Türkiye her gün yeni bir erkek şiddeti haberini konuşuyor ve şiddet giderek yaygınlaşırken biçimleri de her geçen gün daha da sertleşiyor. Ağrı’nın Patnos ilçesinin bir köyünde çekilmiş ve sosyal medyaya düşen görüntüler infial yarattı. Görüntülerde 26 yaşındaki Mehmet Şakir Şahin olduğu öne sürülen kişi 20 yaşındaki, iki çocuğunun annesine işkence yaparak 10 aylık çocuğunun dışkısını yediriyordu.
Bir elinde kocaman bir odun olan adam, karşısında ağlayan ve kendisine yalvaran eşine, "Eğer yapmazsan seni paramparça ederim. Al bu b... ye, hadi acele et. Al ağzına koy. Ağacı senin sırtında kırdım, bir parça kaldı, şimdi başında kıracağım. B... al yüzüne çarp, çık git" diyordu. Görüntülerin yayınlanmasının ardından Mehmet Şakir Şahin tutuklandı.
Koca tutuklanırken aynı saatlerde muhtelif rivayetler de ortalığa saçıldı. Bu korkunç şiddete bir gerekçe aranıyordu ve derhal bulundu. Genç kadının babası iddiaları reddetti, görüntüleri sosyal medyadan kendisinin paylaştığını, kızının yaşadıklarının hesabını adalet önünde soracağını ve küçüğü hâlâ annesini emen iki torununu Mehmet Şakir Şahin’in ailesinden almak için mücadele edeceğini söyledi.
Bu çok katmanlı olayı feminist akademisyen sosyolog Selda Tuncer ile konuştuk. ‘Erkeklik pratikleri ve şiddet biçimleri giderek sertleşiyor. Erkek şiddeti yaygınlaştıkça her türlü biçimi de giderek kanıksanmaya, meşrulaşmaya başladı. Şiddete hem alışıyoruz hem de eşik giderek yükseliyor. Kendisine yeni yol ve yöntemler bulan erkek şiddetinin sınırlarının genişliğini görüyoruz” diyen Tuncer’le söyleşimize geçmeden önce gazeteci Leyla Ünal’ın Habertürk’te yayınlanan ve genç kadının açıklamalarının yer aldığı haberinden bir bölümü paylaşalım…
KOCASININ DIŞKI YEDİRDİĞİ GENÇ KADIN BUNLARI ANLATMIŞTI
2014 yılında görücü usulüyle evlendiğini anlatan 2 çocuk annesi Cansu Ş., evlendiği ilk günden beri eşi tarafından şiddet gördüğünü göz yaşları içerisinde anlattı, “İlkokul mezunuydum ve 17 yaşına geldiğinde buraların adetine göre artık evlenmem gerekiyordu. İlk dayağımı üstümde gelinlikle gerdek gecesi yedim. Kocamın ailesiyle yaşıyorduk. Defalarca şiddete şahit oldular. Hiçbir şey söylemiyorlardı. Hatta sevk ediyorlardı. Eşim defalarca yüzümde sigara söndürdü. Sopası vardı. Seni bir gün öldüreceğim diyordu. Neden böyle yapıyorsun dediğimde de, ‘Sen benim, ailemin kölesisin’ diyordu. Yumruk atıyor, tekmeliyordu” diye konuştu.
Eşinin kendisine zorla dışkı yedirdiği günü de anlatan Cansu Ş., o gün yaşadıklarını da şöyle anlattı, “Geçen yıl aralık ayıydı. Engelli bir kaynım var. Küçük kızımla şakalaşıyorlardı. Tükürmüş kızım. Kaynanam bunun için beni suçladı. Kocam, İstanbul’daydı. İnşaatta çalışmaya gitmişti. Geldiğinde, bu olayı söyledi ve sopayla beni dövmeye başladı. ‘Sana dışkı yedireceğim, yoksa sen akıllanmayacaksın’ dedi. Tekmeyle tuvalet ve mutfağın bulunduğu yere sürükledi. Yiyeceksin diyordu. ‘O zaman git bebeğin bezini aç, onun dışkısını yiyeceksin’ dedi. Bebeğimin, bezinden aldığım bir parça dışkıyı ağzıma sürdüm. Daha da sinirlendi. Telefonun kamerasını açtı. ‘Al çabuk, yüzüne sür bunu, yiyeceksin’ dedi. Yapma diye yalvardım. Ama zorla yedirdi. O an görüntülerde yok. Midem bulandı. Tuvalete girip, kusmaya başladım. Bu kez de kustuğum için sopayla sırtıma vurarak dövdü.
