Kahramanlar sırtlarında her zaman bir şey taşır. Roman ve öykülerinin işçileri onlar. Çoğu zaman inanılmaz, olağanüstü, mükemmel, harika, bazen fazla inanılabilir, sıradan ve hatta çok sıradan olduğu için kahraman olan ama her zaman öyküyü taşıyanlardır. Biz de kuşkusuz en çok bilinen kitaplardan biri olan Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nda olduğu gibi, kahramanların haylaz olmaları da bu durumu değiştirmez. Öykünün haylazı olsalar da yine onlar sırtlanır yükünü. Okur onlarla birlikte bir şeylere uymamanın, karşı çıkmanın ve dalga geçmenin keyfine varır. Hayatımızın gündelik, her boydan iktidarları çok çekerler haylaz kahramanlardan.
Amerikan yazar Mark Twain’in kitaplarından, bizde daha çok bilineni ‘Tom Sawyer'ın Maceraları’ ya da yine onun ilk arkadaşı, sonrasında ise dünyada daha da ünlü olan ‘Huckleberry Finn’in Maceraları’nın haylaz kahramanları yüzyılı aşkın bir süredir bunları yapıyor. İki eser de özellikle Huckleberry Finn'in Maceraları bütün Amerikan edebiyatını derinden etkilemiştir. Hatta yine dünyanın en önemli yazarlarından Ernest Hemingway bunu “Tüm modern Amerikan edebiyatı, Mark Twain'in Huckleberry Finn adlı kitabından geliyor. Daha önce hiçbir şey yoktu. O zamandan beri iyi olan hiçbir şey olmamıştır." diye tanımlar.
Mark Twain’in haylaz kahramanları, diğer efsanevi büyük kahramanlar gibi bazen uçup bazen ormanda bin kaplan gücünde değillerdir ama insana bu yüzden daha yakın ve bu yüzden daha gerçektirler. Hiciv dolu esprili yazım, insanı kalbinden yakalar ve peşinden sürükler. Belki bütün bir krallığı yıkmazlar ama kralı yok sayar, dalga geçer yerin dibine batırırlar.
İngiliz edebiyatında çok kullanılmış biçimlerden biri olan, nesil çatışmasının, her şeye hakim olan büyük, yaşlı olana karşı genç, özgür birey olma mücadelesi ile sınırlı değildir Tom Sawyer ve Huckleberry Finn. Özellikle genel okul sistemi ile bir yandan Aydınlanma'nın kutsadığı okulun iktidarını yeni inşa ettiği ancak öte yandan okula gitmeyeni dışladığı, dünyayı, okula gidenler-gitmeyenler diye böldüğü, hatta kaç yıl okul tüketti ise ona göre toplumsal bir hiyerarşi ortaya çıkartan, genel okul sisteminin doğrudan eleştirisi de vardır. Haylaz kahramanların, o günlerin taze iktidarı okuldan kaçarken yaptıkları, aynı zamanda, bilginin okulun verdiği ile sınırlandırıldığı, kutsandığı ve bu şekilde sadece yazılı olanın yerleştiği bir zamanının, henüz çok başında, sözlü kültürün yok oluşuna karşı da sevimli bir direnişten başkası değildir.
Yazarların Amerika’da şehir şehir, kasaba kasaba dolaşıp binlerce kişiyle okuma seansları yaptıkları bu dönem, bir yandan genel okul sistemiyle, okur yazar olmayanlara edebiyat yolunu kapatırken aynı zamanda sözlü kültürü, yazılı kültürün bir hammaddesi olarak sınırladı. Bütün bunların, süreli yayınların, gazetelerin, dergilerin çıkışıyla da aynı döneme denk gelmesi de tesadüfi değildir. Artık yerel değil ülke çapındaki gazete konuları, gerçekte doğrudan tanımadığımız halde evlere giren şeyler oldular. Bu haberler daha uzak bir yerden gelen ama kişiye de uzak, tanımadığı, bu yüzden yabancılaştırandı. Artık herkes ancak ‘haberdar’ oluyordu, o kadar. Bu her şeyi, herkesin okuduğu ama çok muhtemel, hiç müdahale edemedikleri bir durum haline sokuyordu. Genel okul sisteminin yerleşmesi ile birlikte gazetelerin medyaya dönüşmesinin yarattığı hegemonya ile ABD demokrasisini altın döneminin son bulması da tesadüf değildir.
Tam bu geçiş döneminde Mark Twain, iki kültür arasındaki parçalanışı, durdurmaya çalışıyordu bence. Bu yüzden Huckleberry Finn'de kitabın siyah kahramanı, köle olan Jim’in ağzından, siyah diyalekt ile yazılmasının nedenlerinden biriydi. Yazı dilinin sesin diyalektlerini ortadan kaldıran, tek düzeleştiren ve tekleştiren değişimine bir itirazdı çok muhtemel. Ancak bu oldukça tartışmalıdır hâlâ. Birçok eleştirmen ise bu diyalogları tam aksine Mark Twain’in ırkçı olduğuna bir delalet olarak göstermektedir. ‘In the American Library Association’s-Amerikan Kütüphaneler Birliği’nin en iyi yüz kitap arasında ‘Huckleberry Finn’in Maceraları’nı beşinci sırada, ‘Tom Sawyer’ın Maceraları'nı 83'üncü sırada göstermesi bu tartışmaları daha da alevlendirdi. 1830-1840 da geçen, Amerikan Orta Batısının canlı tasvirleriyle, birinci şahsiyet kullanılarak, hicivlerle dolu bir anlatımdan bir ‘ırkçılık’ tanımlaması bana hiç de gerçekçi gelmemektedir ve tam aksine bir olgunun, kendi diyalektini de kullanarak olağanüstü tasviridir. Ayrıca Huckleberry Finn’nin yakalanan siyah köle arkadaşı için romanın sonunda yaptıkları, ikisi arasındaki bu eşitlenmenin en önemli delilidir.
Mark Twain’in haylaz kahramanlarıyla dolaşırken okur, bu sürekli hareketi, devinimi, yerleşik olanın, kentin sıkıştırılmış boğuculuğundan da sıyrılır. Bu seyahat sırasında herkes şehrin iki yüzlü insanlarından uzak, mutlu ve huzurludur.
Bütün dünyada haylaz kahramanların bir diğer ortak yanı şiddeti reddetmesidir aslında. Herhangi bir iktidar karşısında yaptıkları, iktidarların ya doğrudan ya dolayısıyla ya da tehdidi ile kullandığı şiddete karşı hiç onun yöntemlerine başvurmamasıdır. Bir sıra dışı direniş halidir daha çok. Bazen sessizce orayı terk etme ama sonunda mutlaka geri gelme, kendi kuyruğundan sıkıştırıp rezil rüsva etme becerisidir haylaz kahramanların sahip oldukları. Kahramanların değişimi de bu yüzden büyük, tek bir darbe, eylem ya da travmanın bir sonucu değil, daha çok ufak sıkıntıların aşılabilmesiyle gelişir. Bir benzetme yapmak istersek, süper kahramanlar bir iktidarı değiştirmek için kralı öldürür ya da genel grevle yıkmak isterken, haylazlar ısrarla kaytararak, iktidardan çok daha büyük parçayı koparıp alırlar. Yani gerçek değişim, yaşamda ve doğada, neredeyse görünmez bir şekilde gerçekleşir.
Tom Sawyer, Huckleberry Finn ve bütün Hababam Sınıfı… bütün haylaz kahramanlar küçüklü büyüklü iktidarların altını yavaş yavaş ve büyük bir keyifle oyarak dünyayı değiştirmeye devam ediyor…