İlahlar yaz sıcağında oklarını yine Medyascope’a
yöneltti. Sesli-görüntülü internet haberciliği, yorumculuğu ve
kültür yayınlarıyla içeriğini ve tarzını âdetâ yoktan var eden
Medyascope, doğru düzgün gazetecilik yapmaya çalışan bir
“bileşik” yayın organı. Sadece site desek yetmeyecek, internet
televizyonu da diyemeyiz; zamanın koşullarına göre, yeni bir tür
basın aracı. Faaliyetini nesnel bakışla değerlendirecek herkese
göre, sanırım, Medyascope, yorumculuk (kişiler, uzmanlık,
kapsam, güncellik) bakımından hayli yetkin, güncel yayını besleyen,
görece geniş zamana yayılmış konuları, arka plan bilgilerini ele
alan programları ve röportajları bakımından doyurucu bir yayın
organıdır. Habercilikteki yetersizliği, öncelikle kendine çizdiği
sınırlardan kaynaklanıyor. Etkin habercilik iddiası yok. Şu
koşullarda muhtemelen zaten yapamaz. Hem geniş ve kaliteli muhabir
ağı kurmak için çok daha büyük kaynak lazım hem de bu başlı başına
ayrı örgütlenme ve işleyiş koşulları gerektirir. Genel olarak,
Medyascope’un kendine çizdiği sınırlar ve öngördüğü “görev
tanımı”na göre çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Hele
başlangıçta zaman zaman “marjinal” sıfatıyla bile anılarak kurduğu
yayın düzlemini, her daldan siyasetçinin, fikir insanının
çıkabildiği bir sahne haline getirebilmiş olması, bu başarı
içerisinde özel yer tutuyor. Türkiye’de bu çok zordur. Kökleşmiş
önyargıları kırmak, duvarları aşmak gerekir. Bu haliyle
Medyascope, Türkiye’de sahici demokrasi hüküm sürse,
kamuoyuna karşı sorumlu gazetecilik hakim olsa nasıl bir güncel
yayıncılık ortamımız olacağını gösteren prototip gibi.
Medyascope’u başarılı saymamızı gerektiren ikinci
neden, burada çok sayıda genç gazetecinin yetişmesi. Daha çok
gençlerin çalıştığı, eğitildiği, öğrendiği ve meslek donanımını
kazanabildiği bir ortamın sağlandığını, peş peşe karşımıza çıkan,
kendilerini nasıl geliştirdiklerini izleyebildiğimiz genç
gazetecilerden anlayabiliyoruz.
Farklılıkları ille düşmanlık seviyesine yükseltmek bizim burada
hemen bütün siyasî hasımların çıkarına olmasaydı,
Medyascope’un ilgilendiği, konu ve konuk aldığı siyasî
yelpazenin genişleyebileceği belli. Bir de işte, asgarî bir muhabir
ağına ihtiyaçları var. Oradan oraya gezdirebilecekleri yeterli
sayıda düzgün muhabirleri olsa, yaptıkları işin boyutları ve
kalitesi onları birkaç basamak yukarı taşıyacaktır. Umarım günün
birinde buralara da varırlar.
Tamam da, nasıl varacaklar? Bunlar para-pul işleri. Kaynak
nereden bulunacak? Birçok yayın organı, var kalabilmek için reklam
gelirinden medet umuyor; bu yüzden sitelerini “Bir Milyoncu”
dükkânına çevirdiler. “On kişi öldü” haberinin iki tarafına
bikinili kızlar, dar paçalı oğlanlar, soslu tavuklar, indirimli
pizzalar, üstüne tişörtler, spor ayakkabılar diziliyor,
sürmanşetteki otel reklamı cıvıldıyor, sayfaların orta yerinde
haber olmayan, haber gibi gözüken çağırıcı başlık ve metinler
sıralanıyor. Çoğu zaman bunlar doğru dürüst, geniş çaplı
gazetecilik yapmak isteyen yayınları yaşatmaya yetmiyor. İnsanlar
bir yerlerden kaynak arıyor. Ve eğer ilişkileriyle, bağlantılarıyla
bu imkânlara kavuşamıyorlarsa veya kendileri böyle bir amaçla
birikim yarat(a)mamışlarsa kaynağı zaten bu tür faaliyetlere destek
olan uluslararası fonlardan sağlıyorlar.
Ve sağlayınca, bu kaynağı ne kadar düzgün ve yararlı şekilde
kullanırlarsa kullansınlar, potansiyel şüpheli, şaibeli, suçlu,
giderek dış güçlerin ajanı, hain vs. olarak görülmeye
başlanıyorlar. Türkiye’de bağımsız yayın organını finanse etmeye,
desteklemeye cesaret edecek açık fikirli, cesur iş insanları fellik
fellik destekleyecek yayın organı ararken bunlar gitmiş,
kendilerini “yabancılara” -tercihen “emperyalizme”- satmış gibi
muamele görüyorlar.
Medyascope’un şu anda -bir defa daha-
itibarsızlaştırılmaya çalışılmasının olağanüstü tarafı yok. “Şu
sırada ortalıkta olmasalar iyi olacağı
değerlendirilmiştir” gibi bir “mânidar zamanlama”
bağlantısı varsa biz sıradan kimseler bunu bilemeyiz haliyle.
