İktidarın dış politikası bilgisayar oyunu gibi. Her seferinde bir düşman belirleniyor ve hedefe kilitleniliyor. Sonra gelsin meydan okumalar, sözcülerin yorumları.
Bu politikanın bir diğer yönü iktidarın ne yapmaya çalıştığının anlaşılamaması. Bunun da nedeni, içeride kendisinden olmayan ya da kendi görüşü dışında görüşe sahip olan herkesi düşman ilan eden iktidarın, dış politikada muhalefet partileri başta olmak üzere toplum ile birlikte karar almaması. Koskoca bir ülkenin dış politikası böylece iktidar adına düşünen birkaç kişinin dünyası ile sınırlı hale geliyor. Hal böyle olunca hatalar kaçınılmaz hale geliyor, savaş da dahil sert söylemlere başvurmak zorunda kalıyorlar. Sadece son on yılın dış politika adımlarına bakmak bile bu gerçeği ortaya koyar.
Eğri cetvelle doğru çizgi çizilmez sözüne tam uygun. Her seferinde biraz daha çetrefilleşen durum ve problemden kurtulmak için daha üst perdeden yapılan açıklamalar sarmalı. Elbette bazı gelişmelerde nesnel bir durumun olduğunu kabul etmek lazım ama problem bir yanıyla temel yaklaşımın bir sonucu.
İçeride 80 milyonluk bir toplum, bu toplumun siyasal, sınıfsal, etnik, dinsel kesimleri ile kavganın Türkiye’ye maliyeti çok yüksek. İktidar bu kesimlerin birçoğu ile ilkesel olarak kavga halinde çünkü iktidarı kimse ile paylaşmak istemiyor. İstememek bir yana bu kesimlerin hepsini kriminalize ediyor ve her sabah kavga halinde bir ülkeye uyanıyoruz.
Komşu ülkeler başta olmak üzere sadece iktidarın dar çevresi tarafından yapılan “milli menfaat tanımlaması” temelinde birçok ülke ile de kavgalıyız.
İç meselelerde kendince muhalefet yapan muhalefet ise konu dış mesele olduğunda (elinde ayağı yere basan bir argüman olmadığı için) iktidara destek açıklaması yapmaktan öteye gidemiyor.
Oysa muhalefetin topluma ilk anlatması gereken şey sorunun bizatihi bu iktidarın politikaları olduğu ve temel yaklaşım değişirse yaşanılan birçok sorunun yaşanmayacağını anlatmak, bu iktidarın kullandığı “güçlüyüz” söyleminin gerçeğe dönüşmesinin sağlayacağı.
Tek bir kelime bizatihi iktidarın kendi yarattığı ya da maruz kaldığımız badirelerin atlatılması için sihirli bir etki yapabilir: Barış.
Düşünün bu iktidar içeride yukarıda anılan kesimler ile kavga yerine barışı tercih edip bizzat bu kesimlerin de kendilerini katacağı bir sinerji yaratsaydı söylemde kalan güçlülük gerçeğe dönüşmez miydi? Ya da iktidar örneğin Suriye’de Şam’dan başlamak üzere düşmanlık yapmasaydı, Kürtler ile barışı hedefleseydi daha güçlü politikalar üretemez miydi?
Yedi düvele karşı dış politika yürütülüyor da bu yedi düvelin hepsi ile ayrı bir bozuşma hikayemiz var oysa. Üstelik gaz başlığını yeni konuşuyoruz, bunlarla meselelerimiz çok önceden başlamış. Dikkat edelim bölgede sorun yaşadığımız hiçbir ülkenin bize yönelik doğrudan müdahalesi yok. Ama biz bunların bir kısmına fiili olarak müdahalede bulunmuş ya da yaşadıkları süreçlerin bir kısmına müdahil olmuşuz.
Mısır’ın iç işlerine karışılmasaydı, Mısır ile ilişkiler daha iyi düzeyde olmaz mıydı, Türkiye gaz meselesinde yalnız kalır mıydı? Örneğin Libya ile yapılan anlaşma belki de Mısır'la da yapılacaktı.
Bölge devletleri ve yerel dinamikler ile içeride ve dışarıda barış olmadığı, emperyal güçlere karşı bölgesel bir sinerji oluşturulmadığı sürece her koyun gibi Türkiye de kendi bacağından asılmaya mahkum.
Muhalefet partileri içinde tek olmasa da bu gerçeğin en çok farkında olan HDP. HDP geçtiğimiz aylarda başlattığı barış girişimini 1 Eylül deklarasyonu ile sonlandırmıştı.
Şimdi sadece Türkiye’de değil bütün Ortadoğu’da barış isteyen güçleri bir araya getirecek yeni bir inisiyatif başlatıyor. Türkiye’de barışa dair sözü olanların yanı sıra bölge ülkelerinden çeşitli kesimler ile temasa geçilecek ve “barış öldürmez ama savaş bizi her gün biraz daha zayıflatıyor ve öldürüyor” şiarıyla yeni bir girişim başlatılacak.
İktidar belki bu kez duyar ve dışarıda da güçlü olmanın tek yolunun komşu ile kendi vatandaşıyla kavga etmekten değil, barış içinde bir olmaktan geçtiğini anlar mı?