'Hayır' şairin direnme hakkıdır
Hayatta bazı dönemler vardır. Öyle şeyler yaşanır ki sürecin sonunda tarihin akışının değiştiğine tanık olunur. Bugüne bakıldığında, bizler için de, geçen yılın son aylarında başlayan ve nisan ayının üçüncü haftasında sonlanacak böyle bir süreçte olduğumuz söylenebilir.
Türkiye halklarının siyasal, sosyal, kültürel yaşantısının “evet - hayır” seçeneğiyle belirleneceği ve açık bir biçimde “kullukla yurttaşlık” arasında seçimin söz konusu olacağı bir referandum var önümüzde. Sonuç ne olursa olsun, görünen o ki 17 Nisan’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tarihin böylesine önemli dönemeçlerinde şairin, şiirin hep sahnede olduğunu en son Gezi Direnişi sırasında görmüştük.
O dönemde “şiir sokakta” sloganıyla sokakların gri duvarlarını şiirleyen “şiirli isyanın” izleriyle karşılaşıyoruz hâlâ direniş günlerinin bir başka canlı örneği olarak. Şiirin, şairin her zaman “barikatın arkasında” olduğunu gösteren daha eskilerden örnekler de var elbette. Rusya’da 1917 devrimi sırasındaki Mayakovski ve fütürist yoldaşları gibi…
İspanya İç Savaşı’ndaki Lorca gibi… İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’da Nazi işgaline karşı direnen Fransız gerilla birliğinden bir grubun liderliğini yapan Rena Char gibi… Şairlerin ve şiirlerinin, özgürlük savaşımının her zaman içinde yer aldığını biliyoruz. Ernesto Che Guevara öldürüldüğünde sırt çantasından bir de şiir kitabı çıktığını biliyoruz.
Türkiye’nin içinde olduğu kritik referandum sürecinde, şairler arasında açık ve kararlıkla referandum oylamasında “Hayır” diyeceğini ilk dile getirenlerden biri Orhan Alkaya oldu. Alkaya’ya neden “Hayır” diyeceğini, şair ve şiirin neden hayır dediğini sorduk. Geleceğe yönelik şiirle ilgili planlarını, düşüncelerini paylaşmasını istedik. Kısa sorularımıza oldukça açık ve anlaşılır yanıtlar verdi. Teşekkür ediyoruz.
Siz neden hayır diyorsunuz?
18 maddenin her birine ayrı ağırlıklarda itirazım var. Asıl itirazlarım ise şu maddelere:
3. Madde Seçilme yaşını 18’e indiriyor. Yani eğitim sürecinde olan, üniversite okuması gereken, hatta liseyi henüz bitirmemiş yaştaki bir kişinin milletvekili olabileceğini hüküm altına alıyor. Diğer yandan da askerlikle ilişiği olanların milletvekili adaylığına başvurmamasını öngörüyor. Bütünüyle çelişik, sallapati, anayasa yazım tekniğine aykırı, ucuzundan popülist bir madde...
4. Madde Cumhurbaşkanı seçimi ile genel seçimin aynı günde yapılmasını öngörüyor. Bir “parti devleti” için hazırlanmış gibi gözüken bu maddenin bir ayrıntısı daha var; cumhurbaşkanı 1. turda seçilmezse, 2. tur, genel seçimin sonuçları belli olduktan sonra yapılacak. Toplum psikolojisini baskı altına almayı amaçladığı belli bu ayrıntı, ters tepmeye de aday!
5. Madde Yasamanın yetkilerini sözgelişi, bütçe ve kesin hesap kanunları yapma yetkisini, görüşmek ve kabul etmek ile sınırlandırıyor.
6. Madde Meclisin gensoru yetkisini, denetleme yetkisi olmaktan çıkartıyor.
7. Madde Cumhurbaşkanı’nın partili olmasını, dolayısıyla parti genel başkanı da olabilmesini mümkün kılıyor. Bu da “parti devleti”nin önünü açıyor.
