HDP'li Mithat Sancar: Bu tufan herkesi götürür
HDP Milletvekili Mithat Sancar, mutlak şekilde şiddete karşı olduklarını söyledi. "İnsan hayatına kasteden eylemleri en ağır şekilde lanetliyoruz" diyen Sancar, şu uyarıyı yapıyor: "Eğer insanların bir arada yaşaması için ortaya çıkmış hukuki, ahlaki, siyasi ve insani sınırları yerle bir ederseniz insanların yapamayacağı gaddarlık yoktur. Şimdi iktidar bu sınırları tahrip ediyor. Bu tufan herkesi götürür."
ANKARA - İstanbul Beşiktaş'ta 10 Aralık'ta Beşiktaş-Bursaspor maçı sonrası polis otobüsünü hedef alan saldırıda 8’i sivil 44 kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) üstlendi. Bir hafta sonra bu kez Kayseri’de, Komando Tugay Komutanlığı’ndan izne çıkan askerleri taşıyan otobüsü hedef alan canlı bomba saldırısında 13 asker hayatını kaybetti, 56 kişi yaralandı.
Kayseri'deki saldırının ardından birçok ilde HDP binalarına yönelik saldırılar oldu, HDP’lilere yönelik özellikle sosyal medyada adeta linç kampanyası başlatıldı.
HDP Mardin Milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar’la hem bu saldıraları ve sonrasında yaşananları hem de Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başlanacak olan ‘Türk tipi başkanlık’ teklifini konuştuk.
BEYİN AMELİYATI İÇİN HASTANEYE YATTI
Meclis Anayasa Komisyonu üyesi olan Mithat Sancar’a bir süredir sesini neden pek duyamadığımızı sorduğumuzda öğrendik ki, Sancar, komisyonun ilk toplantılarına da katılamayacak çünkü bugün bir beyin operasyonu geçirmek üzere hastaneye yattı. Mithat Sancar’a acil şifalar diliyor, kendisiyle yaptığımız söyleşimizin birinci bölümünü paylaşıyoruz.
HDP’nin şiddetle arasına koyduğu mesafeye ilişkin şüpheler, HDP binalarını yakıp yıkanları harekete geçiren ruh hâli ve siyasi iktidarın tutumuna ilişkin Prof. Dr. Mithat Sancar’ın açıklamalarından öne çıkanlar şunlar:
ŞİDDETİ AMASIZ FAKATSIZ REDDEDİYORUZ
Biz bu eylemi, hepsini en sert biçimde lanetliyoruz. Asla tasvip etmediğimizi her zaman söylüyoruz ve ilk açıklama yapan bizim partimiz. Bunu kendi anlayışımız çerçevesinde, barışa, demokrasiye katkı sunacağını düşündüğümüz bir dille yapıyoruz. Bu barış politikasıdır. Mutlak şekilde şiddete karşıyız. Şiddetin siyasette ve toplumsal ilişkilerde bir araç olmasını tereddütsüz, ‘ama’sız, ‘fakat’sız reddediyoruz. İnsan hayatına kasteden, hele hele kitleleri kör bir şiddetle hedef alan eylemleriyse en ağır şekilde lanetliyoruz. Bu tür eylemlerin asla hiçbir şekilde ve hiçbir gerekçeyle kabul edilemeyeceğini belirtiyorum tekrar.
GENEL MERKEZ GENELGE YOLLADI
Ortamın provokasyona müsait hale gelmesiyle birlikte tüm il ve ilçe teşkilatlarımıza Genel Merkez'den bir genelge yollandı. Tüm binalarımız boşaltıldı, yöneticilerimiz ve kitlemiz sağduyuya ve serinkanlılığa davet edildi, etkinlikler ertelendi. Amacımız bu provokasyon emeklerini boş çıkarmaktır. Üzerimize düşeni yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
BU TUFAN HERKESİ GÖTÜRÜR
Kötülük kavramının çeşitli tanımları var. Benim en etkileyici bulduğum tanım, sınırların kalkmasıyla ortaya çıkan her türlü saldırganca durumdur. Eğer insanların bir arada yaşaması için ortaya çıkmış hukuki, ahlaki, siyasi ve insani sınırları yerle bir ederseniz insanların yapamayacağı gaddarlık, vahşet ve iğrençlik yoktur. Şimdi iktidar bu sınırları tahrip ediyor. İnsanların insanlıklarını koruyarak bir arada yaşamalarını mümkün kılan o sınırlarla oynuyor ve sistematik olarak tahrip ediyor. Bu sınırların kalkmasının belki de en çarpıcı sonucu tufandır. Nuh tufanından söz ediyorum. Bu tufan herkesi götürür. Tufan çıkarır ben kurtulurum diye hayal kuranlar varsa uyansınlar lütfen. Bunun on yıllarca daha fazla süren tamir edilmesi mümkün olmayan çok ağır sonuçları olur.
