Çok zamandır dilimizde aynı umutlu cümle: Her şey çok güzel olacak. Bir dönem büyük sükse yapmış bir filmin adı. İçinden “çok”u atarsanız, güzel bir Athena şarkısı. Şöyle diyor: “Yaşamak lâzım / İki günlük dünyada / Değer mi dalaşmaya? / Anlaşmak lâzım //
Zor olsa da / Denemeye değer // Her şey güzel olacak…”
Şarkıdaki gibiyiz: Umutluyuz. Anlaşmanın, karşılıklı konuşmanın, birbirini dinlemenin, anlamanın ne kadar değerli olduğunu biliyoruz. Karşı taraf bunu bilmese de anlatmaya çalışıyoruz. Ekseriyetle kaba kuvvetle, şiddetle karşılaşıyoruz ama bıkmadan, usanmadan anlatıyoruz. Bu ülkeyi oluşturan halkların geleneğinde bu var: Yan yana, omuz omuza, dayanışmayla bugüne gelinmiş; düşmanlıkla bir yere varılamayacağının herkes farkında. Ülkeyi bölmeye çalışanlar, halklar arasına nifak tohumu ekenler –ki iktidardakilerin yaptığı bu. Kimseye saygı göstermiyorlar, kendilerine oy verenlere hizmetlerini götürüyorlar, onları eleştirenleri bir şekilde etkisiz hâle getiriyorlar. En azından getirmek istiyorlar.
Umutluyuz. Birlikte olunca her şey güzel. Ne diyor Zülfü Livaneli, Nâzım Hikmet’in şiirinden bestelediği “Büyük İnsanlık”ta: “Umutsuz yaşanmıyor”. Sahiden öyle. Cem Karaca’nın “Mutlaka Yavrum”da verdiği öğüt de bunu işaret ediyor: “Biz görmedik, sen görürsün yavrum / Didişmeden geçen bir gün mutlaka…” Kavgayı hiçbir zaman bırakmamış, umuttan uzaklaşmamış şairlerimizden Ataol Behramoğlu, en etkili şiirine “Bir Gün Mutlaka” başlığını koymamış mıydı? Hâlâ aynı fikirde, onun için söyledikleri çok değerli. Yoldaşı İsmet Özel’in savrulduğu noktayı düşündüğümüzde, daha da değerli oluyor.
Söz şiire, şairlere geldi, bahsi bir Can Yücel şiiriyle farklı bir noktaya götüreyim: “Sararıp dökülmeden önce / Kızaran yapraklar ki onlar / Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar…” dizeleriyle başlayan şiir, “Yaprak Dökümü”. 1985 yılında yayımlanan Mozaik albümü “Ardından”da Bülent Somay bestesiyle yer alan şiir, Yeni Türkü külliyatında da kendine yer buldu ve ertesi yıl yayımlanan “Günebakan” albümü aracılığıyla dinleyiciye ulaştı. Umutlu şiirlerden. Can Yücel, içindeki öfkeye rağmen kavgasını sonuna kadar sürdürmüş büyük şair. Yeni Türkü ve Mozaik’in bir yıl arayla onun şiirinde buluşmuş olması, şaşırtıcı değil zira iki topluluk da 12 Eylül sonrasında oluşan karanlığı dağıtanlardan. Dikkatleri “biz”e çektiler, eski güzel günleri hatırlattılar, o karanlık günleri şarkılarına işlediler ve unutulmamasını sağladılar. Değişik platformlarda yan yana düştüler ama her iki topluluğu birleştiren, bilinmeyen bir buluşma var: Mozaik ekibi henüz yeni bir araya gelmişken, kendi içlerinde neler yapabileceklerini konuşurlarken, Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konser veren Yeni Türkü, bilmeden onların yolunu çiziyor. 1980 öncesinde, Ankara günlerinde, (bugünkü Şinasi Sahnesi’nin yerinde bulunan) Çağdaş Sahne’de açıklamalı dünya müziği dinletileri veren topluluk, üniversitedeki konserde bu repertuvardan bir-iki şarkı çalınca ekip kafa kafaya veriyor, bir dönem onları heyecanlandıran şarkıları çalmak, söylemek üzere yola düşüyor. 1983 yılının Haziran ayında ilki verilen, aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında İstanbul ve Ankara’da tekrarlanan “Ölümden Önce Bir Hayat Vardır” başlıklı konserler, böyle ortaya çıkıyor.
