'Kızım ve Ben' filmi bir yanda savaş, diğer yanda faşizmin sınıfsal temeline yönelik, faşist hareketin iktidara gelmesinde ve iktidara geldiğinde de toplumsal alanda destek bulmasında özellikle 'küçük burjuvazi'nin rolüne yaptığı göndermeler ile de özetlenmiş bir ‘faşizmin analizi’ broşürü gibidir.
Her gün karşımıza çıkan savaşın acı yüzüyle ilgi görüntüler ister istemez bir sinema türü (genre) olan savaş filmlerini de hatırlatıyor.
Zaten görmekten kaçınsan da televizyonda yakalanıyorsun. “Sinemada Tarihin Görüntüsü” kitabımda savaşı konu edinen ve tarihi görünür yapan bazı filmlerin eleştirisine, ayrıca ‘savaş karşıtı’ filmlere de ayrı bir bölümde yer vermiştim. Birkaçının adı bile yeterli: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Büyük Yanılgı, Zafer Yolları, Askerin Türküsü, Gel ve Gör, San Lorenzo Gecesi, Amen ve tabii ki Vietnam gerçeği ile ilgili Eve Dönüş, Doğum Günü Dört Temmuz, Full Metal Jacket gibi…
BİR SAVAŞ FİLMİ YAPMAK
Full Metal Jacket filminin yönetmeni Kubrick “Vietnam savaşı, bize bugün bir kez daha gösterdi ki, hiçbir ülke bir diğer ülke toprağına girmemeli, eğer oülke bunu istemiyorsa” demişti. Çirkin politika söz dinler mi? Kubrick’in filmini çektiği 1987 yılından bu yana birçok ülkenin toprağına girildi, Bosna, Filistin, Irak ve Suriye'den Ukrayna’ya büyük ıstıraplar yaşandı…Ve tabii ki filmleri de yapıldı.
Ama nedense ‘savaş filmi’ denilince benim için sessizliğinde durmaya son verip çıka gelen Kızım ve Ben filmidir: Gerçekte adı La Ciociara/Ciociaralı [Kadın]. İngilizce afişlerinde ‘İki Kadın.’
1962 yılı şubat ayında Sophia Loren filmdeki anne rolüyle Oscar’a adaydır ama ödül töreni akşamı Los Angeles’ta değil, Roma’da olmaya kararlıdır. Kitabında (Sophia Loren, Dün Bugün Yarın) anlatır, Oscar ödüllerinin açıklanacağı gece, belki çalabileceğini düşündüğü bir telefon öncesi kendini, stresini yeneceği ve güvende hissedeceği tek yer olan evinin mutfağına atar. Domates soslu spagetti yapacaktır. Sarımsakları soyarken düşünceleri birkaç yıl önce yitirdiği, belki onun için bambaşka bir hayat hayal eden annesine, o günlerde iyice yoksul, hiçbir şeyleri olmayan mutfaklarına gider.
YOKSUL GÜNLERİN İTALYAN MUTFAĞI
İkinci Dünya Savaşı başladığında altı yaşındadır, bittiğinde on bir. Annesinin ana mutfak malzemesinin ekmekten ve hatta sevgiden bile daha çok hayal gücü olduğunu söyler. Yine de kokusu burnunda durmaya devam eden birkaç yemek gözlerinin önüne gelir: barbunyalı erişte, bal kabaklı makarna, farinella, panzanella, ragù gibi.
Açıklama gerekirse, mısır unundan yapılmış püre/farinella bir yana, ‘panzanella’nın adı Boccaccio’nun ünlü yapıtı Decameron’da Pan Lavato (tuzsuz ıslak ekmek, daha doğrusu lahanayla yapılan ekmek çorbası) olarak geçiyor, o nedenle ‘panzanella’ için temel olarak ekmek salatası denilebilir. Sonuçta ekmek (küp doğranıp kızartılabilir), domates, salatalık, soğan, fesleğen, sarımsak, sızma zeytinyağı ana malzemeleri. Ragù’ya gelince, spagetti vb. yemeklerde kullanılabilecek et bazlı (kıyma vb.), soğan, kereviz sapı, havuç, domates ve mevsimlik sebzelerle yapılan sos.
