Yükselişini sürdüren Türk sağının kısa ve orta vadede tesis etmeye odaklandığı düzenden ürkenler haksız sayılmaz. Sağın yükselişi tamamlanıp hegemonyası mutlaklaştığında, şu anki tahammülü zor koşullar bile birkaç yıl sonra hasretle yad edilebilir. Türk sağının yarınlara dair temel vaadi, bugünü bile aratmaktan ibaret.
Bu gidişatı durdurma gücünün aktörü olabilecek kitlelerin temsilcilerinin, partilerin, yöntem olarak Türk sağıyla uzlaşmayı seçmesi, uçurumdan düşüşü daha da hızlandırıyor. Gidişata itiraz edebilecek kitleler doğrudan kendi temsilcileri eliyle oyalanıyor veya dizginleniyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun epey bir süredir CHP tabanı açısından böylesi bir misyon üstlendiği görülüyor.
“Sola mesafe koyup” daha “merkezden” siyaset yaparak veya sağın kodlarını kullanarak güç devşirebileceğini, Türk sağından rol çalabileceğini hatta onunla “barış” kurabileceğini zanneden yaklaşımın aktörü sadece Kılıçdaroğlu değil. Yalnızca reel bir güç olarak değil, politik zihniyeti belirleme konusunda da belli bir hegemonya yaratmış olan AKP veya Türk sağının kendisine mesafeli veya karşı gibi görünen birtakım çevreleri de tesiri altına aldığı görülüyor.
SAHİ SOL NİYE “MARJİNAL”?
Bu çevrelerin özellikle HDP’ye yönelik telkinlerini dikkatle izlemek gerekiyor. Nuray Mert’in 24 Şubat tarihli yazısında ifade ettiği kadarıyla “bazı kesimler” HDP’nin yaşadığı sarsıntıyı “sol siyaset’ ile yaptığı ittifaka” bağlıyor. (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/683751/Kurtler_ve_referandum.html)
“Telkinlerini” HDP’den solla ilişkisini kesmesini önermeye kadar vardıran bu yaklaşımın sahipleri, böylece AKP’nin Kürt sorununu çözmeye ikna olabileceğini, en azından böyle bir yolun açılabileceğini söylüyor. HDP’nin Türkiye soluyla ilişkisini Kürtlerin başına getirilen felaketlerin önemli bir sebebi olarak göstermeye vardıran bazı sağcı Kürtler de var. Sanki devlet Kürtlerin haklarını vermeye niyetliydi ama HDP’nin Türkiye solundan gelen bileşenleri “radikallikleriyle” bunu engelledi ve bu noktaya gelindi!
“Sol”u “Türk”le özdeşleştirerek HDP karşıtı söylem üreten bazı sağcı Kürtler ve Kürt hareketini “marjinal solun kuyrukçuluğundan kurtarmaya” yeltenen “liberal” kesimin aynı paydada buluşması Türkiye gibi bir ülke için yadırgatıcı değil. Tuhaf olan, HDP güçlüyken onunla hareket eden solun “Kürt kuyrukçuluğuyla”, parti baskılardan sarsılırken de HDP’yi “sol kuyrukçuluğuyla” itham etmek! Bu ne menem bir kuyruk acısıdır, ayrı hadise.
Diğer taraftan Kürt hareketiyle beraber hareket eden bazı Türkiye sol güçlerinin “marjinalliğini” 12 Eylül darbesinden bu yana sistematikleşmiş devlet baskılarıyla açıklamaktan geri duranların samimiyetinden şüphe duymak lâzım. Eşitlik ve özgürlük isteyen bir solun “marjinal” kalmasının esas sebebi kendi içindeki bölünmeler, ihtilaflar, Türkiye toplumunun yapısı filan değil, havaya kalkan her sol yumruğun balyozla indirilmesidir.
Bu balyozlardan çok daha yıkıcılarıyla yüzlerce kez karşılaşmış olan Kürt sol hareketinin hâlâ ayakta kalabilmiş olması, Türkiye solundan farklı olarak dört farklı devlet sınırları içinde ve direnmek dışında hiçbir şansı olmayan bir halkın desteğiyle mümkün olabildi.
HDP SOLLA İLİŞKİSİNİ KESERSE…
Gelelim esas meseleye: Gerçekten de HDP hem kendi varlığında taşıdığı solla hem de ittifak kurduğu Türkiye sol hareketleriyle ilişkisini keserse, devletle müzakerenin kapısı aralanır mı? Kendi sol varlığını bırakmış bir HDP’nin devletten elle tutulur herhangi bir talebi kalmamış olacağı için “müzakere” kapısı aralanır elbette. Ama bu, hakların iadesiyle değil olsa olsa teslimiyetin koşullarıyla ilgili bir müzakere olur. Böylece HDP, şu anda üç-beş bin kişilik kitleleriyle siyaset yapan herhangi bir Kürt sağ partisi gibi Diyarbakır’da varlığını sürdürür. Kürtler de sorunlarına çare araması için yeni ve elbette yine sol bir partiyle yollarına devam eder. Türkiye sol hareketleriyle ilişkisini kesmiş olan bir HDP ise Türkiyelilik iddiasını önemli ölçüde yitirmiş olur.
