Bir mezarı olsaydı, kemikleri sızlardı. Bundan tam iki ay önce, bir evrak işi için gittiği ülkesinin İstanbul başkonsolosluğunda vahşice öldürülen Suudi Arabistanlı muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın… Herkesin gözleri önünde… Hatta cinayetin bir ses kaydı olduğuna göre belki de canlı yayında… Yani öyle kör bir kayıkçının gördüğü bir cinayet değil söz konusu olan. Herkesin gördüğü…
Dünyanın en büyük ekonomilerinin liderleri bu sefer Arjantin’de bir araya geldiler. G20’yi oluşturan ülkeler, toplam gayrisafi hasılanın beşte dördüne, dünya ticaretinin ise dörtte üçüne sahip. Ayrıca dünya nüfusunun üçte ikisi de bu ülkelerde yaşıyor. Sadece Birleşmiş Milletler’e üye olan ülke sayısının 192 olduğu düşünülürse, bu ilk 20’nin dünyanın geriye kalan en az 172, gerçekte ise bu sayıyı çok daha fazla aşan ülkesi üzerinde nasıl bir tahakküm gücü olduğu daha iyi anlaşılır. Zirvenin sonunda çekilen aile fotoğrafında kimin nerede duracağı, kimin yanında poz vereceği nasıl belirlenir bilmiyorum; ama Meksika sınırına yığılan binlerce mülteciye tehditler savuran Donald Trump’ın nar çiçeği kırmızısı kravatıyla ön sıranın ortasında yer alması bir tesadüf olmasa gerek. Fotoğrafta kimler yok ki? Trump’ın sağ yanında az önce Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a ayaküstü sitem ederken “Beni hiç dinlemedin … endişeliyim” diyen ve arkasından da prensi “Ben sözümü tutarım” sözüyle teskin eden Macron duruyor. Bundan kısa bir süre önce Suudi Arabistan’a silah satışının Kaşıkçı ile bir ilgisi yok, diye açıklama yapan da kendisiydi. Hemen ardından, “Yemen savaşını anlıyorum”, diye eklemeyi de unutmamıştı. Aklından Suudi Arabistan’ın Yemen’de işlediği insanlık ve savaş suçları geçiyor muydu bilinmez; sonuçta silah satışı G20’nin temsil ettiği kapitalist dünya ekonomisinin bir gerçeği, bir tür arz-talep meselesiydi. Tabii, şu sıralar Paris dünya basınına mazot fiyatlarındaki artışı protesto eden, çevre duyarlılığından yoksun aşırı sağ ve sol kalabalıkların yıkıcı eylemleri diye servis edilen, gerçekte ise yüzde 50’lere varan vergi yükü altında ezilirken -sizlere tanıdık gelir mi bilinmez ama- hükümeti sadece büyük sermayeyi ve zenginleri koruyan önlemler almakla suçlayan çalışanların protestolarıyla sarsılıyor. Bu şartlar altında aile fotoğrafında İngiliz Başbakanı Theresa May ile Trump’ın arasında poz veren Fransız liderin muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da tüyler ürpertici bir cinayetle ortadan kaldırılması, kelimenin tam anlamıyla buharlaştırılmasından sorumlu tutulan Veliaht Prens’le uğraşmaktan çok daha önemli işleri olmalı.
İngiltere Başbakanı Theresa May ise Macron’dan daha tecrübeli bir siyasetçi olduğu için, Muhammed bin Selman’la kameralara yakalanabilecek ayaküstü bir görüşme yerine kapalı kapılar ardında bir araya gelmeyi yeğliyor. Başbakanlık ofisinden yapılan açıklamada, bu görüşmede “Cemal Kaşıkçı’nın kurban gittiği korkunç cinayetin sorumlularından hesap sorulmasının sağlanması”nı istiyor. Katilin bizzat cinayeti soruşturmakla görevlendirilen dedektif olduğu ucuz bir polisiye filmi seyreder buluyoruz kendimizi yeniden. Tabii, vicdan sahibi bir siyasetçi olarak May’in bu görüşmede Prens’e aynı zamanda “Yemen’deki çatışmanın acilen sona erdirilmesi ve açlıkla karşı karşıya olan milyonlarca insanın durumunun iyileştirilmesi çağrısında bulunduğu” da aktarılıyor. Oysa daha bir gün önce May, Londra’da Kaşıkçı cinayetini protesto eden göstericilerin Suudi komuta merkezindeki İngiliz askerlerini çekme çağrısını yanıtsız bırakmıştı.