Sofia’nın bir daha hayal bile etmek istemediği bombalama görüntüleri, hava saldırısını haber veren siren sesleri yanı sıra midesini ısıran açlık anları da belleğinde durmaktadır. Tek bir kırıntı bile yiyemedikleri günler, çok ünlendiği zamanlarda bile kendini gördüğü Nanni Loy’un Napoli’de Dört Gün (1962) filminin bir sahnesindeki bir çocuğun ekmeğe çaresiz bir açlıkla saldırısını hatırlatır. Neyse ki savaşın sonlarına gelinmiştir, Almanlar ansızın işgalciye dönüşmüş, Sofia’ların yaşadığı Napoli yakınındaki Pozzuoli kasabasını demir yumrukla sarmışlardır. Uzun sürmemiş, yenilgileriyle şiddet ve ölüm çemberi kırılmış, 1 Ekim 1943 günü müttefik birlikleri Pozzuoli‘ye girmiştir. Gördüğü ilk asker etek giymiştir. Amerikalı askerlerden birinin kendisine attığı çikolatayı ne olduğunu bilmediği için tatmaya cesaret edemez. Kendisini çağıran Amerikan filmlerine ise koşarak gider, salonlara yayılan filmlerden Kanlı Meydan’ı çılgınca âşık olduğu Tyrone Power için defalarca izleyecektir…
HAYATININ MASALINA YOLCULUK
Ve sonra MGM’in antik Roma’da geçen tarihi bir yapımında figüranlar arasına girebilmek için Roma’ya adım atar… Neyse ki,
"Sinema tarihini sonsuza dek değiştirecek” dediği Yeni Gerçekçilik döneminin şafak vaktine yetişmiştir. Rossellini, De Sica, Visconti, hayal kırıklığına uğramış çalışan-işsiz insanların gündelik yaşamlarını belgelemek için kameraları ile sokağa çıkarlarken, Amerikan birlikleri Amerikan filmlerini İtalya’ya yaymakta, ‘özgürlük ve zaferle şişirilmiş bambaşka hayaller’ sunmaktadır.
Sofia’nın hayatının masalına ulaşması için gözleri kapalı yola çıkışında ilk duraklardan biri fotoroman oyunculuğudur. Sonra annesinin onu durdurmaya çalışmasına karşın Napoli Maceraları filminde Napolili bir pizzacı kızı canlandıracağı rol karşısına çıkar. Kızım ve Ben filminin de yönetmeni olacak Vittorio de Sica ilk yönetmenidir. Bir pizza dükkânı sahibesi olan Sofia’nın kocasıyla birlikte işlettikleri bu yere gelen gece bekçileri, avukatlar, arabacılar, papazlar, memurlar ve delikanlılar gerçekte pizzadan çok onun güzelliğiyle ilgilidir.
Ve ayrıca tabii ki filmde pizzanın sadece adı vardır, filmin çekildiği 1954 yılında ‘Napoli tarzı pizza’ olarak bilinen Napoliten pizza’dan henüz söz edilmemektedir. Bilindiğince günümüzde Napoliten pizza, Geleneksel Uzmanlık Garantili (TSG) bir üründür ve Napolili Pizza Yapımcılarının Sanatı başlığıyla UNESCO'nun somut olmayan kültürel miras listesinde (2017) yer alıyor. En bilinen iki çeşidi ise pizza margherita ve pizza marinara…
KIZIM VE BEN FİLMİNE GİDEN GEMİ
Anlatmaya devam ediyorum ama, Napoli Maceraları filminden sonra başlayacak sinema macerası için İtalyan yönetmen Federico Fellini'nin yönettiği filmin adının onun yolculuğuna çok uygun olduğunu düşündüm: ”Ve Gemi Gidiyor.”
Sofia, En İyi Kadın Oyuncu Oscarını kazanacağı Kızım ve Ben filmindeki rolü öncesi okuduğu Alberto Moravia’nın romanının sayfalarında kendi açıklamasıyla cesareti, açlığı, cahillerin kör aptallığını, dünyanın bütün kadınlarının içinde olan annelik içgüdüsünü bulmuştur.
Gerçekte Alberto Moravia da La Ciociara adlı kitabında karısı Elsa ve kendini anlatmıştı. O da açlık çekmiş, soğuk, sıkıntı, yaralanma ve ölüm korkusuyla yaşamış, keçiboynuzu ekmeği, eğer bulursa bir parça peynir yiyebilmişti. “Ve on yıl sonra anıları ona baskı yapmış, evlerinden uzakta yitip giden Cesira ile kızı Rosetta’nın öyküsünü yazdırmıştı.”
Kitapta Cesira otuz beş, Rosetta ise on sekiz yaşındadır, Rosetta’yı oynaması düşünülen Sofia Loren ise yirmi altı. Cesira’yı oynaması düşünülen ve daha ilk filmi, 1944 yılında Nazi işgali altındaki Roma’da yaşanan direniş öyküsü Roma, Açık Şehir‘deki Pina rolüyle yıldızlaşacak Anna Magnani“şahane bir karakter ama ben Sophia’nın annesi olamam, kızım rolüne uymaz” diyecektir. Israr üzerine de “neden anneyi Sofia’ya oynatmıyorsunuz?” sorusunu yöneltir.
