Her şey her yerde aynı anda gerçekten mümkün mü?

Bütün hikâyelerin mümkün olduğu bir hikâye evrenindeyiz. Netflix çağındayız. Önümüzdeki ekranda onlarca yüzlerce binlerce hikâye duruyor. Kumandayla tık tık tık üzerlerinde geziyoruz. Hepsini hepsini seyretmek istiyoruz. Sadece bir kumanda tıkıyla boyut değiştirip hiç olmadık bir evrene ışınlanabiliriz. Önümüzdeki ekranda sadece bizim kararımıza dayanan bir evren vücut bulabilir. Ama neyin uğruna?

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

 1.

Göz alabildiğine yeşil İrlanda kırları, rüzgârlı ağaçlar. Kırların ardında çalkantılı bir deniz. Uzakta, adanın bir kıyısında belli belirsiz bir minik köy. Bayırlara keyfekeder serpiştirilmiş gibi duran bir iki kulübe… Aralarında toprak yollar. 

İşte o toprak yollarda Pádraic hiç durmadan yürür gibidir. Evinden köye, köyden pub’a, pub’dan arkadaşı Colm’ün kulübesine… Zamanın akmadığı bu ada köyünde hayatı, çok da elzem görünmeyen yürüyüşler doldurur. Adımlar zamanı ölçer. Adımlar bir çapadır.

Kim bu adımperver Pádraic? Geçen senenin iyi filmlerinden “Banshees of Inisherin"in, Colin Farrell tarafından canlandırılan ana karakteri. En iyi arkadaşı tarafından artık sevilmediği için hayatının ışığı sönen, tüm eğlencesini kaybeden; üstüne bir de çok sevdiği kız kardeşiyle vedalaşmak zorunda kalan bir köylü… Arkadaşsız, kardeşsiz, hikâyesiz… Zamanı doldurmak için geriye hiçbir şeyi kalmamış. O da yürüyor.

Bugün o adaya gitsek görürüz: Pádraic yine yollardadır.

2.

Ben, “Banshees of Inisheerin”i, sadece birileri beyazperdede yürüyüp dursun, ben de arkalarından bakayım diye seyredebilirdim; o kadar güzel, sakin ve resmettiği kara göklere rağmen huzurlu bir havası vardı filmin.

Ama fazlası da vardı. 

Nefis bir hikâye anlatıyordu film. Dünyanın en sıkıcı görünen, sürekli tekrara düşen, neredeyse bir “loop”ta yaşayan, hafiften delirmiş olan ama hemen hepsi aynı durumda olduğundan bir tuhaflık hissetmeyen insanları arasında geçen benzersiz bir hikâye… Buradan ilginç hikâye çıkmaz dedirtecek bir yerde kendi kendine yetişmiş bir saklı inci.  

Kısaca anlatayım. Pádraic’in arkadaşı Colm, artık bu arkadaşlık ilişkisinin kendisine bir şey katmadığını ilan edip, Pádraic’ten kendisiyle bir daha konuşmamasını talep edince, bir çivi yerinden oynuyor. Ama ne çivi! 

Şöyle düşünün: Hayatınızda kitap yok, gazete yok, televizyon yok, internet yok. Sadece çok sevdiğiniz bir arkadaşınızla sohbetiniz var. Günlerinizi dolduran, onlara anlam katan tek şey bu sohbet ve bir gün birdenbire ondan mahrum bırakılıyorsunuz… Hayatınızdan geriye ne kalır? 

Pádraic işte film boyu bunun acısını yaşıyor. 

3.

Bu film, yönetmeniyle, senaryosuyla, oyuncularıyla ve bilfiil kendisiyle bu seneki Oscar Ödülleri’nin en güçlü adaylarından biriydi. Gerçekten iyi bir film olduğundan eleştirmenlerin de beğenisini kazanmıştı. Ama ödül gecesinden eli boş döndü. Hiçbir Oscar almadı. 