Zirve, Muhammed bin Selman için zamanlaması iyi ayarlanmış bir PR (halkla ilişkiler) çalışması olmuşa benziyor. Başından beri “belki yapmıştır, belki yapmamıştır”, “belki de dünya suçlanmalı, çünkü dünya çok vahşi bir yer”, “babasıyla da konuştum”, “işlenen suçtan tiksiniyorum, … Veliaht Prens de benden daha fazla tiksiniyor ve bunu kesin bir dille reddediyor” gibi açıklamalarla Prens’in bu korkunç cinayetteki sorumluluğunu muğlaklaştırmaya çalışan Trump’la “kısa ve arkadaşça bir sohbet” gerçekleştirdiği açıklanan Selman’ın, Hindistan, Meksika, Güney Kore, Güney Afrika ve Çin liderleriyle çektirdiği fotoğraflar Suudi Dışişleri Bakanlığı tarafından hızla paylaşıldı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le neşeli tokalaşması ve karşılıklı atılan kahkahalar ise, petrol ve paraya hükmeden bir tiranın sırf muhalif görüşleri nedeniyle bir gazetecinin katledilmesindeki payının dünyanın en büyükleri tarafından sadece bir teferruat olarak görüldüğünü bir kez daha göz önüne serdi. Elbette tümü olmasa da birçoğu dünyanın önde gelen demokrasileri arasında sayılan bu ülkelerin liderlerinin, Veliaht Prens’e biraz surat asmaları, yanından geçerken ters bakmaları ya da Macron gibi alçak sesle sitem etmeleri, bu zirvede tıpkı Selman’ın imajı için olduğu gibi, bu ülke liderlerinin imajları için de gerekli hamlelerdi. Neticede Selman, aile fotoğrafında kendisine arka sıranın en köşesinde bir yer bulabilmiş; böylece işlediği suçun karşılığında en ağır biçimde cezalandırılmıştı! Hem fotoğraftaki tek tiran, tek zalim, kendi yurttaşlarının ya da başka ülkelerin yurttaşlarının canına kast ederken dünyanın bu en zengin, en prestijli ve bazıları “en demokratik” ülkelerini şu ya da bu gerekçeyle sus pus eden tek lider kendisi değilken, zirveden daha başka ne beklenebilirdi ki? Henüz cesedinin nerede olduğu bile bulunamayan bir gazetecinin bu mutlu aile tablosunda yaratabileceği etki ancak bu kadardı.
Dünyanın bir yerinde, dünya siyasetine ve ekonomisine yön veren büyük isimler, kırmızı, mavi kravatları ve takım elbiseleriyle dünyanın dört bir yanında işlenen cinayetleri aklarken, NASA 2012 yılında yaşam olup olmadığını araştırmak üzere kızıl gezegen Mars’a indirdiği keşif aracı Curiosity’nin (merak!) gezegenin yüzeyinde tanımlanamayan bir cisim bulduğunu açıkladı. Cisme, nedendir bilinmez, Little Colonsay (İskoçya’nın kuzeyinde bir ada) ismi verilmiş. Eğer Curiosity’nin araştırdığı gibi, Mars’ta yaşam var ise, Marslılar açısından olay tam olarak şöyle gelişmiş olmalı: Güneş sisteminin bir ucundaki bir gezegene, başka bir gezegenden “tanımlanamayan bir cisim” gönderilir. “Cisim”, gezegende elde ettiği “ganimetlere” geldiği gezegenden isimler vermeye başlar... Sonrasında bu gezegende yaşanacaklar başka bir filmin konusudur elbette. Bizim ucuz polisiyenin mimarlarının bu gezegende karşılaşacakları gerçeklikle nasıl baş edecekleri bilinmez ama ellerinden gelse bu kızıl gezegeni de kendi karanlık pazarlıklarının tiyatro sahnesine çevireceklerine ne şüphe…