İzleyen herkeste dehşet uyandıran o videonun ne anlama geldiğini konuştuğumuz Selda Tuncer’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
‘ERKEK ŞİDDETİ’ OLARAK GÖRMEK YERİNE BU ŞİDDETE GEREKÇE ARANDI
Selda Hocam, video yayınlandı ve koca hemen gözaltına alındı. Daha o saatlerde bir takım iddialar saçıldı ortalığa. Kadının, adamın ölen eşinden olan çocuğuna dışkı yediren “üvey anne” olduğu veya kumasına dışkı yediren ilk eş olduğu, adamın da bu nedenle kadını aynı şekilde “cezalandırdığı” öne sürüldü; aileler arası husumetten söz edildi. Bunlar üzerine kadını “cani” ilan eden de oldu, “hak etmiş o zaman!” diyen de. Kim, neden yaydı bu iddiaları?
Toplum olarak kadına yönelik erkek şiddetine hep bir gerekçe arıyoruz çünkü kabul etmesi çok zor hele de yöntem böyle canice, işkence ile kimsenin savunamayacağı bir biçimde olunca. Bu, genelde yapılır, arkasında bir gerekçe var mı, “kadın bunu hak edecek ne yapmış?” o aranır. Bu saldırı, bugün modern dünyada kabul gören erkekliğin, ataerkilliğin değerlerini bile sarsacak, kimsenin arkasında duramayacağı bir eylem. Bu nedenle insanlar olayı görür görmez ‘aslında kadın çocuğa dışkı yedirmiş vb.’ iddialara can simidi gibi sarıldılar sosyal medyada. İçerde gizli bir rahatlama ile bu gerekçeye sarıldıklarını düşünüyorum çünkü bir insanın başka bir insana böyle bir şey yapması için mutlaka bir sebebi olmalı diye düşünmek istiyorlar. Erkek şiddeti olarak görmek şüphesiz çok da istenen bir durum olmaz.
Kadının da bu suçu işlemesi adamı masumlaştırmaz ki. Velev ki bu iddialardan biri doğru, sistematik şiddete maruz kalan bir kadının şiddet uygulaması da şaşırtıcı olmaz değil mi?
İddiaları ilk duyduğumda kadın da yapmış olabilir mi diye düşündüm. Evet yapabilir. Eğer bu doğruysa, kadının çok uzun ve sistematik şiddet sarmalının içinden çıkamadığı ve artık akıl sağlığını kaybetmiş olabileceği geldi ilk aklıma. Bunu asla adamın yaptığı şiddeti haklılaştırmak adına söylemiyorum. Mağdurun şiddet sarmalından çıkma imkânı göremediği durumlarda, şiddet kendini üretmeye başlayabilir. Kadın da yapabilir o noktada. Maalesef böyle durumlarda, toplumun erkeklere gösterdiği anlayış ve empati, mevzu kadın olunca bir anda yok oluyor. Medyada çocuğunu terk eden, geride bırakan cani anne haberlerini az görmedik bugüne dek. Erkeklerin yaptıklarını anlamaya, haklılaştırmaya çalışırken kadınları sorgusuz sualsiz suçlama eğilimindeyiz genelde. Bu olayda da benzer bir refleks çıktı. Oysaki denildiği gibi bir durum olsaydı bile arka planda bu şiddeti başlatanın erkek ve ailesi olma ihtimali çok yüksek olurdu.
KAYINVALİDENİN DURUMUNU ‘ATAERKİL PAZARLIK’ İLE ANLAMAK
Aile demişken bu işkencenin, “kayınvalide-gelin çatışmasına” dayanması da şaşırtıcı değil. Şu yorum da yapılıyor, ‘Bir kadın (kayınvalide) başka bir kadına (gelin) yapılan bu işkenceye göz yumabiliyor; demek ki şiddeti sadece erkekler değil kadınlar da uygulayabiliyor.’ Bir kadının eril şiddete nasıl ortak olduğunu açıklar mısınız?
