İktidar, güçlendirilmiş Milliyetçi Cephe iktidarı, iki kişilik Erdoğan-Bahçeli koalisyonuyla “yeni Türkiye”yi kurarken “kurucu iktidar” rolünün bütün gereklerini yerine getiriyor: Bütün kurucu iktidarlar gibi kurulu hukukun hiçbir normunu dikkate almadan, kuracağının insani ve maddi maliyetini hesaba katmadan, şiddeti seferber etmiş durumda.
İki kişilik koalisyon hedeflerine doğru ilerlerken sadece hukuku değil, siyaseti de ilga etmiş durumda. Hem iç hem de dış politika, devletin şiddet aygıtlarının temel rolü oynadığı bir seferberlik haliyle yürütülmek isteniyor. Militarist seferberlik haliyle diplomasi, adli-polisiye seferberlik haliyle iç siyaset.
KOALİSYONUN ANA DİLİ
Parlamentonun işlevsizleştirilmesi, kamu bürokrasisinin partizanlaştırılması, yargının memurlaştırılması, akademini çürütülmesi ve ana akım medya gruplarının partileştirilmesi bu militarist seferberlik haline eşlik edince saldırgan, çatışmacı, acımasız, saygısız söz ve davranışlar en tepeden en tabana birbirini besleyerek sadece siyaseti değil bütün beşeri alanları işgal eder oldu. Şu kelime dağarcığı, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Ayasofya tartışmaları çerçevesinde attığı bir nutuktan derlendi:
“Nifak seferberliği, gizli Bizans lobisi, Batı hayranı yerli işbirlikçiler, kara propaganda, karanlık özlem, kılıç hakkı, hain bir uydurma, rezil bir yalan, sakat ve soysuz teklif sahipleri, halt yemek, Bizans artıkları, fosilleşmiş emeller…”
Aynı söz varlığıyla birçok konunun konuşulduğuna şahit olduk, olacağız da… Bahçeli’nin kendisine hakaret edildiği iddiasıyla açılan bir davada suçlanan kişinin beraat etmesinin sonucu ise bu seferberlik halinin hangi noktalara gidebileceğini ortaya koydu: HSK, beraat kararını veren ilk mahkemenin yargıcı ile bu kararı onaylayan ikinci mahkemenin üç yargıcını soruşturuyor. Böylece biz Bahçeli’nin, mevcut “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman” koalisyona karakterini veren ideolojinin en önemli kişisi olduğunu anlıyoruz; çünkü Erdoğan aleyhine verilen bir beraat kararından sonra böyle bir işlem yapılmadı.
EDİRNE’DEN HAKKARİ’YE BU MEMLEKET KİMİN?
Manzarayı umumiye böyleyken HDP, iki milletvekilinin hukuka aykırı biçimde devam eden yargılamalarla mahkum edilmesinden sonra haklarında TBMM üyeliğinden düşürme işlemi yapılıp bir de tutuklanınca, bir eylem kararı aldı. Edirne ve Hakkari’den başlayarak Ankara’ya yürümek.
Eylem doğası gereği sembolik. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin iki ucundan başlanacak, merkeze gelinecekti. Hem partiye yönelik kesintisiz adli-polisiye işlemlerin protestosu olacaktı bu hem de örgütlenme ve ifade özgürlüğünün kullanılması. Anayasa ile koruma altına alınmış haklar manzumesine dayalı bir eylem, hasılı. Tıpkı üç yıl önce 15 Haziran’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi. Kılıçdaroğlu o zaman “siyasetsizleştirilmiş” başkenti terk ederek, bir siyaset icat etmiş ve netice de almıştı.
Hükümetin HDP’ye iki yanıtı oldu: Biri, türlü çeşit bahanelerle valiliklerin aldığı yasak kararları ve eyleme fiziki müdahale. Diğeri, eylemin başlayacağı gün Mahmur ve Şengal’in bombalanması. İktidar böylece HDP’yi bırakın “Türkiye partisi” olarak görmeyi, bir parti olarak bile görmediğini hal diliyle ilan ediyor, kullandığı şiddetin meşrulaştırılmasının yegane kaynağı olan “terör” maymuncuğunu oyun sahasına sürüyordu. HDP ne parlamentoda, ne şehirlerde, ne sokaklarda, ne yollarda siyaset yapamazdı. Barajı geçtiği 2015’ten bu yana reva görülen usul ve yöntemlere rağmen ayakta kalmayı başaran bir partinin, siyasi sahnenin “iktidarın emredici nutukları-muhalefetin demeçleri” denkleminden çıkmak için attığı anlaşılan bu adımın şiddetle engellenmesi, muhalefeti pek rahatsız etmiş görünmüyor.
POLİS DEVLETİ ALGISI…
İşte iki açıklama:
“HDP’nin yürüyüşünün engellenmesi ve yapılan müdahale anayasal bir hakkın kısıtlanmasıdır. Bu yaşananlar polis devleti algısını güçlendirmekte, demokrasiyi ve hukuk devleti ilkelerini zedelemektedir.”
“Anayasa m.34 ‘Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.’ Anayasa ‘HDP hariç herkes’ demediğine göre bu nedir? #herkesiçinadalet”
Bu iki alıntı da CHP’lilerden. Birincisi CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel’in kelimeleri. İkincisi CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen’in kelimeleri.
