hayatı gözleyen şair: İlhan Sami Çomak
Onu o duvarlar arasında tutan vicdansız hüküm, çöpe gitmesi gerekirken ömründen çalınmasına adeta yeminler edilerek orada bırakılmıştır. Onu buna karşı bir diyeceği vardır o da elbette şiirdir...
Şahin Altuner
Mapusta geçirilen yılın yirmi sekizine girerken İlhan Sami, dokuzuncu şiiri kitabıyla bizlere selam gönderdi: 'Hayattayız Nihayet'. Geçtiğimiz günlerde Manos Kitap etiketiyle raflarda yerini alan kitaptaki şiirler, öncekilerde de gösterdiği gibi hapishane duvarlarının şaire vız gelebileceğini, şairin gözünün dikenli tellerin çok ötesini gördüğünü ispatlamaktadır.
"Hayat Seni Seviyorum" ve "Doğru Suskunluk" adlı iki bölümde oluşan kitabın girişindeki "Özgürlük" şiiriyle şair, yoksun bırakıldığı her şeyi talep ediyor hayattan: "Çünkü götür beni buradan, çok şey gördüm/ Uzun uzun gördüm, uzun uzun üzüldüm/ Artık pınarların zamanıdır harman yerinde/ Rüzgârın/ Ve büyük günün kapısının açıldığı/ Titrek bacaklarımın ufka yöneldiği enginliğin/ zamanıdır".
Ömrünün 28 yılını dört duvar arasında geçirmiş olmasına rağmen hayatı çok sevmek, direnmenin imasıdır. Uğradığı bu büyük haksızlığa karşı, hayat için duygularını ve duyularını her seferinde mükemmelleştirmenin peşindedir şair. Sözcükler silahıdır şairin elbette ama: "Bir: Ölüm niye tanımsızdır/ İki: Yağmurun haberini aşktan almak mümkün mü?/ Veya işte aklında kalanları, deniz kabardığında/ Kuşlar göçe dururken uyusam da uyusam/ Adını tam ansam, Yakup desem Yalçın desem/Annemin sandığında toplanan kokuların keskinliğiyle kelime sığınsam" (sen su içtiğinde, syf. 15). Ve devamındaki “Yolumu kaybettim ben burada sen sesinle gel. Ilık havaların/ demiyle. sadece boşluğun bildiği sebeplerle. kafesteki kuşları takip ederek sen sesinle gel/ Ezberlediğim şarkıları unuttum: taş gelmez sen gel" (taş gelmez sen gel, syf. 19). “uzak bulutlarla, yağmurlarla yıkanıyor sonbahar/ seni çok özledim! (seni çok özledim, syf. 25) dizeleriyle çağırmaktadır özlediklerini.
Arada bir avunma tonu da sızar şiire, sanki mecburen kendi varlığını yoklar şair dört duvar arasında: "Yalnızdım./ Bir yağmur olarak düşünüyordum kendimi/Savrulmanın uğultusuyla rüzgârlara karışan"(kalkıp yürüdüm, syf. 23). "Yanılmış bulutların ağırlığıyla ölçerken kendimi" (bulutların ağırlığıyla, syf. 42).
Tecilli etmeyen bir adaletin yorgunudur haliyle, yine de özgür olacağı günlere aşkla ve aşk için hazırlamaktadır kendini. "aşk bilgim şu kadarcık/ ama durmadan seni düşünüyorum!" (deniz bilgim şu kadarcık, syf. 21). "beni günler almış gök almış yankı almış çok almış/ yorgunum, mahcup bir yolcu gibi sadece aşkla varım" (beni günler almış, syf. 22). "Aşk olmayınca ruh büzülüyor: uzun uzun ezberliyorum geçmişten gelenleri/ senden kalanları/ Gecelerimden gündüzler yaparak" (geceden, syf. 24). "Sonra davranılıp lamba söndürülecek. tok/ bir nefesinle alevi teni incelecek/ Sessizlik gelecek. Sevişmekten sonra" (yapılacaklar listesi, syf. 46)
Kanîreş (Karlıova) kazası, bin dokuz metre yükseklikte ve dört dağın arasında kalan bir ovadadır. Orada doğmuştur İlhan Sami, o yüzden dağ başlarını, akarsuları, koyakları ve meşeleri görmektedir sürekli. Kırda geçirilmiş bir ilk gençliğin gözleri görür çıplaklığıyla her şeyi. Çobanların keskin perspektifinde kâh akar kâh donar doğadaki “zaman” ve ancak kişneyen atların sesi duyulabilir: "kişneyen atların huzuru demleniyor havada/ suyun hatırası ıslanıyor (göğün katları, syf. 37)".
Çoban sırasındayken gördüğü garip ve heybetli adamların ellerindeki metallere günışığı vururken, ağızlarında yalın sözcükler parlamaktadır. Şairin dünyadaki ilk mevsimi, çocukluk olsa gerektir. Çocukluğunu bilir ve orada karşılaşır dağların gerçekliğiyle: "Göklere yaraşan kuşların gölgesinden derdik sessizliği. Bizi/ ışık sardı. aynanın içinde sonlu olmanın/ mutlak kesinliğiyle bir yansıma sardı. titrerken yaprak,/ suyla buluşan toprakta bir çamur sardı. Benim/ hatam çoktu. Bizleri varlık ve hatalarımız sardı" (gecikince, syf 52).
İlhan Sami Çomak, 28 yıldır ayan beyan suçsuzluğuna rağmen “efendisinin kinini” temsil edenlerin hükmüyle duvarlar arasında bırakılan Kanireşli bir Kürt’tür. Onun kuşağı, üniversitelerden koparılarak işkencelerle, hukuksuz yargılamalarla cezaevlerine doldurulmuş gençlerdir. Cezaevine girmekle kendi kuşağından hayatta kalmayı başarmış olması tesadüfidir. Ama o, hayatı ve dağlarını sevmekte ısrar etmektedir.
Onu o duvarlar arasında tutan vicdansız hüküm, uluslararası mahkemenin kararı ile çöpe gitmesi gerekirken, ömründen çalınmasına adeta yeminler edilerek orada bırakılmıştır. Onu buna karşı bir diyeceği vardır o da elbette şiirdir:
“Zamansızlığa lanet olsun!
Güneşin erişemediği yerlere adın yerleştir. Adını anmayan yerlere lanet olsun!”