8. Madde Yürütme yetkisini bütünüyle cumhurbaşkanına devrediyor. Cumhurbaşkanına devlet başkanı sıfatı getiriyor.
9. Madde Cumhurbaşkanının suç işlemesi halinde, meclis salt çoğunluğuyla soruşturma talebinde bulunulabileceğini, üye tam sayısının beşte üçüyle soruşturma açılabileceğini karar altına alıyor.
10. Madde Cumhurbaşkanına meclis denetiminden bağımsız cumhurbaşkanı yardımcısı atama yetkisi veriyor. Burada, ABD’deki gibi, önceden belirlenmiş ve seçim öncesi açıklanmış bir yardımcı değil, Cumhurbaşkanının seçim sonrası belirleyeceği, istediği sayıda yardımcı söz konusu. Bu “seçilmemiş” yardımcılardan her defasında belirlenen birine, cumhurbaşkanı yetkilerinin tümü devredilebiliyor.
12. Madde Cumhurbaşkanına geniş ve kısmen muğlak bir skalada OHAL ilan etme yetkisi veriyor. Bu yetkiyi de meclisin alanından çıkartıyor.
14. Madde HSYK’yi, yani yargıyı cumhurbaşkanına bağlama maddesi. 13 üyeden dördü doğrudan, diğer ikisi cumhurbaşkanı tarafından atanmış adalet bakanı ve müsteşarı tarafından seçiliyor. Meclise kalan yedi üyeden sadece biri cumhurbaşkanının partisinin adayı ise, denge otomatik olarak belirleniyor. Hâkim ve savcıların oy hakkı da sıfırlanıyor.
15. Madde 5. maddeyle bağlaşık. Bütçe yapma yetkisini meclisten alıp cumhurbaşkanına devrediyor. Meclis, olur a hazırlamadığı bütçeyi reddederse ne olur, düşünün.
Kaldı ki, OHAL sürecinde, TBMM’nin üçüncü büyük partisinin eşbaşkanları ve milletvekilleri, belediye başkanları, seçilmiş yöneticileri hapiste tutulurken, olağanüstü eşitsiz seçim propagandası yapma şartları altında oylamaya sunulacak bu derece temelli değişiklikler öngören bir anayasa değiştirme taslağının, toplumdaki kutuplaşmayı daha fazla körükleme olasılığını endişeyle öngörüyorum.
Şair neden hayır diyor?
Şair, temel hak ve özgürlüklerini saldırı altında görüyor ve bu girişime sureti katiyede müsamaha göstermiyor. Şair, anayurdu olan anadilini ona sağlayan memleketini tehdit altında görüyor ve şiddetle soslandırılmış toplumsal kutuplaştırmaya karşı direnme hakkını kullanıyor.
Şiir neden hayır diyor, neden hayır demeli?
Şiirin ne diyeceğini şair bilir. İkisi bütünleşik olduğunda ancak, “bir şiir kendini yazar”. Dolayısıyla, şiir daima şairini bekler.
Şiirle ilgili geleceğe yönelik tasarılarınız var mı, varsa ne durumda?
Şiirin tasarısı olur mu, bilemiyorum. Yazabilmek, sadece yazabilmek... Hepsi bu.
YENİ ÇIKANLAR
Yeni çıkan şiir kitapları, dergiler bize ulaşsa ya da biz yeni çıkan yayınlara ulaşabilseydik onlardan mutlaka söz edecektik… yayıncılar, hatta şiir dergilerinin yöneticileri şiir kitaplarının, dergilerin okurla buluşması için yeteri kadar çaba sarf etmedikleri, tanıtım konusunda ise hiç çaba göstermediklerini, deneyimlerime dayanan bir gözlem olarak aktarmak istiyorum… Bu notu, uyarıcı olabileceği varsayımıyla kaydetmek istedim.