İKTİDARLAR GÜNAH KEÇİSİ SEÇİYOR
Saldırılardan HDP’yi sorumlu tutmak… Bundan daha kötü niyetli, daha tehlikeli bir söylem olamaz. Neredeyse 1984’ten beri bütün iktidarlar başarısızlıklarının üstünü örtmek için günah keçisi seçiyorlar. 90’larda yine Kürt sorununda çıkmaza girdiklerinde o zamanki partimiz olan DEP’e yüklendiler. Sadece siyasi partiler değil Kürtler hedef oldu. Bir milletvekili öldürüldü, milletvekilleri tutuklandı. Linç girişimleri oldu. Ne zaman ki Kürt sorununu yönetemez hâle geliyorlar, çıkmaz sokaklara giriyorlar, faturayı kendileri ödemek, sorumluluğu üstlenmek yerine hemen Kürt siyasi hareketini, partileri ve bizatihi Kürtleri hedef gösteriyorlar. Dünyada da örneklerine rastladığımız aptalca bir iktidar tekniği bu. Günah keçileri belirleyip kitlelerin önüne sunmak.
2013-2015 ARASINDA ÖLÜM YOKTU
Şu an bu ülkede şiddeti durduracak tek yöntem demokrasi, diyalog ve müzakeredir. Bunu açıkça savunan tek parti HDP’dir. Şiddete kesinlikle karşı çıktığımızı söylüyoruz, saldırıları kınadığımız da açık. Onlar kendi dilleriyle konuşmamızı, kendi dilleriyle açıklama yapmamızı istiyorlar. Burada da çözümsüzlüğü herkese dayatma, bizi de çözümsüzlüğün parçası haline getirme gibi bir kötü niyet var. 2013-2015 yılları arasında bizim dilimizle konuştuk. Ne bu saldırılar, çatışmalar vardı ne ülke kaosa girmişti ne de insanlar ölüyordu. Onların diliyle konuşulduğu her dönemde iç gerilimin doğruya çıktığı toplumsal atmosfer var, iç savaş tahriklerinden medet uman çevreler var.
HÜKÜMET GERİLİMİ TIRMANDIRIYOR
Hükümetin iç ve dış politikada büyük bir başarısızlığı var. Özellikle Suriye politikası darmadağın olmuş durumda. Oradaki başarısızlığın faturasını Türkiye’de Alevilere ve Kürtlere çıkarmak istiyor. Halep’teki son durumda bu iktidarın da sorumluluğu olduğunu aklıselim olan herkes görebilir ama o sorumluluktan kaçmak için başka tehlikeli manevralara başvuruyor. İnternette, sosyal medyada Alevilere yönelik düşmanca tahriklerin ne kadar çok arttığını söylememe bile gerek yok. Aynı şekilde Kürtlere yönelik saldırılar da öyle. İç ve dış politikada başarısız olan bir hükümet var ve bu sorumluluğun hesabını ödememek için milliyetçi, dinci hassasiyetlerle oynayarak yeni bir gerilim ortamı yaratıyor.
BAŞKANLIK İÇİN MİLLİ SEFERBERLİK RUHU
Başkanlık sistemine yönelik değişiklik için start verildi ve bu kampanyanın ‘milli seferberlik’ ruhuyla yürütüleceği Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından anlaşılıyor. Ağustos-Eylül 2015’teki tahrikler şimdi de sahneleniyor. O zaman da parti binalarımıza yönelik saldırılar olmuştu, pek çok ilde Kürtlerin iş yerleri basılmış, Kürt mahallelerine saldırılar düzenlenmiş, pek çok linç girişimi olmuştu. Aklımızda kalması gereken sahnelerden biri de Atatürk büstü öptürülen İbrahim Çay’dır. Bütün bunların bir amacı vardı: kaos ortamında insanların güvenlik ihtiyacını sömürerek kitleleri rehin almak ve böylece iktidarını sürdürmek.