Beri yandan Hamit Bozarslan’ın altını çizdiği üzere, “Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, sol, 1950’lerden sonra Kürt hareketinin oluşmasında ve gelişmesinde belirleyici bir rol oynadı. Bu tarihsel arka plan ele alınmadan Irak Kürdistan Demokratik Partisi gibi muhafazakâr partileri de içeren Kürt siyasi yelpazesinin oluşumunu, Irak, İran ve Suriye Kürdistanlarındaki siyasal çoğulluğu ya da Türkiye Kürdistanı’ndaki PKK’nin referans bir aktör, BDP’nin ise neredeyse hegemonik bir güce sahip olan yasal bir aktör olarak belirmesini açıklayabilmek mümkün olmaz.” (“Kürdistan Sosyalist Solu Kitabı” derlemesi içinde, Dipnot Yayınları, 2013)
1960’lardan bu yana Türkiye’de Kürtlerin oluşturduğu siyasî yapıların tümüne bakın, aralarında güçlenmiş tek bir sağcı parti bulamazsınız. Bunun nedeni de son derece açık: Çünkü Kürtler etnik kimlikleri yüzünden ezildikleri kadar sınıfsal olarak da bu ülkenin en alt kesimini oluşturuyor. Tüm eksik ve gediklerine rağmen, TİP başta olmak üzere, 1960’lardaki Türkiye sol hareketleri, Kürtlerin taleplerini dile getirebilecekleri bir alanın başlatıcısıydı. Dolayısıyla, Kürtlerin geçmişten bu yana solu tercih etmeleri ne herhangi bir yenilginin sebebi, ne bir yanılgı ne de nedensiz bir inat. Üstelik Kürtlerin solla ilişkisini Türkiye’yle, Türkiye soluyla sınırlı sananlar geçmişte Irak, İran ve Suriye’deki sol partilerle Kürt hareketlerinin ilişkisine bakmalıdır.
Kürt siyasi hareketlerinin tarihi aynı zamanda Kürt solunun tarihidir. Şu anda sağcı, milliyetçi veya İslâmcı Kürt partileri yok mu, var. Keza, Türkiye sol hareketleriyle ittifak kurmamayı tercih eden Kürt sol hareketleri de var. Eğer devletin Kürtlere haklarını vermek gibi bir niyeti var, ama HDP “marjinal solla takıldığı için” onu muhatap almak istemiyorsa, neden bu Kürt partileriyle müzakere yürütmüyor? Devlet herhangi bir Kürt partisiyle müzakere yürütüp Kürtlerin eşitlik ve özgürlük taleplerini karşılayarak HDP’yi Kürtlerin nazarında rahatlıkla bitirebilir. Fakat devletin hedefinde, HDP açısından 7 Haziran’ı mümkün kılan güç var. Dün o gücün ihtişamını alkışlayıp bugün o gücün devlet zoruyla sarsılmasının faturasını yine HDP’ye çıkarmak doğru değil.
DOĞAL MÜTTEFİKLER: KÜRTLER VE SOLCULAR
Sömürü ve tahakküme karşı halkların eşitliğini, kardeşliğini, adalet ve özgürlüğü talep eden bazı Türkiye sol hareketleriyle Kürt sol hareketi 1960’lardan beri doğal müttefiktir. Bunlardan hangisi diğerine sırtını dönerse, sol olmaktan çıkar.
HDP’nin Türkiyeli sol hareketlerle ilişkisini kesmesi iki seçenek yaratır:
1- HDP sadece bir Kürt partisi olarak yoluna devam eder ve 1960’lara dayanan tarihsel mirasından vazgeçer –ki bu onu güçlü değil çok daha kırılgan yapar.
2- AKP’yle veya Türk sağıyla münasebet kuracak bir sağ ideolojiyi benimser, ki, bu kendi varlığından da, Kürtlerin Türk sağı tarafından asla karşılanmayacağı açık taleplerinden de vazgeçmesi anlamına gelir.
Ezcümle, 7 Haziran’ın hemen ardından HDP’nin başarı öyküsünü yere göğe sığdıramayanların bir kısmının 1 Kasım’daki “yenilgiden” sonra tüm faturayı HDP’ye ve onun “sol yanına” çıkarması dostane bir eleştiri değil, iktidarın 7 Haziran sonrası büyük planını görünmez kılma çabasıdır da.
Kimse bir partiye sonsuz kredi açmak zorunda değil. Yeri gelir bir partiyi destekler, yeri gelir öncü eleştirmeni olursunuz. Bunda hiçbir beis yok. Fakat bu tutum değişikliğinin saygıdeğer olması birtakım ilkesel şartlara bağlı. Eğer HDP, sizin desteklediğiniz başarılı döneminde ne söylediyse hâlâ onu söylüyorsa, nerede duruyorsa hâlâ orada duruyorsa, buna mukabil siz yer değiştirmişseniz, “telkinleriniz” kimseye dostane görünmez.