Sonrasında Mozaik bize çok şey hatırlattı ve söylediğim gibi, yaşadığımız günleri şarkılarına raptetti, onları bugüne getirdi. Bir başka deyişle, tarihe not düştüler. Tıpkı aynı dönemde ortaya çıkan Bulutsuzluk Özlemi ve Grup Yorum gibi.
Yeni Türkü’nün Edip Cansever’in “Umuş” şiirinden uyarladığı “Umut”, şu dizelerle başlar: “Bütün iyi kitapların sonunda / Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda / Meltemi senden esen, soluğu sende olan / Yeni bir başlangıç vardır…” Aslında çok basit: Her şey bizim elimizde. Bugün “her şey çok güzel olacak” diyorsak, yeni ve güzel başlangıçlara inandığımız için. Tam da bu yüzden, önümüzdeki hafta bugün sandığa gidecek, oy kullanacağız. Daha önce burada yazmıştım, değişim yerel seçimlerle başlıyor. Bu hep böyle oldu. ANAP iktidarını deviren, 1989 seçimlerinde yerel yönetimleri alan SHP’ydi. Sonraki değişim, 1994 yılında büyükşehirleri alan AKP’nin iktidara gelişi. 31 Mart seçimlerinde yerel yönetimler el değiştirdi. Bursa dışında bütün önemli şehirler CHP’ye geçti. Halk böyle istedi. İstanbul’da da CHP kazandı ama iktidar bunu hazmedemedi. Bir hileyle seçimi iptal ettiler. Haftaya, kazanmış belediye başkanına belediyeyi teslim etmek için sandıklara gideceğiz.
23 Haziran seçimleri önemli. Bizi hayata bağlayan heyecan, şarkılarla hatırladıklarımız. Onu yeniden yürürlüğe sokabiliriz. Edip Cansever’in dizesiydi: “Birden yürürlüğe girdi o yok olma duygusu” 12 Eylül’ün yaptığı buydu. Oradan palazlanan AKP, bunu sürdürdü. O duyguyu yok etmek zor değil. Artık değil. Yaptık, yine yapacağız.
Umutlu bir Mozaik şarkısıyla yazıyı bitireyim: “Gök mavisi ve gül kuruları dökünerek / Saçlarımı rüzgârla eskiterek / Yürümek istiyorum / Yürümek // Çıplak toprakta / Serin çılgın toprakta / Yüzüm benden vazgeçene dek / Yürümek // Şarkıların sokakta yatıp kalktığı bir ülkeye / Yürümek istiyorum / Gözlerim birer yıldız oluncaya dek // Şarkı söylemek / Bilmediğim bir dilde / İriyarı / İhtiyar / Dostluk üzerine…” Sözlerini Meltem Ahıska’nın yazdığı bu şarkı, 1987 tarihli “Çook Alametler Belirdi” başlıklı albümden. Albüme adını veren şarkının sonunda Bob Dylan, T.S. Eliot, Goethe, Bertolt Brecht, Nâzım Hikmet şiirlerinden (ve şarkılarından) kısa bölümler var. TRT, o dönemde Nâzım Hikmet adına takılmış, şarkıyı yasaklamıştı. Bugün aynı TRT, büyük şairin hayatını anlatan belgeseller yapıyor, yayımlıyor.
Neydi baştaki cümle: Her şey çok güzel olacak. Buna kalpten inanıyorum. Can Yücel de inanıyordu. Her şeye rağmen yalnız olmadığını biliyordu. Ne demişti, “Yaprak Dökümü”nün sonunda: “O çocuklar / O yapraklar / O şarabî eşkıyalar / Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?”
Sahi, birbirimizden gayrı kimimiz var?