ETKİNLİK… KUTLAMA… ANMA…
Bu hafta tuhaf bir haftaydı şiir okurları, şiir dostları için. Hafta içinde aynı gün bir şairin doğum günü, bir başka şairin ölüm yıldönümüydü. “Etkinlik… Kutlama… Anma” başlığı altında genç yaşlarında aramızdan ayrılan, şiir okurlarının, şiir dostlarının sevdiği, şiirleriyle yaşayan her iki şairimizi kısa birer değini yazısı ve şiirleriyle selamlıyoruz…
Türkçenin burcunda bir şair kadın
“Şimdi'si yitik
bundan yazıyor
yazıyor enine boyuna
içini ve dışını
ve yeri ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
o inince batıyor”
“Daktiloya Çekilmiş Şiirler”in şairi, “Kırmızı Kahve Rengi Defter”in “Kâğıtlar”ın “Metinler”in genç kadını, Türkçe şiirin dilini “dil ötesi”ne taşıyan, dilini ötede kuran şair kadını Nilgün Marmara”nın 13 Şubat 59. doğum günüydü…
Nilgün Marmara için ya uzun uzun yazmak ya da kısa konuşup susmak gerekirmiş gibi geliyor bana. Uzun uzun yazmayı şimdilik erteliyorum.
Onun şiirlerini okuyanın bir daha aklından çıkaramayacağı “cam kırıklarından elbiseler giyinen” bir şair kadın olduğudur. O şairliğin ve kadınlığın inceliği ve duyarlılığıyla, varlığın evinde en uzağa çekilip dairenin içinde kalanlara, orda olanlara varoluşun ve dilin burcundan bakmış, öyle temas etmiştir.
Nilgün Marmara modern Türkçe şiirin öncü şairlerinden biridir. Özellikle doksanlardan sonra hem nicelik, hem nitelik olarak artış gösteren şair kadınların görülmesinde öncü olmuştur. Şiirde şair kadınların kendi duyarlılık ve kimlikleriyle varlık kazanmalarının da öncüsüdür. Hem de seksenlerden sonraki şiirden, içinde olmasına rağmen, şiir dilinin ayrıksılığı ve yabancılığıyla kopmuş olmasıyla öncü bir isimdir.
Şairler için şiirlerinin okunması her zaman kabul edecekleri bir armağandır diye düşünüyorum. Bize şiirlerini armağan eden şaire, biz de doğum gününde “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” başlıklı şiirini hatırlayarak teşekkür edelim ve nice yıllara diyelim. Şiir uzun, tadı çıkarıla çıkarıla okunsun diye tamamını aktarmak istedim. Selam ve saygıyla…
hiç kullanılmamış bir zamanın gözkapaklarını açıyorum
dünyamsın benim, zorbam, düzenim
bundan gözlerim göğe çevrili
ellerim denizde
hiç katılmadan sende yaşıyorum
dirimimsin benim
doğarken öldüğüm
aşağılık belirtileri sahipliğin, birleştirdi
ne geceyi ne gündüzü
kölelik yetişemedi aralık paylarına sevincin
üşümüşüm
bu yaklaşan kışla değil
deniz ürpertisi, göğün alacasıyla değil
ellerimin soğukluğu hep bir kalabalıkta
kaçışının gizini gönlünde tuttuğun
bilisiz aşkı/nı ver bana
üşümeyeyim
kendimizle oynayan güçsüz mahluklarız biz, yaptırımla ödülü gönlümüzde barışık tutan. mesafemiz kuyruğumuzla başımız arasında gider gelir, dehşetli sevincimiz bulunca ayrılmazlığını yengimizle yenilgimizin. devimimiz: felcimizin kaynağından fışkıran. güçsüzlüğümüz: kıvrak istemimizin yatağı. böylece doldururuz biz her kaygının, her doyumun kucağını.
