Sabah…
Haberler…
Yeni zamlar… Dolar, Euro, altın, borsa dansları… Bezdiren "faiz-enflasyon" tartışmaları…
İktidarın 20 yılla yetinmeye hiç niyeti olmadığını ortaya koyan adımları…
Bir şeylerin hazırlığı, kışkırtmalar, tehditler, hakaretler, kutsal mekân konuşmaları…
Muhalefet cephesinde garip bir tılsımla gülen özgüvenli yüzler…
Muhalif liderler arasında toplantılar… Tekrar toplantılar… Yeniden toplantılar… Sonra bir kere daha toplantılar…
Muhalefetteki bazı partilerin iktidarı kazanmayı biraz, Kürtlerden uzak durmayı ve sadece kendi oylarını yüzde bilmem kaç arttırmayı ise çok fazla istiyor görünmesi…
Yaptığı onca hataya karşın yine de durumu idare ettiğini ve hâlâ tartışmasız birinci parti olduğunu gören iktidarın ana ortağının neşesi…
Üç puan ileri iki puan geri gidip gelen anket sonuçları…
İktidara sırtını dönse de ondan fazla uzaklaşmayan, muhalefete ise güven duymayan "gri alan sakinleri"nin kızgın ve meteliksiz bekleyişleri…
* * *
Her gün aynı sabaha uyanıyoruz sanki.
Hayat, kendi kuyruğunu kovalayan köpek gibi daracık bir çemberde dönüp duruyor.
Gazeteler, televizyon, internet hep aynı girdabı tazeliyor kafalarımızda.
Sanki birileri yeminli, bize doyasıya bir güneş yüzü göstermeden tepemize yeni karanlık bulutlar salarak yüreklerimizi karartmaya.
Engel olamadığımız mutsuzluk ve kaygı hisleri, her gün neredeyse aynı biçimde tekrar ediyor.
"Ben bütün bunları daha önceden yaşamıştım" yanılsaması, Fransızca olmasına karşın yazık ki kendisine hiç Fransız kalamadığımız "dejavu", bizi esir alıyor.
Sıradan ve sanal sorunlar, çarpık-kırpık adamlar, mutlak kaderimizmiş gibi bizi kuşatmış, hayatımızın ortasına küstahça bağdaş kurmuşlar.
Ne yaparsak yapalım hiçbir şeyi değiştiremediğimiz hissine kapılıyoruz.
* * *
Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day) adlı filmi izlemiş miydiniz? Bir televizyon kanalında hava durumu sunucusu olan Phil Connors, görevi gereği bir kasabadaki şenlikleri izlemeye gitmiş, tatsız tuzsuz bir gün yaşamıştır. Ertesi sabah ve daha sonraki sabahlar uyandığında aynı günün hiç değişmeden tekrarlandığını, hayatın anlamsızlığının kendini giderek bir mengene gibi sıkıştırdığını görür.
Durmadan tekrarlanarak önümüze gelen ülke gündemine bakın son günlerde. Hatta son haftalarda ve aylarda. Birçoğumuz açısından uzun yıllar içinde bile değişmeyen o kadar çok şey var ki aslında.
Başkalarından gizlemeye çalışsak, hatta bazen kendimize bile itiraf etmek istemesek de, bir yılgınlık bataklığının kıyısında çaresizce kıpırdanıp duruyoruz.
Hayır, teslim olmaya alışık olanlardan değiliz biz. Kaderimiz siyaset, hayatımız mücadele üzerine kurulu.
Enerjimizi yenileyip hırsımızı bileyerek durmadan bir şeyleri değiştirmeye çabalıyoruz.
Bazen, belki de hayatta en fazla özlediğimiz zafer duygusuna çok yaklaştığımızı sandığımız, hatta başardığımızı düşündüğümüz anlarda bile bir şeyler oluyor ve tekrar geriye savruluveriyoruz.
Kendimizi tekerlek içinde koşan ve tüm çabasına rağmen tek adım ilerleyemeyen bir hamster gibi hissediyoruz.
Bu arada bize verilen ve içinin ne kadar dolu olduğunu bilemediğimiz kum saati durmadan hafifliyor.
* * *
Ne yapmalı?
Nasıl değiştirmeli hayatı?
Galiba en büyük zorluk, hayatı değiştirmek için önce kendimizi değiştirmemiz gerektiği gerçeğinde yatıyor.
Kendimizden, bugünkü halimizden, özenle koruyup gururla beslediğimiz benliğimizden, en yüce değerimiz olan egomuzdan taviz veremeyiz ki biz…
Alışkanlıklarımızı terk edemeyiz.
Kendimizi armağan ettiğimiz, ruhumuzu kutsal bir aidiyet duygusuyla zincirlediğimiz siyasi, ideolojik, kültürel özelliklerimizden asla vazgeçemeyiz.
Kendimizi, partimizi, gazetemizi, arkadaşlarımızı "ötekiler" ile aynı düzeyde göremeyiz.
Tüm bilinçli yaşamımızda "ötekiler"den daha iyi, daha zeki, daha üstün olmak için çabalamadık mı?
Hem zaten başka türlü nasıl onların "kurtarıcısı" olabilirdik?
Acaba biraz farklı bir şey yapmayı mı denesek artık?
Kendimizi ve bize ait/yakın gördüklerimizi beğenmekten vazgeçip içinde bulunduğumuz çemberden çıkarak "karşı cepheden" bir kişiyle, evet, hiç değilse tek bir kişiyle eşit diyaloga girmeye, onu anlamaya, ona saygı göstermeye çalışsak?
Bu kutuplaştırma ve düşmanlaştırma yaklaşımı ile ilelebet yaşayamayacağımızı ve hiç hoşlanmadığımız "ötekiler"in de bir anda buharlaşıp kaybolamayacağını kabul etsek?
Kendi kendimize ve bizim gibi düşünenlere hep aynı fikirleri tekrarlayıp durmaktansa, "ötekiler"den biriyle dostluk kurmaya, haklı olduğumuzu düşündüğümüz konularda onu "ikna etmeye" gayret etsek?
Belki başarırız…
Belki o süreçte biz de bilmediğimiz bir şeyler öğreniriz.
Belki o zaman gerçekten de yarın bugünden farklı bir güne uyanma şansımız doğar…