Hazzını değil, borcunu ertele!
Zygmunt Bauman'ın 'Borçlu Zamanlarda Yaşamak' kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Citali Rovirosa-Madrazo ve Bauman’ın sosyoloji, tarih ve felsefenin de içine girdiği söyleşisinde Bauman ve Madrazo; sistemin, borçları kolektifleştirmesinin önündeki engelleri kaldırılınca tüketici ve müşteri olarak nitelenen yurttaşlar, yeni krizlerin nesnesine dönüşmesini inceliyor.
Ali Bulunmaz
Borçlanma, borcun yapılandırılıp uzun vadeye yayılması, ödeme planlarının sürekli yenilenmesi ve meselenin kronik bir trajedi hâline getirilmesi, düşen insanların bir bakıma disipline edilip cezalandırılması ve tekrar borç alabilir konuma yükseltilmesi, John Ralston Saul tarafından “çarmıh ekonomisi” diye adlandırılıyor.
Burada Katolik Hıristiyanlığın katı ahlakçı tutumuna bir gönderme söz konusu: Borcun, kişinin (ve ülkelerin) kendisini, ekonomik ve kültürel babta kırbaçlamasına neden olacak bir araç şeklinde algılanması, iktisadi bağlamda acı çekmeye alışmanın küreselleşme ve neoliberalizm dilindeki karşılığı. Reçeteler, yeni krediler ve “çözüm odaklı” çalışmalar, durumu düzeltmek bir yana, daha fazla ağırlaştırmaktan başka işe yaramayınca Zygmunt Bauman’ın “borçlu ırk” dediği nesille; her ne pahasına olursa olsun, tüketmeyi üretmeye tercih eden ve bunun çekiciliğine kapılanlarla karşılaşıyoruz.
Küreselleşme ve neoliberalizm kaptanlığındaki “zamanın ruhu”, ekonomide kuralsızlığı ve özelleştirmeyi tek hedef olarak belirleyince piyasanın koruyucusu ve savunucusuna dönüştürülen devlet, çevrilemez borçlarla boğuşan bireylerin denetleyicisine dönüşüyor. Yani Bauman’ın ifadesiyle “piyasa egemenliğinin cellatlığına” soyunuyor.
KEYİF VE TATMİNLERİN İDARESİ
Üretimin yerini, tüketme arzusu ve hayali aldığından beri sistem, kredilerle ve göz kamaştırıp gönülçelen borçlanma yöntemleriyle bu işleyişe uygun bireyler tasarlamaya girişti. Üstelik bu anlayış bireylerle sınırlı kalmazken Bauman’ın “asalak” dediği kapitalizm, ülkeleri sarınca kaybedenlerin sayısı, kazananları epey aştı.
Harcama ve borçlanmanın “yükselen değer” hâline gelmesi, çıkarların ve rekabetin ön planda olduğu iktisadi değerleri; istikrarlı satın almayı ve yaşamı borçla çevirmeyi öğütleyen bir anlayış üretti. İyi kötü dönen bu çark krizlerle duraklasa da her seferinde kendisini toplamayı başardı. Borçlu Zamanlarda Yaşamak’ta Citali Rovirosa-Madrazo ve Bauman’ın sohbeti bu minvalde ilerlerken işin içine sosyoloji, tarih ve felsefe de giriyor. Krizler, sistemin borçları kolektifleştirmesinin önündeki engelleri kaldırınca tüketici ve müşteri olarak nitelenen yurttaşlar, yeni krizlerin nesnesine dönüştü. Bauman’ın ve Madrazo’nun eşelediği ana mesele bu.
Bireyi borçlanmaya zorlayan, hatta borçluluğu kronikleştiren kapitalist sistem, hazzı ertelemeyi kredi kartlarıyla ve banka kredileriyle yani modern tefecilikle engelledi. Bauman buna “keyifleri ve tatminleri idare etmeyi sağlayan özgürlük” diyor. Borçları geri ödeme günü ise “sonra”nın “şimdi”ye dönüşmesiydi ve önceleri “ufak” olan bu sorun kısa sürede büyüyüp risk adıyla sistemdeki yerini alıverdi. Borçlanmayı ve borcu ertelemeyi sürdürülebilir kılan “dostane bankalar”, Bauman’ın deyişiyle “ideal borçlular” yarattı. Kriz sırasında, onlara “müflis” dense de yapılandırmalar sayesinde sistem tarafından fiîlen affedildiler. Hayatını kredilerle sürdüren ve sıcak paraya alışan, Bauman’ın “borçlu ırk” dediği kitle böyle ete kemiğe büründü; krediler ve kredi kartları ise onun daima kullanmak durumunda olduğu birer uyuşturucu hâline geldi. Sermayenin satın aldığı emeği, kredi ve borç olarak satması da hayatın doğal akışından sayıldı. “Refah devleti”ni ve borçlu ırkı tetikte tutmanın gereği buydu.
Bauman, Madrazo ile sohbeti sırasında “refah devleti”nin bir başka yönünü ifşa etmiş: “Bugün yanlış bir adlandırmayla ‘refah devleti’ denen şey, yalnızca yeterli kaynakları bulunmadığı için varlıklarını koruma kapasitesine sahip olmayan bireylerin tortularıyla uğraşan bir mekanizmadır. Bu, insanları kayıt altına alan, ayıran ve dışlayan, ayrıca onları toplumun ‘normal’ kısmından güvenli bir şekilde yalıtan bir kurumdur: Âdeta duvarları olmayan bir gettoyu (her ne kadar gözetleme kuleleriyle doldurulsa da), dikenli tellerle çevrelenmemiş bir kampı yönetmek demektir.”