Bu da çok tanıdık bir hikâye. Kayınvalide şiddeti kırsala özgü bir sorunmuş gibi gösterilse de aslında tüm Türkiye’de hatta Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinde görülen bir sorundur. Yıllarca önce Deniz Kandiyoti bunu “ataerkil pazarlık” olarak açıklamıştır. Kadına hiçbir zaman ataerkil sistem içinde güçlenecek bir alan verilmez. Kadın ne zaman ki, erkek çocuk hatta erkek torun sahibi olur, yaşlanır ve cinselliğini kaybeder, o zaman güç kazanır. Bu gerçekten bir ‘ataerkil pazarlık’tır. Kadını kadına kırdırarak önemli bir iktidar kazanmasına izin veriliyor. Kadınlar elbette bunu bilinçli, planlayarak yapmıyor ama bu pratikler içinde büyüyorlar. Örneğin, “kız bakma” mevzusu, bugün televizyon evlilik programlarında sıklıkla görüyoruz; müstakbel kayınvalide, sadece becerikli değil elinde tutabileceği, kontrol edebileceği, sözünü dinletebileceği birini de arıyor aslında. Bu olayda ifadelerde vardı. Gelinin ailesi uzakta, Samsun’da. Kayınvalide şiddeti özellikle ne zaman artar? Gelinin ailesi uzaktaysa, kız yetim veya öksüzse, yoksulsa katmerlenir çünkü kontrol edecek kimse yok. Burada, tek başına kayınvalideye vurgu yapılmasının nedeni, erkeklerin sürekli suçu üzerinden atmaya çalışması. Bu kayınvalide mevzusunu hep böyle öne çekiyorlar, ‘Bakın hep erkekler yapmıyor, kadın da kadına yapıyor!’ gibi.
Genç kadın da gazeteciye yaptığı açıklamasında, ‘anne-babası izin vermese bunları yapamazdı’ diyor. Aile onayı da var bu sistematik şiddette. Bu nasıl oluyor?
Aile onayı olmasa şiddetin dozu en azından bu kadar artmayabilirdi ama kesin bir şey demek zor. Belki de bu ailede adam uzun yıllar babasının annesine bunu yaptığını görerek büyüdü. Şiddeti gerekçelendirmek için söylemiyorum. Bu ailenin içinde şiddet normalleşmiş anlaşılan. Kayınvalide, ‘ben çektim, o da çeksin!’ diyor bile olabilir. Bunları bilemeyiz.
EVLENDİĞİ GÜN KADINI DÖVMENİN ANLAMI: İTAAT ETMEYİ ÖĞRETMEK
Yine genç kadının anlattıklarından öğreniyoruz ki, evlendiği gün kuaförde ve “gerdek gecesinde” de kocasından şiddet görmüş. Bir adam evlendiği gün eşine bunu ne amaçla yapar?
Kadının anlatımlarında beni en çok etkileyen, “Niye yapıyorsun bunu?” diye soruyor. Bir insan bir insana bunu niye yapar, kadın anlamaya çalışıyor. Gelinliği ile dövmüş. Gerdek gecesinde şiddete uğradım diyor ya, kırsal yerlerde bu çok yaygın, bununla ilgili anlatılan anekdotlar var. ‘Kadını ilk aldığında döveceksin. Bunu ilk gün yaptın yaptın yoksa sana itaat etmez!’ Bu anlayış ve uygulama yaygın.
Kocasının yüzünde defalarca sigara söndürdüğü 20 yaşında, biri 3 diğeri 10 aylık iki çocuk annesi genç bir kadın var karşımızda. Henüz lohusa. Çocuğunu emziriyor. Bir erkek niye kadının yüzünde sigara söndürür?
Yüze yapılan, aşağılamanın en uç formudur. Herkes görsün ya da insan içine çıkamasın! İğrenme, aşağılama var burada, kadının benliğine, bedenine yekten saldırı. Kadının yüzünde sigara söndürüyor ve annesi ile babası da buna ses çıkarmıyor. Bu sadece bize yansıyan. Kim bilir başka neler var!
