Pazarcık ve Elbistan merkezli iki depremden 13 milyon 418 bin insan doğrudan etkilendi. Deprem bölgesinde kayıtlı olarak bulunan mültecilerle birlikte bu sayının 15 milyondan fazla olduğu biliniyor.
Birkaç gündür, depremin en büyük zararı verdiği Maraş ve Adıyaman’daki tanıklıklarımızı buradan anlatmaya çalıştık. Hatay, Malatya ve depremden etkilenen diğer merkezlerde yaşananları da arkadaşlarımız aktardı, aktarıyor. Ve dün tam bundan sonrasında deprem bölgesindeki çalışmalarımız için planlamaları konuştuğumuz sırada Malatya Yeşilyurt merkezli 5,6’lık deprem daha yaşandı.
***
Sondan başa gidelim: Dünkü Malatya depreminin hemen öncesinde, deprem bölgesindeki illerde yapılacak yeni konutları inşa edecek müteahhitlere dair haberi okumuştuk. Ondan hemen önce de bilim insanlarından gelen “artçılar sürerken inşaata başlanmaz” uyarısını. Ve ondan önce “Deprem bölgesindeki konutları en kısa sürede yapıp teslim edeceğiz, bize bir yıl verin” açıklamasını... Bu açıklama ilk yapıldığında gündem aslında deprem bölgesindeki yardım çalışmaları sırasında yaşanan ‘yokluklar’dı: Arama kurtarma ekibi yok, yemek yok, su yok, çadır yok… Ondan öncesi de o kapkara 6 Şubat sabahı işte…
6 Şubat’la dün arasını bu kez baştan sona özetleyelim: Deprem / kurtarma için boşa harcanan ilk günler / konut vaadi / ‘artçılar sürerken konut yapılmamalı’ uyarısı / yeni konutları yapacak müteahhitler listesi / yine deprem…
İçinde bulunduğumuz döngü bu!
***
İktidar ortaklarının dün Adıyaman’da yaptıkları açıklamada inşaatlara hemen başlanacağı ve ‘yaraların sarılacağı’ tekrarlandı. Fakat önce ‘ilk günler için helallik’ istendi. Ama aslında o ‘ilk günler’den de öncesi var… Hayır, sadece şimdiki iktidarın 20 yılı da değil…
Birkaç senede bir büyük deprem yaşayan ve her seferinde büyük kayıp veren Türkiye’de bunun hep olduğu ve daha da olacağı biliniyordu. Hani şimdi yıkılmış kentlerin belediye başkanları çıkıp, “İstifa edeceksek hep beraber edelim”, “Benim dönemimde yapılan binalar sağlam”, “Ölülerimizi ayrı ayrı gömmeyi başardık” gibi insanı tekrar tekrar kahreden açıklamalar yapıyor ya… O açıklamalar işte bu bilmezden gelinen bilgiye rağmen devam edegelen yönetim anlayışının ürünüdür.
***
Bugün yapılması gereken de nettir: Bunların söylenebilmesini sağlayan yönetim anlayışıyla hesaplaşmak!
Peki ama bu nasıl bir hesaplaşma olmalı?
Ekranlarda inşaat yapılırken betonu her gün sulamayan işçileri suçlu çıkaran ‘uzmanlar’ konuşuyor örneğin, onların yaptıkları gibi sorgulamalarda fatura yine yanlış yere kesilecek belli ki: Hepimiz suçluyuz!
Doğru sonuca ulaşmak için çıkarılan imar affı yasalarını hazırlayan, Meclis’te oy veren, uygulayan; seçilmiş ya da atanmış, halen görevde olan ya da olmayan hayattaki bütün yetkilileri mi sorgulamalıyız yoksa acaba?
Şöyle soralım:
- Adı, görevi, partisi ne olursa olsun bu mekanizmada rol almış herkes için bu ikinci yol izlenmezse,
- 1999’dan sonra toplanan deprem vergilerinin ne olduğu tekrar tekrar sorgulanmazsa,
- İmar ve şehircilik politikalarının neden bunca ölüme yol açacak şekilde yürütüldüğü sorulmazsa,
- Depremin ilk günlerinde neden hiçbir şekilde hiçbir deprem bölgesine ulaşılamadığı sorgulanıp anlaşılamazsa,
- Sonrasında neden yardım dağıtımında koordinasyon sağlanamadığı ortaya konamazsa,
- Ve bütün bunların hemen ardından yapılan ilk şeyin de –bilim insanları aksini söylediği halde- hızla yeni inşaatlar yapmak olduğu tartışılamazsa eğer ne olur?
Sadece seçimde oy vermek ya da vermemekle de olmaz ama… Zaten baştan bu yana ağır arızaları olan demokrasinin tahrip edilmiş ya da elde kalmış bütün yolları kullanılarak yapılmalı bu hesaplaşma. Tıpkı depremden sonra ortaya çıkan dayanışmada olduğu gibi, halkın bütün aşamalarında yer aldığı bir süreci işleterek, son çürük evden son çürük zihniyetle birlikte kurtulana kadar da devam etmeli.
Bu hesaplaşmayı sonuna kadar yürütüp işletemezsek eğer…
Helallik isteyip sadaka dağıtarak, bu dünyanın işini ahirete havale ederek, kaybedilen ve maalesef kaybedilecek canları, şehirleri saymaya devam ederiz.
Gelinen yerde başka bir çare yok.
Bütün bir ülkeyi yeniden inşa etmek zorundayız, aynı zihniyetle ‘yeniden’ yapılana ne kadar bel bağlanabilir ki?