Dışardan bakan birisi, Türkiye’nin “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ni konuştuğunu sanabilir. Yasa teklifi komisyondan geçti. Komisyon üyeleri Nejla Demir ve Ferit Şenyaşar’ın yasa teklifine dair komisyon raporuna ekledikleri muhalefet şerhinde de ifade ettikleri gibi Cumhur İttifakı bileşenleri “…öteki üzerindeki hegemonya inşa sürecini öncelikle hayvanlar üzerinden deneyimleyerek, kavram setlerini bu pratik üzerinden” oluşturmayı hedeflemekteler.
Yasanın en tartışmalı mevzu “itlaf/öldürme” de “ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet” ile hem ortadan kaldırıldı hem de hâlâ metindeki yerini koruyor. “O nasıl iş?” demeyin, sihir, keramet dediğin böyle bir şey işte.
Kanun Teklifinin 5. Maddesi şöyle: 5199 sayılı Kanunun İkinci Kısım Dördüncü Bölüm başlığında yer alan “Öldürülmesi” ibaresi “Ötanazisi” şeklinde ve 13 üncü maddesinin başlığı “Hayvanların ötanazisi” şeklinde değiştirilmiş, maddeye birinci fıkrasından önce gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve mevcut ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Öldürme esas ve usulleri” ibaresi “Öldürme ve ötanazi işlemine ilişkin esas ve usuller” şeklinde değiştirilmiştir. “Bakımevine alınan köpeklerden; insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlara 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen tedbir uygulanır.”
Altıncı madde ise “5199 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde yer alan ‘Tıbbî’ ibaresi ‘Kanuni ve tıbbî’ şeklinde değiştirilmiş ve fıkraya aşağıdaki bent eklenmiştir.” Böylece tıbben gerekli olmasa da kanun öldür diyorsa hayvanlar toplu şekilde itlaf edilebileceklerdir.
Bu yazıda uzun uzadıya söz konusu Kanun Teklifi ile ilgili hukukî tartışmaları özetlemek derdinde değilim. Hem benim çapım böylesi bir analize yetmez hem de git gide bu yasanın bir “hayvan hakları yasası” tartışması olmaktan çıktığını düşünüyorum. İlk cümlemi yine tekrarlayayım: “Dışardan bakan birisi, Türkiye’nin “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ni konuştuğunu, tartıştığını sanabilir. Oysa yaşadıklarımız -şaka değil- yaklaşmakta olan seçimlerde Erdoğan’ın Cumhur İttifakı tabanını yeniden konsolide edebilecek popülist bir politikayı yürürlüğe koymaya çalışmasından başka bir şey değildir. Erdoğan’ın, AKP’nin, Cumhur İttifakı’nın dertlerinin hayvan hakları ile ilgili sorunlara yönelik bir yasal düzenlemeye gitmek, sorunu çözmek vb. olduğunu düşünmüyorum. Kanun Teklifine karşı çıkanlar da sadece hayvan hakları ile ilgili bir yasal düzenlemeye muhalif olmadıklarının farkına varmaya başladılar. Özetle, Gezi ne kadar bir “çevre hareketi” idiyse, yaşamakta olduğumuz tartışma da o kadar “hayvan hakları” ile ilgili hukukî bir tartışmadır. Danıştay 10'uncu Dairesi’nin Ayasofya Müzesi ile ilgili kararı ne kadar 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali ile ilgili hukukî (!) bir karar ise hayvan hakları ile ilgili Kanun Teklifi etrafında dönen/döndürttürülen tartışma da o kadar hukukî (!) bir karardır. Yukarıdaki örneklerin tamamı toplumun kutuplaştırılması, bu kutuplaştırma üzerinden yaratılan popülist dil ve bu popülizm üzerinden Reis etrafında berkitilen seçmen kitlesi sacayağı üzerinden okunabilirler; bu konudaki örnekleri artırmak -elbette- hiç de zor değil. Hayvan hakları üzerine gıdıklanan/tahrik edilen/yaratılan/“TT edilen” tartışma ve yasal düzenleme de bundan muaf değil. İşte size mevcut tartışma ile ilgili, 24 Temmuz’da TBMM AK Parti Grup toplantısında the Reis’in dudaklarından dökülen sihirli cümle: “Seçkinler rahatsız oluyorlarmış, tuzu kurular gürültü yapıyorlarmış, sesi çok çıkan cazgırlar ortalığı velveleye veriyorlarmış. Bunların hiçbirine bakmayız, hiçbirine aldırmayız yola devam ederiz.”