az ışıkları yaşamın kabulümüzdür
kururken damarlarımızın son solukları
kalabalıktan arta kalan biricik ay ışığını
katmalı öyleyse görülmez akışına
yaşamlarımızın
“biz rengin değil
ara rengin peşindeyiz”
gerçek bilinsin, diliyoruz
düz, eğri, çapraz ya da değirmi
güzeldir açığa çıkışı yüreğin
sen bil ki, ben de seveyim ve doğruluruz her karanlıkla
sarsılmanın yakın imgesinde
yüreğin burkulması
göz dayanıksızlığı
aşk azlığı
açılır ve kapanmaz
tarihin yakut yarası
ılık bir süzülüşle
geri dön hayat
bırakma yeryüzü salına
tünemiş
pek kara kuşlar
örtsün bakışımı
görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
düşsün hayatı suya
aşk küçük bir kilimdir
duvarlarıyla sayılan küçük bir deniz
sevgili küçük ölüm
dur ayaklarının altını anlayalım
kaşlarını, eksik kalan yerlerini
karlar kraliçesini ev içlerinin
tarihin sonsuz noktalama işaretlerini de
kaçalım kalık çalıkuşundan ve daha nelerden
ülkemizin kırmızı kayığıyla
o döker yine suçunu
örtse de sisle ayıbını
gece gece; ipek dokusu çözüldüğünde
ellerim: eksik cennetim benim
gerçek yasaktır “ben babamın yuvarladığı
çığın altında kaldım”
çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi
yiten bu işte
çok kullanılmış bir zamanın gözlerini kapattım
Ülkesiz şarkıların şairi
Adnan Satıcı (1962-2007), seksenli yıllarda “Türkçedeki Kürtçenin” genç sesi diyebileceğimiz şiirleriyle dikkat çeken bir şair oldu. “Ülkesiz Şarkılar”ı (1985) uzun süre şiir okurlarının, şiir dostlarının elden ele dolaştırdığı bir kitaptı o yıllarda. İlk kitabıyla şiir çıtasını yükseğe koyan genç şairlerden olduğunu da belirtmek gerekir.
Satıcı’nın, şiir yelpazesinin bir ucu daha eskilere, bir başka ucu kendi zamanından da yenilere kadar açılan bir şiir yazmıştır denilebilir. Coğrafyasına ait kimi tarihsel yapıtların kadimliği gibi bir zamanüstülüktür sanki bu özellik. “Ölü Bir Gürültüyüm” başlıklı şiirinden de yükselen, Kürt halkının
coğrafyasındaki tarihin derinliklerinden gelen o kadim sestir diye düşünüyorum…
Büyüdüm ey girdap, yanılmayan yasa büyüdüm
Bedelsiz bir askerim ve senin surlarında
Cankuşum kafesinde, yüreğim yurdunda değil
Selinden kopan bir damlayım, yitmek yolunda
Birgün kavuşacak toprağım da yok
Sonsuz boşluğa dökülüyor kanımın şelalesi,
Ölü bir gürültüyüm yalnızca
Ya da bir ölünün çürüyen sesi
Çürüyorum ey girdap, ürkülecek yanım yok.
Pusatsızım ey yasa, hançer belimde değil
Boğazımı paslı bir hırıltıyla yırtıyor gurbet
Tanık yok. Oysa kentin ortasında cinayet
Sinsice gizledim katilimi yüzümün gölgesiyle.
Duyarlı çocuklar uykusu için
Katlanmaksa bu işte.
Düşürmedim gecenin tenhalığına beyaz bir leke.
Katlanıyorum ey cani ey kahreden açlığım
Umarımı eriterek geçen günlere
İntiharı düşünsem; ne bir şakağım var, ne de bir mermi
Sormuyorum bile birgün... Birgün biter mi?
Sormuyorum bile. Su olsam döner miyim
Koptuğum dağlarıma, en derin yatağıma
Güz öncesi resmime, en eski çerçeveme
Anlıyorum ey yasa, yargıçlar yanıtlamaz
Kırık bir asa olur, körün tek karşılığı
Attığı her adımı saydıran kaygı
Dönmekten vazgeçmeyi bile yasaklar.
