Her şeyi çabuk çabuk ve büyük bir heyecanla anlatmayı ve avaz avaz bağırmayı mesleki beceri zanneden yeni dönem TV sunucularından biri çıkmış anlatıyor. Stüdyoya kurulmuş dev ekrana “kolay anlaşılacak” grafikler yerleştirilmiş. Bu saçma sapan yayın için belli ki hazırlanmışlar, hesaplar filan yapmışlar. Çok önemseyerek anlattıkları da; enerji santrallerine filtre takılırsa ne kadar zarar edilir. Zarardan anladıkları kaybedilecek paralar; santraller on gün çalışmazsa neler eksik kalacak? “Elektriksiz kalırsınız maazallah” diye insanları korkutmayı deniyorlar. Olan filtreleri de sökün, denizlere, derelere akan suları arıtmak için yapılan masrafları da kesin denmesi bekleniyor herhalde. Termik santrallere filtre takılmasını 2,5 yıl daha erteleyen kanunun AKP ve MHP oylarıyla Meclis'te kabul edilmiş olması tam tatmin etmemiş galiba, unutturmak yerine üstüne üstüne gidiyorlar. Hem hükümeti, hem patronlarını mutlu etmek için, haklı oldukları iddiasını, en akıl almaz argümanlarla, en utandırıcı yollarla sürdürüyorlar.
Bizim elektriğimiz kesileceğine Yatağan’da, Elbistan’da kuşlar ve çocuklar ölebilir önerisi yapmakla kalmıyorlar, bunu kabul edecek insanlar olduğumuza inandırmak, bunu hatırlatmak istiyorlar. Ortaya atılan iddia, bu “habere” maruz kalan herkes için de aslında açık bir hakaret. Söylediklerinin ikna edici olduğuna inanmaları sadece aptallıklarından değil, bunun dinleyenleri etkileyebileceğini düşünüyorlar. Daha önce doğayı tahrip eden HES, ormanları katleden yol inşaatları ve vazgeçilemeyen çılgın projelerde, arkası gelmeyen kent talanında hep aynı şey yaşandı. Hasankeyf’te, Karadeniz’de, Kuzey Ormanları’nda bunlar görüldü. “Yahu ne yapıyorsunuz, yaratacağınız tahribatı görmüyor musunuz?” diyenlere “ama kaç para gelecek, hangi ihtiyacımızı karşılayacak biliyor musunuz?” cevabı geldi. Bugün sahip olunacaklar için, hayatı borçlu olduğumuz doğadan, geleceği borçlu olduğumuz çocuklardan çalınmasına izin istendi.
Para hesabının ikna ediciliğine, yakıcı bir çevre ve insanlık sorunu olan savaş için de başvurulduğuna tanık olduk. Akıl yürütme biçimi tam tersi olsa da, yine parayla ölçülmemesi gereken karşılaştırmalar yapıldı. Erdoğan, “Ne diyorlar domates, ne diyorlar patlıcan, ne diyorlar sivri biber. Yahu düşünün be bir merminin fiyatı nedir, düşünün” demişti. Bahçeli bu yaklaşımı şöyle tazeliyor: “Bir F-16, hiç ateş açmadan 1 saat havada uçmasının maliyeti 14 bin dolar. Sadece Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk gününde uçan savaş uçaklarımızın yakıt bedeli 1 milyon dolar. (...) Fedakarlık olmadan bekamız ve bağımsızlığımız muhafaza ve müdafaa edilemez. Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var olmak için katlanmak zorundayız. Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun, ne bombanın maliyetini bilenlerdir. Bunlar boş boş konuşmaktadır. Bütçemiz elverir, ekonomik imkanlar artar, o zaman her ihtiyaç anında telafi edilir. Biraz sabır gerekiyor. Biraz tahammül gerekiyor. Biraz da milli hedefleri anlamak gerekiyor.”
