Hazzın ve 'ince ayrıntıların' peşindeki ressam

Ian Collins'in ressam John Craxton'ın yaşam öyküsünü anlattığı 'John Craxton Hayatın Lütufları’, Kerime Dalyan çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı.

Abone ol

Kaan Egemen

Albert Camus, Akdeniz’den etkilenip Eski Yunan’a duyduğu hayranlıkla geliştirdiği “güneş felsefesi”ni işlemişti pek çok eserinde. John Craxton ise bunu tablolarına yansıtmış ve yaşamının özü haline getirmişti.

Ian Collins, hayatının büyük bölümünü İngiltere’de ve Ege kıyılarında geçiren, çoğunlukla Hanya Limanı’na bakan ve stüdyoya çevirdiği evinde çalışan, yalnızca uygun ışığı ve gölgeyi değil, kendisini de arayan; neşeye, eğlenceye ve hazza aşık ressamın yaşam öyküsünü 'John Craxton Hayatın Lütufları’yla karşımıza getiriyor.

IŞIĞIN VE KEYFİN İZİNDE

“Çarpıcı ayrıntıların ressamı” Craxton, yaşamını bunları görmeye ve anlamaya vakfetmiş bir insandı. Başka bir deyişle yaşama âşığıydı.

Calder’dan, Picasso’dan, Miró’dan, Goya’dan, Poussin’den, Rubens’ten ve Reni’den etkilenen; ışığın ve keyfin izini süren Craxton, ilkgençlik yıllarını Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde İngiltere’de ve Fransa’da geçiriyor. Kısa sürede Londra sanat camiasının yıldızlarından biri hâline gelen Craxton’ın ilk resimlerine hakim olan Britanya’nın puslu havası, Lucian Freud ve tesadüfen tanıştığı Atina Büyükelçisi’nin eşi Lady Norton sayesinde renkleniyor. Collins’in ifadesiyle John ve Lucian için yaşam, “anın sunduğu heyecanlardan ibaretti; parlak bir gelecek vaadi ve her an yok olma riski el eleydi.”

John’un ve Lucian’ın birlikteliği, hem sanatsal eleştiri hem de yaşamın tadını çıkarma anlamında bir yakınlığa dönüşürken ikili, farklılıklarının da ayırdına varıyordu.

John Craxton - Hayatın Lütufları, Ian Collins, Çevirmen: Kerime Dalyan, 424 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2023.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde yorgun ve iç çatışmalarla savrulan Yunanistan’a adım atması, Craxton’ın yaşamındaki diğer dönüm noktasını oluşturuyor. Hanya’ya gelen ressam, hemen herkesle temas ederken ışığın ve keyfin çekimine kapılıp çizimlerini farklı noktalara taşıyor. Collins’in bu noktada bir notu var: “Craxton’ın konularının melankolik doğasına rağmen -ölü hayvanlar, karanlık manzaralardaki yalnız figürler, parçalanmış ağaç kökleri- taptaze, yaratıcı bir imgeselliğin canlılığı söz konusuydu. Çalışmaların bıraktığı genel etki neşelendiriciydi ve daha büyük bir şeyin gerçekleşmek üzere olduğuna dair bir izlenim doğuruyordu.”

COŞKU SANATININ USTASI

Resminde öne çıkan ve yaşamını belirleyen Akdeniz ışığı, Craxton’ın Hanya günlerindeki en önemli destekçisi oluyor Collins’e göre. Bu kent, ressam için çok daha fazlası demek: “1960’ların başında Hanya, güneşten daha fazlasını arayan düşünceli ve yaratıcı kişiler için cennete çok yakın bir yerdi. Kitapları Craxton’ın neslini Yunanistan için cezbetmekte çok etkili olan Henry Miller ve Lawrence Durrel, savaş öncesine ait bir rüyanın uzun süre dayanamayacağından emin biçimde çoktan hayatlarına devam etmişti. Ancak on yıl süren bir çatışma ve daha sonraki travmaların ardından Yunanistan, sanatçılar ve romantik kaşifler için bir mıknatıs oldu; bunlar kitle turizminden önceki son maceracılardı. Hydra, 1950’lerin ortalarından itibaren yaratıcı Yunan hayranlarının kalesiydi, artık ilham ve keyif Hanya’ya geçmişti. Craxton’ın en büyük yeteneklerinden biri, doğru zamanda doğru yerde olmaktı. Hanya limanının yakınlarında olmak, tam da o sıralar, olağanüstü bir şeydi.”

Collins’e göre lüks hayatı da perişanlığı da seven Craxton, Lucian’la 1969’da biten dostluğunun getirdiği ağır yükü, Akdeniz’in sıcaklığı yardımıyla atlatıyor. Sanatının analiz edilmesinden hiç hoşlanmayan ressam, yine aynı ışık ve sıcaklık sayesinde bazı dostlarına bu konuda tavizler veriyor. Collins’in deyişiyle bunlar, Craxton’ın hazcılığını besleyip büyütüyor: “John, resimlerinden de anlaşılabileceği üzere, yalnızca bir zevk deryasında yüzer gibiydi. Ancak her zaman sağlam bir özellik olan hedonizm, yaşla birlikte kahramanca bir nitelik kazandı. (...) Haz peşinde koşmayı temel alan sağlam bir yaşam felsefesiyle kendini koruyan sanatçının duygusal hasarlar karşısında takındığı savunmacı tavır, resimlerinde bulunan empatiyi yalanlar yoğunluktaydı. Harika taziye mektupları yazmasına karşın, hayatın yaşamak olduğuna, yaşamla barışık olmamız ve tadını çıkarmamız gerektiğine inanırdı.”

Collins, yaşamı ve sanatını anlattığı çalışmasında, Craxton’ın hayatın lütuflarına yöneldiğini, asıl başarısının “coşku sanatında ustalaşması ve eşi benzeri bulunmayan bir hâlinin resimlerini aydınlatması olduğunu” hatırlatıyor. Bu bağlamda Collins, kaleme aldığı biyografiyle yirminci yüzyıla yön vermiş bir ressamın yaşamla sanatı nasıl birleştirdiğini gözler önüne seriyor.

Hayatı, sanatın bir boy önüne koyan Craxton, Yunanistan’ın tabiatına ve insanlarına kaptırıyor kendisini. Ayrıca 1950’lerden itibaren İngiltere’deki eşcinsel karşıtı hareketler ve püritenlik de ressamın bu ülkeye aşkını pekiştiriyor. Bir anlamda Hanya, Craxton için hem yaşamsal hem de sanatsal olarak nefes aldığı bir yere dönüşüyor: “John’un hayatı ve sanatı, manevi vatanında gelişiyor, serpiliyordu. Erken dönem Ege resimlerinde yeniden canlanan kübizm etkileri, büyük ölçüde Yunan antik sanatı ve Bizans mozaikleri ve freskleri sayesinde, artık yerini mükemmel bir çizgisel resim tekniğine bırakıyordu. Resimlerinde farklı malzemeler kullanmayı deneyerek yağlıboyadan kendi tempera resim versiyonuna geçiyordu. Bu boyanın kuru, kireçli görünümü Yunanistan’a dair görüntüleri hiç olmadığı kadar net ve gerçekçi hâle getiriyordu.”