Bugün Fransa’da Mayıs 68’den bir ay sonra yapılan seçimlerde solun nasıl (özellikle komünist ve sosyalistlerin bölünmüşlüğü nedeniyle) Dögolcülerce yenilgiye uğratılmış olduğunu hatırlatacaktım. O seçimden aşağı yukarı bir sene sonra Nisan 69’da ise bu defa De Gaulle’ün idare ve senato reformunun referandumda takılması üzerine istifa edip, siyasetten çekildiğinden bahsedecektim.
Esasen De Gaulle’ün önerdiği bölgeleşmenin 82’de hayata geçirildiğini ama 69’daki referandumda seçmenin, bölgeleşme idare reformu ve senatonun yapısının yenilenmesinden ziyade De Gaulle’e kırmızı kart gösterdiğini aktaracaktım.
Ancak ülkemizin gündemi böyle zevzekliklere müsaade etmiyor. Reina katliamının ardından İzmir’de adliyeye saldırı oldu. Anayasa adı altında tıkabasa doldurulmuş bir torba Meclis’e geldi. İşte birkaç güne, güle oynaya oylanıp geçecek.
Anamuhalefet, CHP öyle anlaşılıyor ki şimdi TBMM’de bazı MHP’lilere hayır verdiremezse, bahardaki referandumun zaten kaybedildiğine önceden kani. Doğrusu hiçbir izahat, hayat belirtisi, reaksiyon, direnç, sahada mücadele, dinamizm, kampanya emaresi göstermiyor.
Bu arada benim gibi yaşama tarzı, laiklik, hürriyet hedeftir diyenlere parmak sallayanlar pek bol. Bu fay hattını benim gibi ne idüğü belirsizler yaratıyormuş da, bizim bilgimiz, deneyimimiz yokmuş da, biz hizmet ediyormuşuz da IŞİD, Nusra vs gibi elikanlı sapıkların amaçlarına, laiklikle İslam’ı karşı karşıya getirip ülkeyi dinamitliyormuşuz filan.
Yok artık bir şey demişti hani rahmetli Turgay Şeren büyüğümüz. Yani hepimiz kabahatliyiz bir bizi yönetenlerin sorumluluğu yok. Bir de “neden Ankara Garı önündeki ve Suruç’taki katliamlara tepki göstermediniz” sorusunu sormamalıyız herhalde. Malezya, Bangladeş, Pakistan gibi örnekler vermemeliyiz.
O arada sapır sapır akademisyen atılıyor üniversiteden, patır patır dernek kapatılıyor, Kadri Gürsel ve Ahmet Şık gibi iddianamesiz içeride yatan sadece gazeteciler Silivri’de volta atıyor, Reina saldırganı hür geziyor, şunca senedir yargılanıp hapse giren IŞİD üyesi yazıyla yedi mi ne, üstelik IŞİD ve türevlerinin yerli ve milli kamuoyu tabanı genişliyor.
Linç kültürü yerleşiyor, müsadere olağanlaşıyor. Demek neymiş, OHAL siviller elindeki sıkıyönetimin, daimi darbenin diğer adıymış. Ama fay hattını ben kendi köşemden yaratıyorum, İslam’la laikliği karşı karşıya getiriyorum vs.
Diğer tarafta anamuhalefet, CHP başkanlığa da karşı ama başkanı dizginleyebilecek bir idare reformuna da. İdare reformu deyince akıllarına federasyon geliyor ve federasyon denince otomatikman bölünme. Yerine ne öneriyorlar bilinmiyor. Oysa dikişlerin de, frenlerin de tutmadığı iyice belli.
Boğazlaşma tehlikesi giderek yakınlaşıyor. Bunun önüne geçmenin bir yolu da bölgeleşmek. Ancak laikliğe sahip çıkar gözüken CHP, ardından çoğulculuk derseniz gözlerini kırpıştırıyor, ademerkeziyetçilik denilirse ise afallayıp, feryat ediyor.
Şuradayız: Nisan’da yapılması kuvvetle muhtemel referandumda anayasayı filan oylamayacağız. Murat Sevinç gibi ömrünü bu işe adamış anayasa hukuku hocalarının bile okumayı, yorumlamayı reddettiği bir garabeti mi oylayalım? Hayır, HAYIR meselesi bu değil.
Bu bonapartist plebisitte HAYIR demek sırtımızı dayayabileceğimiz bir siyasi hat demek. HAYIR çıkarsa ertesi günü güllük gülistanlık olmayacak ülkemiz. Ama “biz de varız, buradayız, konuk değil, malsahibiyiz” diyebilmiş olacağız.
Sağdan diz, soldan say, üst üste koy, ne yaparsan yap bu ilkbaharda önümüze konacak referandum sandığı hayati önemde. Bu sandıktan yüzde elli virgül sıfır birle de olsa çıkacak HAYIR oyu bize bir nefes aldırır.
Oksijen tükeniyor. Filmin sonu geliyor. Filmin sonu kötü bitmesin. Gelin bir sonraki sahneyi hep birlikte yazalım. Hiç yoksa denemedik olmasın. İyi Pazar’lar.