İlk konuşmaya göre Türkiye polis devleti değil ama algısında bir kötüye gidiş var, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri hâlâ ayakta, ama işte bu yaşananlar yüzünden zedeleniyor.
İkinci tam da yerinde ve uygun biçimde Anayasa maddesini hatırlatıyor, maddenin yoruma kapalı olduğunu ifade ediyor. İkisi de “sosyal medya” açıklaması.
Özgür Özel’in tivitinden iki saat önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bir “yürüyüş” açıklaması yaptı; 15 Haziran 2017’de Ankara’dan başlayıp 9 Temmuz 2017’de İstanbul’da biten kendi yürüyüşü anıyordu Kılıçdaroğlu. Güvenpark’tan Maltepe’ye 420 kilometre yolu 25 günde yürümüştü. Attığı son tivitte o yürüyüşün bir “son” değil, bir “ilk adım” olduğunu söylüyordu. Gerçekten de o yürüyüş CHP’nin nadir siyasi eylemlerinden biriydi ve aynı zamanda siyasal eylemin “demeç siyaseti”ne üstünlüğünün yakın siyasi tarihteki önemli örnekleri arasındaydı.
FAİK ÖZTRAK’IN UZUN DEMECİ
Yürüyüşü ananlardan biri de CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözüsü Faik Öztrak oldu. Parti MYK toplantısı sürerken basının karşısına çıkan Öztrak’ın ondan fazla konuda bir dizi açıklama içeren konuşması, “demeç siyaseti”nin tipik örneklerindendi. HDP yürüyüşü Öztrak’ın konuları arasında yoktu, konuşmanın sonunda bir soru üzerine konuştu:
"Tüm partilerin kendileriyle ilgili yapılanları protesto etme stratejileri var. Gerçekten bu ülkede demokratik protesto hakkı şimdi de işte bu Hıfzıssıhha Kanunu şunlar bunlar gösterilerek engellenmeye çalışılıyor. Bakın şunu açıkça söyleyeyim, bu tür uygulamalar Türk demokrasisini sürekli dünya liginde geriletiyor. Bu da cebimizi boşaltıyor. Buna gerçekten kimsenin hakkı yok. Bu nedenle iktidarın bu demokratik protestoların önünde engel olmaması gerekir."
Şükür, hâlâ bir demokrasimiz olduğunu öğreniyoruz. Spor kabilinden. Dünya liginde geriletiyor bunlar bizi ve ne oluyor, “cebimizi boşaltıyor.” Ülkeyi özel teşebbüs işletmesine çeviren iktidara iyi laf çakma sahiden! Anayasal ilkelerden, hukuktan bahis yok, konuşmanın girişinde övdüğü CHP yürüyüşünün temel sloganı “adalet”in lafı bile geçmiyor, özgürlük konu değil… İktidarın ne yapması gerektiği söyleniyor. Güzel. Güzel de yapması gerekenin tam aksini yapan hükümet olduğunda bu söylenenler ne anlama geliyor? Siyaset yapmak mı oluyor bu?
TERÖR MAYMUNCUĞU DEVREDE
Niyetim CHP eleştirisi değil; bir partinin başka bir partinin eylemlerini sahiplenmesini beklemenin hiçbir anlamı yok elbette. Fakat CHP’nin tutumu, Erdoğan-Bahçeli koalisyonunun başarısının sırrını anlamakta yardımcı olabilir: Yeni bir rejim kurmak üzere hukuk ve siyaseti ilga ederek dört nala yürüyen iktidara karşı, her şey yerli yerindeymiş de sadece arada olmaması gereken bazı şeyler oluyormuş gibi demeç siyasetiyle muhalefeti sürdürmek, sizden bir şey götürmese bile size bir şey getirmiyor. İstanbul ve Ankara yerel seçim başarılarını getiren öyküde 15 Haziran adalet yürüyüşünün payı hatırlanacak olursa, siyaset ilgasına karşı siyaset icadının önemi anlaşılır. CHP’nin, bir akademisyenden bekleneceği gibi, Anayasa’yı hatırlatmaktan öteye gitmemesinin altında yatan şey elbette iktidarın kullandığı “terör” maymuncuğudur. Her fırsatta “HDP, PKK’dir” diyen ya da demeye getiren Erdoğan-Bahçeli ikilisinin “terör örgütüyle işbirliği” ithamlarına cevap verme zorluğu filan. Sahi böyle bir zorluk mu var?
Terör kelimesi hukuki bir terim değil, metaforik bir ifadedir. “Kürt” demektir. Yine İstanbul seçimi, bu maymuncuğa teslim olunmadığında işlerin nasıl değiştiğini gösteren bir örnekti. Zaten mevcut iktidarın Erdoğan ayağı, kendi yükselişi sırasında aynı maymuncuğa meydan okuyarak neler kazanılacağının somut bir örneği. Onun kazancı bizim de kazancımızdır deniliyorsa o başka tabii; çünkü aslında yeni Anayasa’da da aynı eskisi gibi “Kürtler hariç herkes” diye görünmeyen kalemle yazılı bir madde var.