'ŞİDDET YAYGINLAŞTIKÇA MEŞRULAŞMAYA BAŞLADI'
Son zamanlarda şiddetin biçim değiştirdiğini, erkeklerin işkence yöntemlerini kullandığını görüyoruz. Bunun sebebi nedir?
Evet doğru, erkeklik pratikleri ve şiddet biçimleri giderek sertleşiyor. Erkek şiddeti yaygınlaştıkça her türlü biçimi de giderek kanıksanmaya, meşrulaşmaya başladı. Yapılan araştırmalarda eşler arasında özellikle kadını kontrol etmeye dönük şiddetin, kıskançlığa dayalı baskı ve şiddetin çok yaygınlaştığını görüyoruz. Toplumsal yapı ciddi anlamda muhafazakârlaşmış durumda ve şiddet genel olarak toplumun her alanında hâkim, sadece cinsiyete özel değil. Bir de üstüne kadına yönelik şiddet konusunda hukuki yaptırım yok. Gelenekçi, ataerkil bir toplumda bunlar birleşince ortaya çıkan tablonun bu olması şaşırtıcı değil. Böylelikle hem alışıyoruz şiddete hem de eşik giderek yükseliyor.
‘HAYRET DUYGUSUNUN BİTMESİ SIKINTILIDIR, ÇARESİZLİK HİSSİ YARATIR’
Şiddete alışılır mı?
Soruyorum, bu olayda dışkı yedirme olmasaydı da ‘hastanelik edene kadar dayak’ olsaydı bizi bu kadar şaşırtır mıydı, bu kadar infial yaratır mıydı? İşkence düzeyindeki birçok şiddet pratiği bile artık istisna olmaktan çıkmış durumda; bu tür eylemlerin sayısı hızla artıyor ve toplumsal paterne dönüşmeye başlıyor. Asıl sıkıntı burada. Bizim de ‘yuh!’ dediğimiz eşik yükseliyor çünkü ‘olamaz!’ dediğimiz biçimler de giderek teklikten çıkıyor ve yaygınlaşıyor. Hayret duygusunun bitmesi sıkıntılıdır çünkü karşı tepki çıkmasını zayıflatır, çaresizlik hissi yaratır.
‘OĞLUM SEN DE ABARTMIŞSIN!’
Her gün erkek şiddetiyle öldürülen, cinsel şiddete maruz kalan kadınların haberlerini okuyoruz ve erkekler çoğu zaman cezalandırılmıyor. Bu olayda da ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı devreye girdiği için adam hemen tutuklandı yoksa yırtardı’ yorumu yapıldı. Peki ya toplum? Gösterdiği tepki samimi mi?
Bu, herkesin ‘oğlum sen de abartmışsın!’ dediği bir olay; genel toplum algısı budur. Dışkı yedirme işkence çünkü ve iğrenç bir şey. O yüzden ortaya atılan senaryolara güvenmek istediler. Genel pratik de şöyle işlemeye başlamış durumda. Bir olay oluyor sonra halk galeyana geliyor, sosyal medyada tepki oluşuyor veya televizyon kanallarında tepkiler yükseliyor, ardından müdahale oluyor. Tepki küçükse zanlı serbest bırakılıyor, tepki sürerse tekrar gözaltına alınıyor veya tutuklanıyor. Kadını korumaya yönelik hukuki süreç hiçbir şekilde işlemiyor.
Kadın kendisi anlatıyor, ‘fare zehiri içerek intihar ettim, hastanede mantar zehirlenmesi diyerek üstünü kapattılar’ diyor. Kadın bu şiddeti durdurmak için hayatından vazgeçmeye hazırmış. Hastaneye gelen bir şiddet vakasının üstü kapatılabiliyor. Bu noktaya gelmesinde zaten şiddeti önlemeye dair sürecin işlemediğini görüyoruz. Aile Bakanlığı şimdi ilgileniyor ama o hastanede intihar girişimi ört bas edilmeseydi başka türlü olabilirdi. Kadının yardım çığlığı duyurulmamış.