Bu iki vakanın toplam özeti şöyle çıkartılabilir: Para kaybetmemek için yolumuz düşmeyen bir yerdeki insanların yaşama hakkını düşünmeyebiliriz, buradan kazanılan paraların da hiç uğramayacağımız yerlere bomba olarak atılması konusunda bazı fedakarlıklar yapmalıyız. Kuralsız bir bireysel çıkar veya tam anlaşılamamış ulusal çıkar para ortak paydasında buluşuyor. Çevre tahribatı veya savaş paraya çevrilerek anlatılıyor. Her lafa maneviyattan girenler, böyle şeyleri anlatırken en çirkin maddiyatçılığı daha ikna edici buluyor. Peki bunları söyleyenler, böyle düşünmekte ve böyle anlatmakta çok mu haksızlar? Doğa diyen, çevre diyen herkesin gelişmenin önünde engel olduğunu düşünenler sadece iktidarlar veya sermaye mi? Evini müteahhitte vereceği için yaşadığı şehirde kat artışını isteyen, tarlası değerlenecek diye yol inşaatına sevinen yok mu? Savaşlara destek verenler sadece silah üreticileri mi? Kutusundan çıkıp çıkmayacağı, çıkarsa ne işe yarayacağı belirsiz S-400’lerin kaç okul ettiğini hesaplayan kim?
Bir yerdeki insanların sağlığından çalınarak sağlanan karların bir başka yerdeki insanların ölümü için harcanması üzerine kurulu bir dünya düzeni var. Son kırk yılın neoliberal azgınlığı ve küreselleşme, gezegenin her bir köşesinde ağır doğa tahribatı, acı ve yıkımla ilerledi. Fakat bu dönemin en ayırt edici karakteri, geniş kalabalıkları seri suçlara ortak etmek veya en azından onların rızasını sağlamakla ilgili geliştirdiği şeytani yöntemler. Kısa vadede daha fazla kazanmak için güvencesizliğe, geçici korunma karşılığında dizginlenemez sömürüye, sanal bir iyileşme için geri döndürülemez kayıplara, sınırlı ayrıcalık için derinleşen adaletsizliğe onay sağlanabildi. Ortak gelecek, insanlık değerleri, başkalarının hakkı, eşitlik, özgürlük ve adalet paranın soyutluğunda eritildi. Paraya çevrilerek anlatılan “fayda”, her şeyin üzerinden atlayabilen bir çeviklik kazandı. Paranın değişim değeri daha önce işe yaramadığı düşünülen –hiç olmazsa söylenen- bütün alanlara yayıldı. Parayla ölçülemeyecek (paraya çevrilemeyecek) bir şey kalmadığı anlatıldı. Kanaatler, hayaller bile yatırım enstrümanına dönüştü.
Termik santrallere takılacak filtrelerin kaybettirecekleri ile o bacalardan çıkan dumanların yok edeceklerini paraya çevirerek karşılaştırmanın kimin işine yarayacağı ortada. Ulusal çıkar için ekonomik fedakarlığın mermi fiyatına çevrilmesinde de benzer bir durum var. Bu argümanları kullananlar veya elverişli bulanların kendilerini soktukları durum için bir çok şey söylenebilir. Ancak bu akıl yürütmenin ikna edici olacağının düşünülmesinin daha önemli bir mesele olduğu ortada. Bu sözlerin, rüşvet teklif edilmiş bir memurdan beklendiği gibi, “sen bana ne söylediğinin farkında mısın?” cevabını almıyor olması ve sadece bu görüşleri ileri sürenlerin tuhaflığı olarak görülmesi eksik kalıyor. Alınacağı düşünülen rüşvet, alabileceği düşünülenlere teklif edilir. Dolayısıyla böyle bir teklifin karşısında takınılacak tutum da, öncelikle insanın kendisiyle ilgili algıya, sonra da bunun geçerli olacağı zemine dair. Ekonomiden çevreye, dış politikadan eğitime, kültürden bilime kadar hemen her alanda “fayda” meselesini başka türlü kurmaya soyunmadan gidilecek fazla yol yok galiba.