CUMHURBAŞKANI KUTUPLAŞTIRARAK KAZANDI
Bunu yine bir tür kitlesel mobilizasyon, milliyetçilik temelinde stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriyorum. Cumhurbaşkanı şimdiye kadarki seçim başarılarının büyük çoğunu toplumu kutuplaştırarak elde etti. Toplumu kutuplaştırarak en az ‘yüzde 50 artı 1’i elde edecek güce sahip olduğuna inanıyor. 7 Haziran 2015 hariç seçimlerde bunu başardı da. Yine toplumu dost ve düşman diye iki kampa bölecek. Kendi dost kampını da hamasi milliyetçi söylem üzerine inşa edecek. Vatan-millet edebiyatını en üst noktaya çıkaracak, şehitlik temasını alabildiğine kullanacak.
TOPLUM, ‘KAOS MU DÜZEN Mİ?’ İKİLEMİYLE REHİN ALINIYOR
Despotik veya diktatöryal bir yönetim kurmanın en kestirme yanlarından biri toplumu güvenlik kaygısıyla rehin almaktır. Bunun teorinin 400 yıllık bir geçmişi var. Thomas Hobbes’un teorisi tam da bunu anlatıyor. Otoriteye rıza üretmenin en bilinen, banal ama etkili yöntemi: kaos ve düzen ikilemi yaratmak, dayatmak ve korku üzerinden özgürlükleri devretmeye hazır geniş bir kesim oluşturmak.
Tarihteki en tipik faşizan yönetimlerden daha az bilinen despotik ve otoriter yönetimlere kadar birçok örnekte ‘kaos mu düzen mi?’ ikileminin önemli bir rol oynadığını görebiliriz. Nazi yönetimi de esasen bu paradigma üzerine oluşturulmuştu. İçeride ulusu tehdit eden büyük bir düşman, dışarıda da vatanı tehdit eden dış düşmanlar. İç ve dış düşman motifi alabildiğine istismar edildi ve ırksal temeller üzerine bir ‘seferberlik’ mobilizasyonu yaratabildi.
Askeri darbelerde de aynı şey görülüyor. En tipik örneklerinden biri 12 Eylül’dür. Kaos ortamı hâkim kılındı. Evren’in açıklamaları var, ‘aslında biz buna müdahale edebilirdik ama ortamın olgunlaşmasını bekledik’ dediler. Ortamın olgunlaşmasıyla kastettikleri kaosun ve toplumdaki korkunun derinleşmesi, otoriter rejime razı hale gelmesiydi.
BAKAN ‘İNTİKAM’ DİYE BAĞIRIRSA...
Biliyoruz ki iktidar kendisine muhalif herhangi bir toplantıda 5 kişi bile bir araya gelse acımasızca şiddet kullanarak dağıtıyor. Ama hem Ağustos-Eylül 2015’te hem de önceki gün göz göre göre kitleler parti binalarına güpegündüz grip yakıyorlar, talan ediyorlar, internette açık kampanyalar düzenliyor, çağrılar yapıyorlar ve hükümet bunları izliyor. Nereden cesaret alıyorlar? Şüphesiz yönetenlerin dilinden ve politikalarından. Eğer İçişleri Bakanı çıkıp ‘intikam’ diye bağırırsa, iktidara yakın gazeteler ayrımsız hedef gösterirse, güvenlik kuvvetleri görevini yapmazsa tabii ki birileri çıkar bu saldırıları yapar.
AKILLARI KİLİTLENMİŞ, GÖZLERİ BAĞLANMIŞ
Bu iktidar bir suçu örtmek için daha büyük bir suç işlemeyi, bir krizi örtmek için daha büyük bir kriz yaratmayı bir çıkar yol olarak gören yönetim anlayışına sahiptir. Bunun faturası, bedeli bütün toplum için çok ağır olur. O yüzden sürekli uyarıyoruz, bu gidişatın durması için uğraşıyoruz ama maalesef mutlak iktidar hırsı ve bu iktidar sayesinde şimdiye kadar yaptıklarının sorumluluklarından kurtulma saplantısı hem akıllarını kilitlemiş hem gözlerini bağlamış.
Yarın: ‘Türk tipi başkanlık’ sistemi neyi öngörüyor?