O gece neredeyse bütün ödüller “Everything Everywhere All at Once”a gitti. Kanımca, o da fena film değildi ama öylesine bir filmdi işte. Vasatın belki bir tık üstündeydi. Ortalama bir senaryo, iyi oyunculuklar, janjanlı çekimler. Bütün ödülleri süpürecek bir filme hiç benzemiyordu.

“Everything Everywhere All at Once” aslında hep çekici gelen bir konuyu, olası tüm evrenler arasında sınırsız bir geliş gidişi işliyordu. Senaryo, sınırsız kuralsız, bütün hikâyelerin mümkün olduğu bir film evreni kurmuştu. 

Evet, bütün hikâyeler mümkündü ama hepsinin toplamından bana kalırsa çok da iyi bir hikâye çıkmamıştı. 

“Banshees of Inisherin”in tek ve sade hikâyesi çok daha güzeldi. Mesela bir başka aday olan “The Whale”in Moby Dick ve Kaptan Ahab’la iç içe geçmiş olan ve sonunda çok zarif bir senaryo çalımıyla izleyiciyi müthiş sarsan hikâyesi de Oscar’lara boğulan “Everything Everywhere at Once”ın fersah fersah ötesindeydi.

Ama bu hikâyeler iş yapmadı. Neden? 

4. 

Zamanın ruhu… 

Bu senenin ödülleri açısından, piyasaya, sinemanın ihtiyaç ve imkânlarına, Netflix çağının yeni izleme biçimlerine, Hollywood’un Çin’e açılma hevesine, hatta dilerseniz ödülleri dağıtan Akademi’nin sersemliğine dek bin tane sebep sıralamak mümkün. “Bu seneye özgü bir sapma” da denilebilir, “Akademi ne ki ödülü ne olsun” da denilebilir. 

Ben yine de bu seneki ödülü zamanın ruhuna uygun bir tercih olarak görüyorum.   

Ahir zaman bize iki şeyi dayatıyor. Birincisi, teknolojinin başdöndürücü ilerlemesiyle paralel biçimde, insanca yeteneklerin üzerinde, çok güçlü, çok hızlı, çok büyük, çok kahraman, çok zorlu hikâyeler sunuluyor bizlere. Mitolojik hikâyeler. Fantastikle hep iç içe, gerçek dünyanın sınırlarının hep dışında hikâyeler. Yeni değil tabii, Homeros’tan beri bunlara aşinayız

İkincisi yeni ama. Bütün hikâyelerin mümkün olduğu bir hikâye evrenindeyiz. Netflix çağındayız. Önümüzdeki ekranda onlarca yüzlerce binlerce hikâye duruyor. Kumandayla tık tık tık üzerlerinde geziyoruz. Hepsini hepsini seyretmek istiyoruz. Süperkahraman hikâyeleri, komediler, dramalar, belgeseller, gerçek hayat hikâyeleri… Yani “Everything Everywhere All At Once”, yani “Her Şey Her Yerde Aynı Anda”... Bütün hikâyelerin aynı anda mümkün olduğu bir çağdayız. Sadece bir kumanda tıkıyla boyut değiştirip hiç olmadık bir evrene ışınlanabiliriz. Önümüzdeki ekranda sadece bizim kararımıza dayanan bir evren vücut bulabilir. 

5.

Teknoloji sadece bir imkânlar bütünü değildir. Teknoloji bir yandan da bir ruh halidir. Zamanın ruhunu da büyük ölçüde şekillendirir. 

Bu yeni ruh bize tüm hikâyelerin aynı anda mümkün olacağını söylüyor. Çok kolay, çok basit, her şey, her yerde. 

Ama bu bir yandan muazzam da bir kapışma. Kim kazanacak? Mitolojik güçler, sıradan insanların hikâyelerine aman verir mi dersiniz?

Sıradan insanların sıradan hikâyelerine erişimimiz gitgide azalıyor. Ekranları büyük büyük hikâyeler kaplıyor. Bu hikâyelerin anlatılmasına dönük iştah da azalır mı?

Her ne olursa olsun, bildiğimiz şu: Pádraic yolunda yürümeye devam ediyor. 

Tüm yazılarını göster