Kızının izlettiği görüntüler karşısında dehşete kapıldığını anlatan baba videoyu sosyal medyadan ben paylaştım dedi. Bu da ilginç değil mi?
Bu durum beni iyi bir örnek olarak şaşırttı. Hem babanın kızının arkasında durması, hem de çözüm olarak sosyal medyayı kullanmayı düşünmesi dikkat çekici.
'EVE DÖNEYİM, DEĞİŞMİŞTİR TUTUMU BÜYÜK YANLIŞ. ŞİDDET KATLANARAK ARTAR'
Acaba baba vicdan azabı duyduğu için mi paylaştı bu görüntüyü? Çünkü kızları daha önce eşini terk edip ailesine gitmiş ama eşinin ve onun ailesinin ısrarıyla genç kadın yeniden evine dönmüş.
Aslında şiddet konusunda en sık karşılaşılan hatalardan biri budur. Genelde kadınlarda hep şu anlayış vardır; ‘döneyim, değişmiştir, çocuk var, ailesi de çağırdı’… Hayır, tam tersi! Erkek şiddeti hiç bir zaman öylesine durmaz, katlanarak yükselir. Şiddet konusunda çalışan kadın örgütlerinin araştırmalarının sonucu bunu ispatlıyor. Burada da kadının ailesi de bir şans veriyor ya dönmesi için, işte o andan itibaren şiddet artıyor. Kadın açıklamasında ‘döndüğümde şiddeti on kat arttı’ demiş. Tahminimce kadın ailesiyle de görüştürülmüyordu. Tam bir yalnız ve güçsüz bırakma.
‘DOMUZ DA KENDİ DIŞKISINI YER. BU, EN AŞAĞILAYICI İŞKENCE YÖNTEMİ’
Peki dışkı yedirmek nedir?
Karşındaki canlıyı en aşağılayıcı işkence yöntemidir. Özellikle Türkiye’de, insanın hayvanlaştırılması gibi bir şeydir bu bir bakıma; genel kanı, hayvan hep daha aşağı görüldüğü için. Örneğin, günah, yasak olan hayvan, kendi dışkısını yediği için haram kabul edilen domuzdur. Burada adamın kadına yaptığı muamele de bu. Öyle kendinden nefret ettirmek istiyor ki, kadın dışkıyı yedikten sonra kusuyor, bu sefer kustuğu için dövüyor.
Erkek şiddeti örneklerinde en tehlikeli durum olayın münferit kabul edilmesi. ‘Cani, cinnet getirdi, psikopat vb.’ tanımlar eril şiddeti gizlemiyor mu?
Buradaki çok sert bir işkence pratiği var ve bu, erkeklik değil de psikopatlık seviyesinde tartışılmaya çok elverişli. Oysa ataerkil sistemin içinde erkek şiddetini bu noktaya getirecek mekanizmalar var ve bu mekanizmalar sistematik olarak işliyor. Bu gerçeği görmediğimiz sürece çözüm geliştirmemiz imkânsız ve kadını koruma mekanizmalarını işletmediğimiz sürece bu örnekleri daha çok göreceğimiz aşikâr. Bu tür ağır olaylar sanki bir sapma gibi gösterilmeye çalışılıyor ama öyle değil. Aslında var olan erkek şiddetinin sınırlarının genişliğini gösteriyor. Erkeklik, şiddet açısından yeni yollar, yeni yöntemler bularak gelişiyor.
‘KABUL EDİLEBİLİR VE KABUL EDİLEMEZ ŞİDDET AYRIMI ÇOK TEHLİKELİ’
En çok sorulan sorulardan biri de ‘bir kadın onca işkenceye rağmen bu noktaya gelene dek neden/niye direnir o ilişkide?’
