Zelal Buldan, Pervin Buldan’ın kızı. Babası Savaş Buldan hakkında yaptığı “Katarsis” adlı belgeselin Lift-Off Festivali’ne seçildiğini sosyal medyadan paylaştı. Babası henüz otuz yaşındayken 1994 yılında öldürüldüğünde Zelal Buldan anasının karnındaydı, aynı gün doğdu. Şimdi kendi, Allah uzun, mutlu ve sağlıklı bir ömür versin, babasının öldürüldüğü yaşa yaklaşıyor. Muhterem annesi Pervin Buldan da HDP Eş Genel Başkanı. Gerçek bir barış şehidi olan insan hakları savunucusu Tahir Elçi’nin kızı Nazenin Elçi’nin babasının cenazesindeki feryadı kulaklarımda. Saygıdeğer eşi Türkân Elçi hukuk fakültesini bitirip, avukat oldu. Nazenin Elçi, Robert Kolej’de başladığı parlak eğitimini Princeton’da tamamladı. Heja Türk, 12 Eylül darbesinin ardından Diyarbakır cezaevinde gördüğü ağır işkenceleri anlatırken “ölmek için Allah’a yakarıyordum” diyen ancak çocukları için hayatta kalan bilge insan Ahmet Türk’ün yeğeni. Heja Türk ile MedyascopeTV’deyken tanışmıştık, dokuz ay tutuklu kaldı, ardından göç yahut kendini sürgün ettiği Almanya’da başarılı bir müzik kariyeri kuruyor.
Zelal Buldan’ın belgeselinin alt başlığı “seninle hiç babanı konuşmadık.” Bir arkadaşıma bu haberi önümdeki ekrandan okumayı denerken, iki-üç kere denedim, boğazım düğümlendi, o cümleyi okuyamadım. Çünkü benim de kızım 12 yaşına basmak üzere. Onun saçını okşamaya kıyamıyorum, her aklı başında baba gibi. Yaşamak, insan gibi yaşamak olanağı bulabilen nice babalar gibi. Hür olup, istediği şekilde mutluluğun peşinden gitmek olanağı arayan, eşit anayasal yurttaşlık hayali kuran tüm babalar gibi. Duyar gibi oluyorum, efendim “Heja Türk çok ağır ifadelerle eleştirmişti Afrin harekâtını”, yok “sen Savaş Buldan kim biliyor musun?”, “ya şehitlerin çocukları, onları da düşündün mü?” Bu böyle uzar gider de, bir de şu var “pekiyi dönüp Kandil’e yahut HDP’ye iki çift söz söyledin mi hiç?” İşte bu girizgâhı ondan yaptım zaten. Yalnız Kandil konu dışı ve orası kolay: Ben, yirmi yıl hizmet ettiğim devlete ve beni yönetenlere söylerim sözümü. Kandil değil beni yöneten Ankara, dolayısıyla sözüm oraya.
Kürtler böyle bileniyor, yürekleri de siyasal iradeleri de böyle çelikleşiyor. Ama bize anlatıldığı gibi devleti yıkmak, Türkiye’yi bölmek, yakıp yıkmak için bilenmiyor ezici çoğunluğu. Haydi, “sen ezicisini bırak, Kürdün çoğunluğu ne der, nereden bileceksin?” dediniz, ona da eyvallah. Sıradan bir seçmeni olduğum HDP’den söz ediyorum. “Kürt partisi” de, “Kürtçü” parti de olmayan, ama seçmen kitlesinin ana gövdesini Kürtlerin oluşturduğu HDP’den. Yahu adam Taliban bayrağı açıp, tekbir getiriyor İstanbul’un göbeğinde, Afganistan hükümeti bizi kınıyor, düşünün Afganistan! Yakıp, yıkmaksa konumuz, 7 Haziran 2015’dan sonra başlayıp, 2017 yılbaşında Reina’da ardı bıçak gibi kesilen terör eylemleri aydınlatıldı mı? Aydınlatılmayı geçtim, anımsatan, soran kaldı mı “ne oldu” diye?
Yerine kayyum atandığında Sayın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Selçuk Mızraklı’yı ziyaret etmiştim. İnceliğinden, bana “gel, sen de şurada dur, fotoğrafa gir” dahi dememişti. Belediye yakınındaki bir otelin altında çay içerek sohbet etmiştik, ben ona destek vermedim, o beni teselli etmişti en çelebi tavrıyla daha çok. Sonra? Sonra hapse tıkıldı, on yıla varan ceza aldı. Suçu? Salla gitsin: Ha ekonomik istatistiksel veri, ha hukuksal gerekçe, yaz hesabı müşteriye göre. O dönemlerde bir ara milletvekili Sırrı Süreyya Önder de Yoğurtçu Parkı’nda oturuyordu, ziyaretine gittiğimde. Sonradan Yoğurtçu’ya yürüme mesafesi Küçük Moda Burnu’nda çay içtik, uzun sohbet etmiştik. Ha, iki görüşmemiz arasına ne mi girdi? Canım, Sırrı Süreyya gitti, teslim oldu da, Kandıra’da yatıverdi bir yıl kadar. Suçu: Devletin başlattığı çözüm sürecinde başrol oynamak. Onun da değerli kızının babasına yazdığı mektubu okuyamamıştım yüksek sesle. Sulugözlülük yaşlanma alameti midir, yorgunluk mu, son kalan insanlık belirtisi mi, artık bilemem.