İçine gömdüğü savaş şimdi bu yaralı kadına can vermiş ama hayatının en zor rolü olmuştur. Bir dükkân işleten dul Cesira (Sofia Loren) kızıyla birlikte müttefik kuvvetlerin hava saldırısı altındaki Roma'dan can korkusuyla ayrılır. Anne ve kız sığındıkları küçük köyde üniversitede edebiyat okumuş, anti-faşist Michele’e (Jean Paul Belmondo) âşık olacaktır. Filmin en anlamlı sahnelerinden biri, Michele’in karşılaştıkları Nazi subay ile korkusuzca atışmasıdır:
Subay: -Biz Almanlar kendimizi gerçeğe adarız!
Michele: -Yalnız kendinizin mi öyle olduğunu sanıyorsunuz hiç de öyle değil. Gerçeğin sizin mülkiyetinizde olmadığını fark ettiğinizde siz Almanlar çok şaşıracaksınız. Siz Almanların kanında savaşmak var…
Subay: - Savaşmak mı? Savaş, sevgili dostum bir adamın ben erkeğim diyebileceği bir deneyimdir…
Michele: -Eğer bu doğruysa hadım edilmeyi tercih ederim.
Subay: - Siz İtalyanlar böyle düşünüyorsunuz ve biz de en değerli adamlarımızı burada heba etmeye mecbur kalıyoruz.
Michele: -Bu doğru değil daha başlarken yeniktiniz.
Subay: -Eh, hayal etmek yerine, kafana sok bunu. Sen ve geri kalan tüm İtalyanlar hatalarınızın bedelini ödeyeceksiniz…Ödeye…ödeyecek!.. Anlıyor musunuz? Çocuklarınız acı gözyaşlarıyla ödemek zorundalar.
Cesira öfkeyle subaya bağırır: -Çocukların ne suçu var... Söylesene
ÖYKÜLER GİBİ ACILAR DA PAYLAŞILMALI
Cesira “Bir sürü şey yapabilirsin ama aşk olmadan olmaz” demiştir Michele’e. Ancak Michele Nazi askerlerince öldürülüp bu aşk üçgeni beklenmedik şekilde parçalandığında, kederle yola çıkan anne-kız olabilecek insanlık adına en utanç verici ve en acı olayı yaşar, Fas’lı müttefik askerlerince tecavüze uğrar. O nedenle Sofia’nın kitabında belirttiğince bu saldırı sonrası müttefik subayların cipine attığı taş ve “Bakın ne yaptınız bize, kokuşmuş piç kuruları!” haykırışı dünyayı yıllar boyunca rehin tutan korkuya nefret dolu bir isyandır.
“O isyanın alevi daima, barış zamanında da yanmalı, bizi uyanık ve canlı tutmalıydı.”
Kızım ve Ben filmi bir yanda savaş, diğer yanda faşizmin sınıfsal temeline yönelik, faşist hareketin iktidara gelmesinde ve iktidara geldiğinde de toplumsal alanda destek bulmasında özellikle “küçük burjuvazi”nin rolüne yaptığı göndermeler ile de özetlenmiş bir ‘faşizmin analizi’ broşürü gibidir.
Temmuz 1943'te Müttefiklerin Sicilya'yı işgalinden sonra Mussolini görevden alınır ve tutuklanır. Daha sonra Alman özel kuvvetleri hapishaneden kurtarıp Salò kasabasında bir Alman kukla devleti olan İtalyan Sosyal Cumhuriyeti liderliğine getirse de sonuçta İsviçre’ye kaçmaya çalışırken yakalanır, infaz edilir. Bu gerçekliğe karşın Cesira’nın çevresindeki köylüler filmde ne söylemiş olabilir?
"-Mussolini’yi hapse atmışlar…İmparatorluğu kuran adama hırsız gibi davranmışlar…İtalya'ya ne olacak şimdi? Yirmi yıllık zafer bir günde bir saatte yıkıldı…”
Spagettinin sosu da, pizza da acıdır.
Kızım ve Ben filminden sonra şöyle düşünüyorsun: “…Benim göklerim burada/Bütün devletler çamur/İnsanı da hayvanı da besliyor bu çirkef dünya.” (Shakespeare) deyip, olup biteni öfkene yenilip geride bırakamazsın, her şeyin politik olduğunu bildiğin bir dünyada görevin nedir? Savaş gerçeği üzerine sorular sormak, yanıt aramak…
Öğrenince şaşırmıştım, Kızım ve Ben filmi Sofia Loren’e Oscar’ın dışında yirmi ödül daha kazandırmış…
Neyse Kızım ve Ben filmini benim savaş odasındaki sessizliğinde bulup dışarı çıkarmamın bir gerçeği de karşılaştığım şu haberdi:
"Şehirlere taşınan savaşta iki ateş arasında kalan çoğu anne de çocuklarını kurtarmak için türlü yollar ararken bir taraftan da hayatta kalmaya çalışıyor.”