Evet maalesef, böyle sorularımız hep kadınlara; sanki kadının istediği anda kaçma, kurtulma şansı varmış gibi. Kadın intihara teşebbüs ediyor, ailesinin evine gidiyor ve sonra tekrar dönüyor. ‘Benim başıma gelmez; bu kadarı da olmaz!’ anlayışı da hâkim kadınların geneline. Bir de tüm bunların içinde şiddete dair yanıltıcı bir algı oluşturuluyor. Sanki bir kabul edilebilir şiddet var bir de bu olaydaki gibi işkence düzeyinde asla savunulamayacak şiddet! Bu tür bir kategorileştirmeyle şiddetin belli türlerini hayatımızda olağanlaştırmaya ve bunları sineye çekmeye başlıyoruz. Bu çok tehlikeli.
Kadınlara, ‘Bak ne adamlar var karılarına neler yapıyor, bari senin kocan dövmüyor, şükret!’ deniyor. Oysa adam belki de yüzüne bakmıyor, sevgisizliğiyle öldürüyor belki kadını. Bu konuda çalışanların ve biraz düşünenlerin bildiği gibi şiddet türleri birbirinden bağımsız değildir. Bunları birbirinden ayırdığımız noktada sorunun yapısal boyutunu görememeye başlıyoruz. Kadınlarsa şiddeti yeterince algılayamama ya da karşı koyamama noktasına geliyor. Araştırmalar psikolojik şiddetin etkisinin en zor atlatılan olduğunu gösteriyor.
'BAZI ŞİDDET BİÇİMLERİ, HİÇ OLMAYACAK ERKEKLERİ BİRBİRİNE BAĞLIYOR'
Eşine işkence ile dışkı yedirmeye çalışan adamın suçu ‘cehalet’ ile açıklanabilir mi?
Çok güzel kılıf uydurmayı seviyoruz. Bir insanın başka bir insana yaptığı zulümdür bu; ister vurarak, ister susarak, ister dışkı yedirerek! Kırsal ile kent arasında fark var ama derinlemesine baktığımızda erkeklerin şiddetinde mi fark var yoksa kentteki kadınların karşı koyma kapasitesinde mi? Erkeklerin imkân bulduğunda şiddet uygulayabileceğini, iktidarını kullanma yollarını fırsatını bulunca kullandığını biliyoruz. Erkek, bulunduğu sınıfın, bölgenin koşuları içinde kabul görecek biçimde yapıyor bunu, kabul görünmeyeni ise saklıyor, duyurmuyor. Erkekler arasındaki suç ortaklığı göz yaşartıcı boyuttadır.
Eğitimli kadınlar arasında da şiddete uğrama oranı tahmin edilenden çok yüksek. Erkek şiddetinin sorumlusu cehalet olsaydı üniversitelerde taciz, şiddet bu kadar yüksek olmazdı. Cehalet, özellikle orta sınıf erkeklerin çok sevdiği bir konu çünkü kadına yönelik şiddeti başka erkeklerin üstüne atabiliyorlar böylelikle. Ancak, bazen öyle bir an geliyor ki bazı şiddet biçimleri, hiç olmayacak erkekleri birbirine bağlayabiliyor. Ben dün bu haberi okuduğumda ilk aklıma gelen, hafızamızda yer alan başka bir dışkı olayıydı. Zamanında entelektüel, yazan-çizen, söz sahibi bir adam, eşinin kafasından aşağı bir kavanoz bok dökmüştü.
Sevan Nişanyan’dan bahsediyorsunuz…
Bakın, siz de biliyorsunuz. Entelektüel bu adam feministler tepki gösterdiğinde yaptığını, sanatsal bir eylem olarak savundu. Sonra sol cenahta üstü kapatılmaya çalışıldı, unutulması istendi. Akıllı, entelektüel adam, olur böyle yanlışlar dercesine, adeta tali bir konuymuş gibi. Oysaki bir kadının asla böyle bir yanlış yapma şansı olmaz. Alanında en iyisi, sözü geçen biri bile olsa anında alaşağı edilir. Aradaki çifte standardı göstermek açısından önemli.
Feministler olarak bunu söylediğimizde burun kıvrılır ama erkeklik ideolojiler, sınıflar, kimlikler üstüdür. Bunu göremediğimiz sürece bazı gruplar erkek şiddetine meyilli bazı gruplar da şiddetten muaf gibi varsayımlar olur. Oysa hiçbir erkek şiddetten azade değildir çünkü şiddet erkekliğe içkin bir şey olarak üretilir.