HDP’den bir ilçe başkanıyla İstanbul’da aynı panelde konuşmacı olarak denk gelerek, ayaküstü tanışmıştık. Söz oraya geldi, ben “HDP seçmeniyim, yarın HDP tek başına iktidar olsa, onlar da bana ‘paşam gel şöyle buyur’ demez; karar alma, politika biçimlendirme masasında yer vermez, mesele o değil” demiştim. İlçe Eş Başkanı hanımefendi, sözlerimi nezaket cümleleriyle geçiştirmiş ama karşı çıkmamıştı. Bu yazıda da onu anlatmaya çalıştım. Mesele HDP’yi tek başına iktidara getirmek yahut kendime bir yerde bir koltukçuk olsun kapmak değil. Mesele DÖNÜŞÜM. Dönüşüme varlar mı CHP, İYİP, Saadet, Gelecek ve Deva? Yoksa hamam aynı kalacak tellâk mı değişecek? “Canım şimdi bunların sırası değil, heh heh…” mi, “(artık ellisini geçmiş) genç arkadaşımız pek fevri…” mi, “Aydın, sen Kürt müsün, gay misin, nesin aslanım…” mı? Mesele, yıl olmuş 2020, “insan gibi bir arada, iç içe eşit anayasal yurttaşlar olarak yaşayacak mıyız”, bu.
Nereden belli olacak kimin ne kadar “dönüşümcü” olduğu? Çok basit: “Libya, Suriye, Irak ve Kıbrıs’ta ne yapacaksınız bugünkünden farklı olarak ve Ermeni Soykırımı’yla yüzleşme konusunda utangaç da, uzun vadeli olsa bazı yapıcı adımlar atacak mısınız?” sorusuna alacağınız yanıt, gayet temel bir gösterge örnekse. Geçenlerde Ruşen Çakır, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e sordu MedyascopeTV’deki söyleşide: Yasadışı dinlemeleri bitirip, tek merkezde toplama amaçlı kurulan Türkiye İletişim Başkanlığı’nın devasa binası, oranın tümüyle Fetöcülere kaptırıldığı anlaşılınca, işin içinden çıkılamayıp gömülmek zorunda kalmıştı. Murat Belge de meşrutiyet geldiğinde İttihatçıların önce tüm jurnalleri yayımlama kararı aldıklarını ama sonra durumun vahametini görünce hepsini topluca imha ettiklerini yazdı. MİT, çok şükür, hem Ankara hem İstanbul’da heyula karargâhlara kavuştu -bir üçüncüsü Diyarbakır’a yakışmaz mı? Yarın öbür gün başkanlık koltuğuna AKP-MHP’den olmayan biri oturduğunda, acaba ne denli (dönüştürmeyi geçtim) “yönetmek” iddiası ortaya koyabilecek oraları?
Konu dağıldı, hatta darmadağınık oldu. Tıpkı bizim dış politika gibi. “Ya HDP ne yapsın?” idi yanıt aradığımız soru. Çatık kaşlar, çakmak bakışlar, ağızdan (maske yoksa) tükürükler saçarak, kasılı omuzlarla, kimlik soran öfkeli bir bekçi edasıyla: “Önce Türkiye partisi olsun ve terörle arasına mesafe koysun!” Şimdi ne partisi HDP? Son baktığımda, TBMM’de üçüncü partiydi. “Kapatılsın mı?” diye sorulsa, CHP ve sair muhalif ama haşa dönüşümcü olmayan partilerin seçmeninin yüzde kaçı destek açıklar sizce? Hatırı sayılır bir bölümse bu, CHP ve İYİP liderleri bu durumu kendilerine dert ederler mi, yoksa HDP seçmenine döner “mecbursunuz” mu derler? Dönüşecek olan cumhuriyet. Cumhuriyeti çağa uyarlamadan, demokrasi zeplini semalarımızda gözükmeyecek. Bunun içinde yerinden yönetim de olacak, çoğulculuk da.
Sonuç olarak, direniş değil onarım ve geçiş şiarıyla siyaset yapan HDP’ye illa bir şey demek gerekecekse, yeşil dönüşüm, dış politika, eğitim vb. ana başlıklarda Türkiye adına sözlerini daha gür sesle ve sürekli duymayı dilediğimi belirtebilirim. CHP ve İYİP’e de, “onarım ve dönüşüme geçiş” onların da önceliğiyse eğer, HDP’yle resmen koalisyon pazarlığına şimdiden oturmalarını önerebilirim. Yoksa Zelal, Heja, Nazenin imgeleri üzerinden betimlemeye çabaladığım Kürt gençlerine, cumhuriyetimizin hangi ortak ve parlak geleceği sunacağını anlatmaları çok güç olacak.