HDP Davası ve Anayasa Mahkemesi  

HDP davası, Kürt sorunu odaklı bir siyasete alan açılması bakımından 30 yıl öncesine kıyasla mesafe alınmadığını, alınan bir mesafe varsa da bir hamleyle 30 yıl geri gidilebildiğini göstermesi bakımından önemli ve ibretlik bir dava. Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı, mevcut Anayasa ile Siyasi Partiler Kanunu ve belki bunlardan da önemlisi siyasi iktidarın niyet ve beklentilerinin bir arada gösterdiği şey ise HDP’nin de kapatılan partiler listesine ekleneceği.

Hamza Aktan hamzaaktan@gmail.com

Anayasa Mahkemesi’nin Halkların Demokratik Partisi’ne açılan kapatma davasında vereceği karar, kuşkusuz hem hukuk hem de siyaset açısından yakın geleceği şekillendirecek kararlardan biri olacak. Bu karar, lehe veya aleyhe olması fark etmeksizin Kürt sorunu çerçevesindeki “yasal” kabul edilen siyasetin sınırlarını çizecek, bir anlamda siyasi mühendislik faaliyetlerinin de tamamlayıcısı bir yere oturacak. HDP, kapatılması halinde Kürt sorununu odağına alan HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP’den sonra kapatılan 7. siyasi parti olacak.  

Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi, kapatma davasındaki incelemesini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesi doğrultusunda Anayasa’nın 68 ve 69. ile Siyasi Partiler Kanunu’nun 78, 79, 80, 81, 101 ve 103. maddeleri ve önceki içtihadı doğrultusunda yapacak. AYM bu incelemesinde esas olarak HDP’nin “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı” haline gelip gelmediği sorusunun yanıtını arayacak. Ancak eğer önceki kapatma kararlarının gösterdiği yolda ilerleyerek bu soruya cevap ararsa bir anlamda Türkiye’de Kürt sorunu yokmuş gibi davranmaya devam etmiş olacak veya bir siyasi partinin bu sorunun çözümü yönünde bir çabanın içine girmesini suç sayan kabulü üzerinden ilerleyecek ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ne bulduysa doldurduğu yüzlerce sayfalık iddianamesini aleyhe karar için yeterli sayacak. HDP davası bu yönüyle Anayasa Mahkemesi için son 30 yılın son derece politik, Kürt sorununu yok sayan ve tek taraflı devletçi yoruma dayalı hukuki ezberinden kurtulmasının bir imkânına dönüşebileceği gibi o ezber ve geleneği korumasının herhangi bir aracı da olabilir.

ESKİ KARARLARIN GÖSTERDİKLERİ

Anayasa Mahkemesi’nin önceki Kürt partilerini kapatma kararları incelendiğinde çok temel hakları dahi (ifade özgürlüğü, gösteri-yürüyüş hakkı) “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı” haline gelmenin unsurlarından sayabildiği görülür. Öyle ki, AYM’nin HEP (1993) ve DEP (1994) kararları tamamen partilerin genel başkanları Fehmi Işıklar ve Yaşar Kaya’nın Kürt sorununun varlığına yönelik vurgulardan ibaret konuşmalarına dayanmaktadır. ÖZDEP kararında (1993) ise bir konuşma dahi yoktur, yalnızca partinin programı üzerinden kapatma kararı verilmiştir. Parti kapatma tarihine bu yönden bakıldığında ilk Kürt partileri (HEP, DEP, ÖZDEP) “farklı bir ulus/azınlık yaratma”, yani “bölücülük” yapma suçlamasıyla, sonrakiler ise (HADEP ve DTP) “PKK ile ilişkileri” iddiasına dayanılarak kapatılmıştır.

Ancak HADEP ve DTP’nin PKK ile ilişkisinin kanıtlanmaya çalışıldığı kararlarda da ifade özgürlüğü kapsamındaki konuşmalar aleyhe delil olarak yorumlanabilmiştir. Örneğin, Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması kararının gerekçesinde “özgürlük', 'kardeşlik' ve 'barış' kavramları kötüye kullanılarak ülkenin belirli kesiminde yaşayan veya belirli bir etnik kökenden gelen vatandaşlar üzerinde farklı bir ulus bilincinin uyandırılmaya çalışılması” parti aleyhine yapılan değerlendirmenin dayanaklarından biri olarak kullanılabilmiştir. AYM, “Türk ve Kürt ulusları biçiminde bir ayırımın yapılmasını”, Türk devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine aykırılık teşkil eden eylemlerden sayabilmiştir. Yanı sıra, DTP’lilerin “Kürt halkının Türk halkından farklı bir ulus olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından Kürt halkına karşı baskı ve zulüm politikası yürütüldüğünü” ifade etmelerini de kapatma gerekçelerinden biri olarak öne sürebilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 2003 tarihli Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) kararında da benzer yorumlar söz konusuydu. Bu kararda da esasen Kürt sorununun olmadığı, muhtemelen yazarlarını da ikna etmeyecek zayıf argümanlarla anlatılmaya çalışılmıştı; “Türk Devletinin vatandaşları arasında özel ve kamusal alanda etnik ya da diğer herhangi bir nedenle siyasal veya hukuksal ayrılık söz konusu değildir.” Kararda devamla, haklara erişim konusunda da bir ayrımın olmadığı vurgusunun yapılmasına ihtiyaç duyulmuştu: “Türk Milleti içinde yer alan farklı kökenden vatandaşlar arasında Türkiye'nin her yerinde yaşama, eğitim ve medeni haklar yanında seçme ve seçilme hakkından tam olarak yararlanma, istek ve başarılarına göre her türlü işte çalışma, Türk dil ve kültüründen faydalanma ve katkıda bulunma gibi konularda tam eşitlik anlayışı içinde hiçbir ayırım gözetilmemektedir.”