Tam da the Reis’in buyurduğu gibi, yasa mevzu hayvanlarla değil, mevzu “ittapar/ötekiler” (zengin sitelerinde oturan, işlerine arabayla giden, laik seküler, alkolik, dinsiz, bölücü, yazın yurtdışına tatile giden, LGBT seviciler) ile “gariban halk/biz” (sabahın köründe işe gitmek için yollara döküldüklerinde başıboş itlerin saldırısına uğrayan milliyetçi, muhafazakârlar, Sünnî-Türkler) arasındaki bir mevzudur. Yasa çıkarsa ağzı var dili yok masum hayvanlar ya öldürülecek ya da barınaklarda ölüme mahkûm edileceklermiş; ne gam! Mevzu popülizm, hedef de yaklaşmakta olan seçimler ise gerisi teferruattır.
Foti Benlisoy ve Meltem Oral ne güzel özetlemişler benim de yukarıda dile getirmeye çalıştığım hususu: Erdoğan ve şürekası “…açısından alt sınıfların yaşam koşullarında bir gelişme gündeme getirilemiyorsa, yapılabilecek şey egemen sınıflara yöneltilebilecek öfkeyi başka bir kanala yönlendirmek. Buna göre, ‘aşağıdakiler’ için tehdit olarak yaftalanan bir grubun acı çekmesinde pay sahibi olmak maddi varoluşun neden olduğu acıyı tersinden telafi etmeye başlar… Köpeklerin sokaklardan tasfiyesi, garpta da şarkta da daima kapitalist üretim ve dolaşım ilişkilerinin şekillendirdiği kentsel mekânda köpeklerin bir fazlalık, bir tehdit sayılmasıyla alâkalıydı. Günümüzde de yoksulların, transların veya köpeklerin kent merkezlerinden itilmesi/temizlenmesi, aynı kapitalist kentleşme saldırganlığının bir tezahürü.”
İzninizle söylemek istediklerimi özetleyeyim. Ekonomik kriz AKP seçmenini “de” vurdu. Üstelik, artık, AKP seçmenindeki “Reis nasıl olsa halleder!” iyimserliği de ortadan kalkmış durumda. Şöyle ki; Optimar şirketi 2-5 Nisan tarihleri arasında 2 bin kişi üzerinden yaptığı ankette “Sizce bugün Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusunu sorar. Katılımcıların yüzde 60,6’sı soruya “ekonomik kriz” cevabını veririler. “Sizce bu sorunu kim çözer?” sorusuna ise ankete katılanların yüzde 24,3’ü CHP, yüzde 20,2’siyse AKP şekilde cevap verir. Ekonomik sorunları kimsenin çözemeyeceğini söyleyenlerin oranı birinci parti CHP’nin sorunları çözebileceğini düşünenlerden bile fazla.
AKP seçmeninin “bile” ekonomik kriz mağduru olduğu, Erdoğan’ın er ya da geç, nasıl olsa sorunları bir şekilde çözeceğine dair inancın da kaybolduğu, yolsuzluk ve mafya haberlerinin gırla gittiği, İttifak ortağı MHP’nin Sinan Ateş cinayeti ile ilgili dedikodulara gırtlağına kadar battığı, İttifak ortaklarının birbirlerine kılıçlarını çektikleri bir politik iklimde Erdoğan’ın elinde yeni bir kutuplaşma üzerinden yaratabileceği popülizm dışında kitlesini yeniden kazanabilmesine yardım edebilecek pek de fazla bir enstrüman kalmamıştı. Erdoğan, elinde kalan son bu enstrümanı da mahirâne devreye soktu: Hayvan Hakları Yasası.
Yine Foti Benlisoy ve Meltem Oral’dan yardım almak istiyorum: “Aslında köpeklerin katlinin kamusal bir tartışmanın konusu haline gelmesi, toplumsal yükselme ve refah vaadinin tam anlamıyla bir hayal halini aldığı geç neoliberal devre özgü bir 'sadist popülizm' örneği sayılabilir. Söz konusu olan, alt sınıfların gündelik sıkıntılarını bir nebze olsun telafi edebilecek, yoksulluğu yönetilir kılacak maddi vaatlere dayanan bir popülizm değil, hedef seçilen bir grubun (göçmenler, LGBTİ+’lar ya da köpekler) ezilmesine, sindirilmesine doğrudan ya da dolaylı olarak iştirak etmenin yarattığı tatmini ve suçlu zevki (guilty pleasure) hedefleyen bir negatif popülizm.”
Köpeğinizi de yanınıza alıp çıplak ayak yürüyeceğiniz; toza, toprağa, suya bulanıp kirleneceğiniz kadar güzel ve keyifli günler…