Kuralların esnetilmesi ve kaldırılması, Oliver James’in dediği gibi “gerçekçilikten uzak özlemlerle gerçekleşmesi imkânsız beklentilerin” vaat olarak sunulmasını kolaylaştırdı. Bauman’a göre bu ortam, özgürlük-güvenlik arasında salınmaya mecbur bırakılan borçlu ırkın, devlet tarafından gözetim ve denetim altında tutulmasını sağlayacak düzenlemelerin getirilmesiyle sonuçlandı.
KORKUNUN GERİ DÖNÜŞTÜRÜCÜSÜ DEVLET
Bauman, borçlandırma kültürünü anlatırken kaçınılmaz biçimde devlet kavramındaki değişime, insan haklarına, demokrasi kavrayışına ve neoliberalizme de temas ediyor. Dolayısıyla söz dönüp dolaşıp borçlanmayı yaşama biçimi gibi gören neo-insana gelince “refah devleti”yle bir kez daha karşılaşıyoruz: İnsan haklarını, eşitliği, güvenliği ve bölüşümü karnı tok çoğunluğa göre düzenleyen bu aygıt, Bauman’a göre bir tür politik, sosyal ve kültürel denetim görevi üstlenerek iktidar ve siyasetin birbirinden kopmasında kilit rol oynuyor. Dahası, yüksek riskli kredileri geri ödeme aşamasında tahsildarlık görevini yerine getiren bu devlet, “eşitsizliği küreselleştirmede” bir kaldıraç hâline geliyor. İş ve ticaret dünyası özgürleşirken kredi ve borç yükü altında ezilen dar gelirliler, “refah devleti”nin takibine takılıp “kusurlu tüketici” etiketiyle kara listeye alınıyor.
Piyasa sisteminin doğurduğu güvensiz ve zemini kaygan ortamın kişilerde yarattığı tedirginlik, tehdit algısı yönetimiyle devlet tarafından baskılanıyor. Bauman’ın ifadesiyle güvenlik sorunu, insanların haysiyetiyle oynayan neoliberal işleyişin zararlı etkilerini eğip bükmede kullanılırken terörizm, başka bir tür terörizmle öteleniyor. Bauman, böyle bir devlete “korku aygıtı” yerine, “korkuyu idare eden, bir yerden alıp başka bir yere koyan, geri dönüşümden geçiren tesis” diyor.
KENDİSİNİ TASARLAYAN 'POST İNSAN'A DOĞRU
Bauman, piyasa egemenliğini ve borçlu ırkı açıklarken üretimde yeterli rol oynayamayan “artık nüfus”tan belirsizlik yönetimine, sosyal ve iktisadi krizlerden biyoteknolojiye, yeni dogmalarla kurulan iktidar oyunlarından göçe kadar pek çok konuda öngörüde bulunuyor.
Bu öngörülerin başında, ideal tüketiciyi yaratmaya ve olanı da iyileştirmeye yarayacak, genetik mühendisliği eliyle üretilebilecek post-insan geliyor. Bauman, zahmet çekmeden var olup tüketecek mutlu ve kusursuz insanının inşasına gidişin “kapitalizmin sömürüsüne açık toprak” hâline gelebileceğini söylerken iki ucu birleştiriyor: “Kredi kartlarını çıkaranların ‘ihtiyaç ve arzulardan beklemeyi kovma’ vaadi, bâkir topraklardan oluşan uçsuz bucaksız bir alan açtı. Bu topraklar, yirmi-otuz yıl boyunca tüketim ekonomisini müthiş derecede kârlı bir düzeyde tutup (el değiştiren para miktarıyla ölçülen) ekonomik büyümenin çarklarını iyice yağlamıştı. Hızla gelişen ‘gen mühendisliği’ sayesinde, ‘üremenin risk ve zahmetlerini ortadan kaldırmak’ gelecek yirmi-otuz yıl boyunca aynı şeylerin devam ettirilmesi için yeni alanlar oluşturabilir. Kendinizi, hayallerinizdeki ölçütlere göre biçimlendirerek istediğiniz gibi yaratma eylemi, hep istediğiniz ama hayallerinizi gerçeğe dönüştürmek için gerekli araçlardan şimdiye dek yoksun kaldığınız şeydir. Şimdi araçlar elinizin altında. Şimdi beklemeyi (ve gündelik ıvır zıvır şeylerle angaryayı) bir kez daha istek ve arzularınızdan kovabilirsiniz. Bu sefer tüm dürtülerin nihai sınırını en üst dereceye çıkarabilirsiniz: Kendi kendinizin hâkimi olabilirsiniz.”
Yeni insanın, ekonominin ve kültürün inşası bağlamında “akışkanlık” söylemini hatırlamakta fayda var. Bauman; kimliklerin, toplumların ve zamanın akışkanlığı içinde tüketimin, borçlanmanın ve hayatı bunlarla çevirmenin sabit kaldığını, bunun ne kadar süreceğinin öyle kolay öngörülemeyeceğini düşünüyordu.
Bauman artık aramızda değil ama söz konusu belirsizlik olanca ağırlığıyla yaşamımızı yönetiyor. Borçlu ırk, ucuz düşünüp pahalı ödemeyi sürdürüyor, şimdilik...