'Hayta aristokrat' nasıl devrimci oldu?
Tarık Akan, hem gerçek yaşam öyküsü aracılığıyla ve canlandırdığı karakterlerle yıldız kimliğini adım adım kurmuş, hem de bu kimliği eğip bükerek biçimlendirmiş bir oyuncudur.
Hasan Akbulut
Yeşilçam döneminde yazlık sinemalarda, sonrası yıllarda ise televizyonlarında film izleyen belirli bir yaş aralığındaki seyirciler için Türkiye sineması denilince akla önce oyuncular, yıldızlar gelir. Böylesi bir listede kadın yıldızlardan ilk sırayı Türkân Şoray alırken, erkek oyuncularda ilk üçte Tarık Akan’ı görmek hiç şaşırtıcı değildir. Geçtiğimiz hafta erken bir yaşta kaybettiğimiz ve kendisine yakışan bir törenle uğurladığımız Tarık Akan, oynadığı rollerle olduğu kadar, perde dışındaki hayatta siyasi duruşuyla da hakkında konuşulmayı ve yazılmayı gerektiriyor.
Hakkında yazılanlara bakıldığında Tarık Akan’ın, Tarık Tahsin Üregül adıyla 1949’da İstanbul’da doğduğu, 1970 yılında, o yılların popüler yıldız dergisi Ses dergisinin düzenlediği oyunculuk yarışmasında birinci olarak sinema dünyasına adım attığı, ilk filmini Solan Bir Yaprak Gibi (Mehmet Dinler, 1971) ile de oyunculuk kariyerine başladığı görülür. Akan’la yapılan söyleşilerde ve Nebil Özgentürk’ün yaptığı belgeselde, onun oyunculuktan önce para kazanmak için çeşitli işlerde çalıştığı ve sıkı bir Bakırköylü olduğu da dile getirilir. Halkın arasından, sıradan bir yaşam biçiminden çıkarak şöhrete ulaşması, gerçekte tam da çoğu Yeşilçam filminde anlatılan öyküye benzer. 1960’ların ve 70’lerin popüler filmlerinde yoksul ve kimsesiz karakterler, rastlantı, kaza gibi karşılaşmalar sonrasında, çoğunlukla şarkıcı olarak şöhret dünyasına adım atarlardı. Tarık Akan’ın yıldız oyunculuğa giden serüveni de, filmlerde kurulan bu örgüye çok benzer. Filmlerin benimsenmesinde ve ticari bir etken olarak tutulmasında en etkin faktörün oyuncu olduğu ve oyuncunun oynadığı rolle seyircinin duygu ve düşüncelerini etkileme gücünün bulunduğu, seyircide özdeşleşmeyi sağladığı gerçekleri, Akan’ın yıldız imgesini anlamada yol gösterici olabilir.
Tarık Akan, hem gerçek yaşam öyküsü aracılığıyla ve canlandırdığı karakterlerle yıldız kimliğini adım adım kurmuş, hem de bu kimliği eğip bükerek biçimlendirmiştir. Yıldız/ star olgusu üzerine olan araştırmalar, yıldız kimliğinin yalnızca beyaz perde üzerindeki rollerle değil, aynı zamanda oyuncunun perde dışındaki hayatıyla çizildiğini vurguluyor. Seyirciye, oyuncunun perde dışındaki hayatıyla ilgili malumatı ise, çoğunlukla magazin olan popüler dergiler sağlar. Bu kavrayış, yıldızın, aynı zamanda bir popüler kültür ürünü olduğuna işaret eder. Akan’ı sinemaya kazandıran Ses dergisi, sonrasında oyuncuların hayatlarıyla ilgili haberlere yer veren dönemin Artist, Hayat gibi diğer dergileri bu nedenle önemli bir işlev yerine getirmişlerdir. Ancak Tarık Akan’ın yıldız kimliğinin inşası, henüz tamamlanmış değildir.
'MUTLU SON'A GİDEN YOL
1970’lerde yine Türkân Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Gülşen Bubikoğlu gibi kadın yıldızlarla oynadığı çoğu melodram filmi, Akan’ın, bilinmesinde, tanınmasında ve özellikle kadın seyirciler tarafından arzulanmasında etkili olmuşlardı. Uzun boyu, yeşil gözleri, filmlerde performe ettiği başlangıçta hayta, şımarık, ama sonradan dürüst, sevecen âşık rolleriyle kadınların arzu duyduğu bir figürdü. Hatta bu figür, Ertem Eğilmez’in başında olduğu Arzu Film ekolünce yapılan Hababam Sınıfı serisiyle de perçinlendi. Zira serideki Damat Ferit karakteriyle Akan, bu komik serinin âşık olan ve olunan yakışıklısını oynuyordu. Melodram ya da komedi olsun, bu filmlerde zengin aristokrat ailenin hayta oğlu Akan, sonunda “adam edilir” ve mutlu sonu bulurdu.