Medyascope’un, azıcık aykırı ses çıkaran herkese zaman
zaman yapıldığı üzre “parayla satın alınmış düşman ajanı” ilan
edilişi, yeni bir “değerlendirilmiştir”
operasyonunun ürünüyse, bilemeyiz. Bu yüzden, yapılanı, şu bildik
“anti-emperyalizm” ambalajına sarılmış bildik haset sopasının, bir
türlü resmî kalıba girmeyen yayın organının tepesine indirilmesi
saymak durumundayız.
DEĞİŞTİRİLEMEZ GÖRÜNMEZ ANAYASA MADDELERİ
Bu numaraların bu kadar bildik olmasına rağmen sürdürülebilmesi
temeldeki çarpık anlayıştan kaynaklanıyor; hatırlatmalıyım ki.
Ülkede “birbirini ağırlayan” geleneksel düşman kardeşler dışında
kimsenin sesi çıkamasın, hattâ mümkünse kimse kalmasın istenir. Bu,
görünmez anayasamızın, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk
maddesi.
İkinci madde, bütün melanetin kökünün dışarıda olması. İçeride
hoşa gitmeyen halt yiyen, bunu kötü kişi olduğu için değil, dış
güçlere kendini sattığı için yapıyordur. İlişmeseler memnun mesut
birlikte yaşayacakmışız gibi takdim edilen muhayyel “biz”e kötülük
etmek için fitne fesat peşinde koşan “yabancı”lar, “dış” güçler,
gözlerine kestirdikleri potansiyel hainlere o kırılası
parmaklarıyla gel gel yaparlar. Bütün işleri ve ülkemizi
karıştıran, aramıza nifak sokan, işte o parmak. Yabancı
parmağı!
Meselâ, bakın, bu iki madde konusunda geleneksel düşman
kardeşlerin ayrı gayrısı yok. Ne ilginç, değil mi?
Bizde aşağı yukarı bütün siyasî eğilimlerden bütün çoğunluklar
yabancı düşmanı. Kötülük dışarıdan, yabancılardan geliyor, içeride
kötülük yapan mutlaka dış kötülerle ilişkili, onlardan çıkarı var,
vs..
Bu “çıkar” etkeni mühim. Birine çalışıyorsan elbette
karşılığında bir şeyler alıyorsundur. E işte, niye destekliyorlar
ki senin yayınlarını? Onlara hizmet etmen için.
Bunu söyleyene şunu soramazsınız: Peki benim hangi yayınlarım,
kimin hangi çıkarına göre düzenleniyor, kimin hangi gizli amacına
hizmet ediyor?
Niye soramazsınız? Çünkü o hiçbir soruya cevap vermekle yükümlü
değildir. O tarafta işler hükümlerle yürür. Somut olgular hükümleri
boşa çıkaramaz.
Böylece tabiî, senin nasıl biri olduğun, para karşılığı kafana
uymayan işlere girip girmeyeceğin, “kendini satmak” gibi bir
düşüklüğe razı olup olmayacağın, bugüne kadarki hayat pratiğinde
senin dalaveracılığına, menfaat düşkünlüğüne yorulabilecek
tecrübelerin kaydedilip kaydedilmediği…, sürdürdüğün yayınlarla
sahiden neleri amaçladığın, gazetecilik gereklerine göre davranıp
davranmadığın, hayatta parayla şununla bununla değiştirilemeyecek
ilkelerinin, hedeflerinin olup olmadığı… gibi olgular, delil
sayılmaz, hattâ dava dosyasına bile giremezler.
Sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili olarak bugünlerde
alevlendirilen “fon alma” tartışmalarına şimdi
Medyascope’un aldığı dış destek ile bağlantılı ithamlar
eklendi. Bunların hepsindeki ortak noktalar şu yukarıda sıraladığım
satırlarda yer alıyor. En çok dikkati çekmesi gerekirken hiç
üzerinde durulmayan olguyu da buraya eklemeliyim: Türkiye’de bugün
kendini demokrat, solcu, hak-adaletten yana vs. sayan herhangi bir
insanın hiç itiraz etmeyeceği, aksine, anlamlı-önemli bulacağı,
destekleyeceği bir sürü faaliyeti yürüten bir sürü girişim, oradan
buradan bulduğu kaynaklarla var edilebildi ve varlığını
sürdürebildi. Yurtdışından destek almaya “ihanetin belgesi”
muamelesi yapılırsa Türkiye’de sivil toplum faaliyetleri alanının
ne hale geleceğini zihnimizde canlandırabiliyor muyuz? Ya da bir
anda doğrudan ceza sahasına dalıp şöyle sorayım:
Medyascope’un var olması mı iyi olmaması mı?
Türkiye’de kimin sahiden ne istediğini anlamalıyız. Öğrenilmiş,
bilinçli ilkellikten kurtulmalıyız. Gayet önemli yol gösterici
siyasî kavram olan “anti-emperyalizm”i ırkçının, milliyetçinin,
gerçek derdi emperyalizm falan değil içerideki iktidar alanı olan
geleneksel fırsatçının elinden kurtarmalıyız.
Medyascope’un yayınını geliştirerek sürdürmesini, basın
dünyamıza yeni yeni elemanlar kazandırmasını, cümlemizin, yeşeren
her yaprağı koparıp un ufak etmek dışında, başka meşgaleler
bulmamızı, hayatımıza anlam, varoluşumuza itibar katmak için ille
birilerini yere yıkıp üstünde tepinmek gerekmediğini anlamamızı
dilerim.