Olmadı öyle bir şey, o geçmiş yoktur
Bin kez daha tövbeler, beni bağışla
O geçmiş yoktur... O geçmiş yoktur...
Koru ölü sesimi ey çağdaş dua.
Olmadı öyle bir şey, tek bir çiçek vermedim
Filizi olduğum ilkyaz anaya
Yollara düşmedim hiç, dağlarda ölmedim hiç
Kanayarak söylemedim hiçbir şarkıyı
Sevmedim hiçbir şeyi, bir şeyden iğrenmedim
Bu kadarı yetmez mi yüzümü anlatmaya
Olmadı öyle bir şey, öyle bir geçmiş
Dayadım ağzımı kuruttuğun çeşmeye
Çıldırırsa bilincim suyu beklerken
Küflenmiş tırnaklarım çökerse gırtlağına
Suçsuzum ey yasa
Çünkü bütün ölüler dışındadır yasanın.
Onun için ülkesizliğin, yurtsuzluğun, mülteciliğin şairi denebilir. Bir yerden olamamanın, bir yeri olmamanın sesi, sözü, dizeleri dökülmüştür dilinden… Karşılığını bulamamanın acısı, karşılık alamamanın yasını tutar şiirlerinde. Platonik bir sevginin; varlığına, kimliğine duyulan karşılıksız aşkın ne anlama geldiğini Kürt halkının tarihsel ezilmişliğiyle, gördüğü baskıyla, şiddetle birlikte değerlendirmek, okumak gerekir.
Kimliksiz, dilsiz bırakılmış, birlikte yaşadığı bir başka ulus devleti tarafından ötekileştirilmiş bir halkın, var olduğunu bir türlü karşısındakine anlatamamanın, duyuramamanın, varlığını dile getirememenin sıkıntısı onun şiirlerinin de sıkıntısı olmuştur. “Her iklimde dondum, her aynada hiç” dizesinde de duyumsanan bu sıkıntıdır.
Şiirde anlamın açığa çıkmasında okurun bakış açısının önemi büyüktür. Adnan Satıcı’nın şiirinde dile getirilen hakikati de, o hakikatin yarattığı gerilimi de bu bakış açısıyla okuyarak yorumlayabiliriz diye düşünüyorum. “Bin Yıl Daha Ülkesiz” başlıklı şiiri de bize bunu söyleyen, okurunu şiire yorumunu katmaya, “çoklu okumaya” davet eden bir şiirdir…
Nereye
O uysal saçlarınla nereye, hem sen nereye
Nereye ey gözleri gurbet
Sınadım kendimi bir başka biçimlerle
Her iklimde dondum, her aynada hiç
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Can aynam paramparça...
Nereye
O atlarla nereye, hem sen nereye
Nereye hiç dönmeyecekmiş gibi böyle
Ardından kanım akıtır kendini gittiğin yere
Çeviremem önünü kırılmış ellerimle
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Düğüm at damarıma...
Gidersen
Bin yıl daha ülkesiz bir çocuk kalır
Yıldızsız, pusulasız, mülteci, kanamalı
Gidersen fırtınada en ince söğüt dalı
O sabah kırılırım toprağıma düşemem
Yüzünü dön
Yüzünü dön
Gülümse baharıma...
On yıl öncenin kültür bakanını anımsayan kaç kişi vardır? Oysa yaşarken dünyaya, hayata şiirlerle temas eden şairler yüzyıl sonra bile anılabiliyor.
Kısa denilecek ömrüne onlarca şiir ve ondan fazla kitap sığdıran şair Adnan Satıcı’nın 13 Şubat, yaşama veda edişinin 10. yıldönümüydü. Unutmadık. Dizeleriyle, şiirleriyle Türkçe şiirin dağarcığına kaydolarak sonsuzlaşan şairi özlemle, sevgiyle anıyoruz…
UNUTULMAYAN DİZELER
“evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir -lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür”
Attilâ İlhan