Ancak Yeşilçam filmlerinin kodları içinde tekrarlanarak inşa edilmiş ve üzerine yapışan bu imgeyle yetinmeyen Akan, toplumsal gerçekliği dile getiren filmlerde oynamaya başladığında Yeşilçam filmleriyle örülerek bir popüler kültür ürünü haline gelen yıldız imgesini de kırmış oldu. Film tercihindeki bir radikal değişimin, bir yönüyle ona, yıldız vasfını sürdürmesi için gerekli olan bir ‘alan’ sağladığı düşünülebilir. Çünkü bir yıldızın, iyi ve güzel nitelikleriyle olduğu kadar, eksiklikleri, korkuları ve başarısızlıklarıyla da seyircinin karşısında, hatta ona dokunabilecekmiş gibi bir mesafede olması gerekir.
Yeşilçam dönemindeki artist, sanatçı dergilerinin, seyircilerin oyunculara yazdığı mektuplarına yer vermesiyle de bu işlevi sağladığı bir gerçektir. Ancak Tarık Akan sayısız seyirci mektubu almış bir jön olarak, 1970’ler Türkiye’nin değişen toplumsal ve politik ikliminde daha toplumsal ve politik mesajlı filmlerde oynamaya karar verdiğinde, yıldız imgesi için gerekli, ama riskli bir adım atmış oldu. Oyunculuk kariyerinin henüz üçüncü yılında Suçlu filmi ile (Mehmet Dinler, 1973) Altın Portakal Film Festivali'nde En iyi Erkek Oyuncu ödülünü alarak ününü pekiştiren temiz yüzlü yakışıklı hayta oğlan, artık bıyıklı haliyle “daha ciddi” filmlerin oyuncusuydu.
BAŞKA TÜRLÜ BİR HAYAT İÇİN...
Baraj (Orhan Aksoy, 1977) ve Nehir ile başlayan bu farklı yönelimde Maden’in (Yavuz Özkan, 1978) kazandığı başarı, girdiği yolda onun yerini de sağlamlaştırdı. Yılmaz Güney’li Sürü (Zeki Ökten, 1979) ve Yol (Şerif Gören, 1982) ise, hem onun politik bir duruşunu keskinleştirdi, hem farklı rollerin üstesinden gelebilen bir düşünür-oyuncu olduğunu ortaya koydu. Kaçak (Memduh Ün, 1982) ve Derman (Şerif Gören, 1983) filmlerinde kaçak sevgili, Pehlivan’da (Zeki Ökten, 1984) bir güreşçi, Bir Avuç Cennet’te (Muammer Özer, 1985) eski bir otobüs içinde hayat kurmaya çalışan bir baba, Çark’ta (Muzaffer Hiçdurmaz, 1987) örgütlemeye çalışan bir işçi olarak Akan, seyirciye başka türlü bir hayat için direnmeyi, örgütlenmeyi öğretti.
Ses’te (Zeki Ökten, 1986) 12 Eylül Darbesinde işkenceye uğrayan solcu karakteri olarak işkencecisinden hesap sordu. Tam da bu kalıplara sığmayan, hesap soran, ele geçirilmez, asi, devrimci rolleri, Akan’ın yıldız imgesini, daha politize olmuş bir Türkiye’de, bu kez sol popüler kültür içinde yeniden kurdu. Tarık Akan, bu imgesini Barış Derneği üyesi olarak, 12 Eylül Darbesi sonrasında tutuklanarak, tanıklığını Anne Kafamda Bit Var kitabıyla kalıcı kılarak, Nazım Hikmet Vakfı’nın kuruluşundan beri yönetim kurulunun her dönem en aktif üyesi olarak, Gezi eylemlerine, İşçi Bayramlarına ve direnişlerine katılarak, özcesi ülkesinin ve halkının sorunlarına çözüm arayan, barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinin bir neferi olarak perçinledi.
Evet, o bir yıldızdı, hem de bir devrimci yıldız. Uğurlar olsun.