'AZINLIK YARATMA' SUÇU

Anayasa Mahkemesi’nin bu içtihadının yanında mevcut mevzuatın kendisi de siyasi partiler açısından Kürt meselesi odaklı bir siyaset yürütmeyi neredeyse imkânsız kılan bir çerçeveye yerleştirilmiştir. Daha önce çeşitli defalar belirtildiği üzere, anayasalardan çocuk koruma hukukuna, siyasi partiler mevzuatından ceza hukukuna Türkiye’deki mevzuat birçok alanda ya Kürt sorununun etkisi altında ya da o meselenin etkisinin azaltılması gayretinin bir sonucu olarak yaratılmış ve geliştirilmiştir. HDP ve öncülü partiler dolayısıyla tekrarla gündeme gelen ancak yine bu partilerin uzun yıllara yayılan mücadelesi sonucu bir bakıma kadük kalan Siyasi Partiler Kanunu’nun “azınlık yaratılmasının önlenmesi” başlıklı 81. maddesi de bu çerçevede ele alınabilecek bir maddedir.

Maddenin b fıkrasına göre siyasi partiler “Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.” Yine maddenin devam fıkrasında siyasi partilerin faaliyetlerinde Türkçe'den başka bir dil kullanamayacaklarının altı çizilmiştir. 1980 darbesinin ürünü olan bu kanunun gerekçesinde dayanak olarak “Lozan antlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık olmadığı” vurgulansa da kastedilenin esas olarak Kürtler olduğu açıktır. Nitekim, Lozan anlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yok ise “azınlık yaratılmasının önlenmesi” gibi bir kaygının da bulunmaması gerekirdi.

Ancak bu madde, Anayasa Mahkemesi’nin 14.7.1993 tarihli Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kapatma kararının gerekçelerinden biri olabilmiştir; “Cumhuriyetin Türk ve Kürt halkları tarafından birlikte kurulmuş olmasına karşın daha sonra Kürt halkının tamamen dışlandığını ifade etmek suretiyle, Siyasi Partiler Yasası'nın 81. maddesinin (a) bendine aykırı biçimde T.C. ülkesi üzerinde dil ve ırk ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğu ileri sürülmüştür.” Madde, Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin (ÖZDEP) kapatılması kararında da başvurulan unsurlardan biri olmuştur.

HACİM FARKLI, YAKLAŞIM AYNI

Öte yandan Anayasa Mahkemesi her ne kadar DTP kararında “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğu sonucuna varılan eylemlerin” değerlendirmeye esas alınamayacağını ifade etmiş ise de Selim Sadak, Sedat Yurttaş gibi siyasetçilerin konuşmalarını veya siyasetçilerin Roj Tv yayınlarına katılmasını hükme esas olacak şekilde işlemekten geri durmamıştır.

Yine de kapatılan son parti olan DTP’ye yönelik karardan anlaşılacağı üzere AYM, parti binalarında yapılan aramalarda el konulan yayın, eşya ve diğer belgeler, parti ve mensupları tarafından gerçekleştirilen toplantı ve gösteriler ve partinin yönetici ve üyelerinin eylemleri üzerinden bir karara varmaya çalışacaktır. Ancak burada da adil yargılanma hakkı yok sayılarak yürütülen ve iddianamede delil olarak gösterilen binlerce soruşturma ve kovuşturma dosyası üzerinden ilerlemek zorunda kalacağı açık. Bu haliyle AYM, çoğu halen devam eden, önemli bir kısmı beraatle sonuçlanabilecek, bir o kadarı adil yargılanma hakkı gözetilmeden yürütülen dosyaları “delil” olarak incelemek durumunda kalacak. AYM’nin olası kararında bu tasnifi ne yönde yapacağı veya böylesi bir tasnif çabasının içine girip girmeyeceği de ayrı bir sınav olarak önünde duracak.

Önceki partilere karşı açılan davalarla kıyaslayınca HDP davasının hacim olarak en büyük dosya olduğunu da belirtmek gerekiyor. 90’lı yıllardaki HEP ve DEP iddianamelerinde birkaç konuşmayı alıntılamayı yeterli bulan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı HDP davası için 600’e yakın parti üyesi ve yöneticisi hakkındaki tüm soruşturma ve kovuşturma dosyalarını, bu kişilerin konuşmalarını, basında çıkan haberleri, dava dosyalarındaki ifadeleri derlediği 843 sayfalık bir iddianame sunma ihtiyacı duydu.

HDP davası, iddianamelerin sayfaları artsa da Kürt sorunu odaklı bir siyasete alan açılması bakımından 30 yıl öncesine kıyasla mesafe alınmadığını, alınan bir mesafe varsa da bir hamleyle 30 yıl geri gidilebildiğini göstermesi bakımından önemli ve ibretlik bir dava. Anayasa Mahkemesi’nin yıllardır bu yönde oluşturduğu içtihadı, mevcut Anayasa ile Siyasi Partiler Kanunu ve belki bunlardan da önemlisi siyasi iktidarın niyet ve beklentilerinin bir arada gösterdiği şey ise HDP’nin de kapatılan partiler listesine ekleneceği. Bunun aksi, ancak Anayasa Mahkemesi’nin 1980 darbesinin ürünü olan yasal çerçevenin ve Kürt meselesiyle birlikte Türkiye’nin demokratikleşme sorununu her geçen gün daha da derinleştiren siyasi aklın dışına çıkarak hakkaniyetli bir karar arayışına girmesiyle mümkün olacak.

Tüm yazılarını göster