Sahiciliğin ne kadar uzağında, sahteliğin ne kadar yakınındayız? Artık mutlak aydınlık veya zifiri karanlık yok – aydınlık olanı karanlık olandan ayırt edebilen göz, gerçek olanı sahtesinden ayırt eden akıl ve izan var. Ancak sahte ile gerçeğin ayrımı da giderek zorlaşıyor.
Bazen bahar dallarına o pembe çiçeklerin gölgesi o denli sahici vuruyor ki, mevsimler bile sahtekarlık yapıyor; insanın içini ısıtan güneş ışınları yarım saat sonra yerini lapa lapa yağan kar tanelerine bırakıyor.
Hayatın her alanında var sahtelik... Dünya adeta sistematikleştirilmiş bir sahtelik deposu...
Sanat eserlerinden mücevherata, estetik mucizesi mimiksiz suratlara, insanlar-arası iletişime, sevgi sözcüklerine, destek mesajlarına, haber manşetlerine, sosyal medyanın gözdesi emojilere dek her şeyden sapır sapır “sahtelik”, “samimiyetsizlik” dökülüyor.
Hayatın içinde bir tutam gerçeklik payı, bir hakikat kırıntısı bulduğumuzda ise hemen teyit sitelerinden onu doğrulatmaya koşuyoruz. Sahteliğe o kadar alışmışız ki, bir şeyin doğrusuna inanasımız yok.
Bir de sahte doktorlar var... Canınızı emanet ettiğiniz, fikrine danıştığınız, ilaç yazdırdığınız, derin derin öksüren çocuğunuzun ciğerlerini dinlettiğiniz, iç kanama geçiren anneciğinizi emanet ettiğiniz gerçek doktorların karşısında, bir antitez olarak, sahte doktorlar... Bir hasta olarak diplomasını teyit etmenizin çoğu zaman imkânsız olduğu doktorlar...
Sahte doktorlar sadece son dönemde medyaya yansıyan tartışmalar ışığında Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında da yaygın. Tüm sahteliklerine rağmen oldukça “sahici”ler ve toplumun ta içindeler...
Kâh 1961 yılı yapımı Amerikan komedi-dram “The Great Impostor” filminde Tony Curtis’in canlandırdığı ABD’li meşhur dolandırıcı Ferdinand Waldo Demara (1921-1982) kılığında polis müdürlüğünden, rahipliğe, cerrahlığa, dişçiliğe dek birçok mesleği icra etmiş, hatta tıp kitapları yazmış bir insanda karşımıza çıkıyorlar; kâh hiçbir tıbbi bilgisi olmaksızın çalıntı bir hekim kimliğiyle girdiği ameliyathanede hastaya anestezi yapıp masum bir canla oynarken...
Kâh Frank Abagnale, Jr. gibi 16 yaşında bir havayolu şirketinin üniformasını çalıp pilot olduğunu iddia ettikten hemen sonra başka bir kimlikle de doktorluk yapmaya başlarken tanışıyoruz onlarla...
Bu işin “merkez üslerinden” Avustralya’da 2014-2019 yılları arasında 1303 kişi hakkında “sahte sağlık çalışanı” ihbarında bulunuldu ve bu doktorların çoğu da gizlice parçası oldukları hastanelerde hasta tedavi etmişti.
İçlerinden Raffaele Di Paolo isimli bir sahte hekim, jinekolog gibi davranarak 30 hasta üzerinde tuhaf “tedaviler” bile uygulamıştı. Bunlar arasında anesteziye başvurmaksızın testislerden meni çıkarmak için enjektör kullanmak veya tüp bebek tedavisi isteyen kadın hastaların eşlerine “eşinizin vajinasına ultrason mil yerleştirin” talimatı vermek bile vardı. Di Paolo, 2018 yılında on yıla yakın süreliğine hapse atılıp 28 bin doların üzerinde para cezasına çarptırılmıştı.
Benzer şekilde, Balaji Varatharaju da genç bir doktorun kimliğini kullanarak hekimmiş gibi davranmış, 400’ün üzerinde hastaya bakmış, 2012 yılında da foyası ortaya çıktığında 14 aylığına hapse atılmıştı. Kendini savunurken, “nice uzman hekimi cebimden çıkarırım” imasında bile bulunmuştu. Büründüğü sahte kimliği oldukça içselleştirmiş olsa gerek...
Hint asıllı Shyam Acharya ise, gerçek bir hekimin kimliğini çalıp Avustralya vatandaşlığı elde etmiş ve 11 yıl boyunca dört farklı hastanede çalışmıştı. Sahte doktor olduğu bundan ancak beş yıl önce beraber çalıştığı kişilerin kuşkularının artması üzerine anlaşılmıştı. Otuz bin dolarlık para cezasına çarptırılıp demir parmaklıkların ardına gönderilmişti.
İngiltere’de sahte diploma hazırlatıp başka bir doktorun kimliğini çaldıktan sonra iki yılda 3300’ün üzerinde hasta tedavi eden, onkolojiden kardiyolojiye, organ nakline dek birçok bölümde görev alan Gürcistan asıllı Levon Mkhitarian’ı da anmadan geçmeyelim. Kendisinin “sahteliği” 2015 yılı Temmuz ayında başka bir doktor adına güvenlik kartı almak üzere IT departmanına başvurduğunda ortaya çıkınca altı yıl hapis cezası almıştı.
İlginç bir örnek daha var: Kaliforniya’da Adam Litwin isimli 28 yaşındaki bir sahte hekim UCLA Tıp Merkezi’ne giriyor; 1990’ların sonunda altı ay boyunca kendisini cerrah olarak tanıtıyor; tıp merkezinin kafeteryasında öğle yemeklerini yiyor; komplike cerrahi işlemleri yaparken doktorları izlemesine izin veriliyor; sabahın 5.30’unda kliniğe gelip hasta vizitelerine katılıyor.
Ancak kendisinin doktor olmadığı kısa süre içerisinde ortaya çıkıyor; iki ay hapis cezasına ek olarak altı ay boyunca psikiyatrik destek alıyor. Ama ilginç bir gelişme oluyor: Bu “sahte deneyim” sonucunda aslında hekimliği yapabileceğini anlayıp üniversite sınavlarına giriyor ve tıp eğitimi alarak bu kez 47 yaşında “gerçek” hekim oluyor. “Çünkü bu benim rüyamdı” diyor. Gerçekten de henüz çocuk yaştan beri hayallerindeki tek mesleğin doktorluk olduğunu söylüyor yakın çevresi...
Türkiye’de ise yakın zamanda hepimizi şaşkınlığa sürükleyen ancak henüz ardındaki psiko-sosyal motivasyonların tam olarak gün yüzüne çıkmadığı iki olay birbiri ardı sıra yaşandı.
Yaşını büyük söyleyerek kendini pratisyen hekim olarak tanıtan, gözlemci olarak ameliyatlara girip dikiş atan, ailesini bile tıp fakültesini kazandığına inandıran, doktor olmayı kendine takıntı yapan, belki kendisi de buna inanan A.Ö. isimli 19 yaşındaki bir sahte doktor...
Skandal bununla da bitse iyi. Bu sahte doktor tutuklandıktan sonra yaptığı ihbar üzerine kendisini beyin cerrahı olarak tanıttığı iddia edilen, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan yeni bir sahte doktor daha ortaya çıktı.
Şu anda elimizdeki veriler temelinde, ruhsal sorunlarını gidermek için “sahte kimlik” üreten A.Ö.’nün durumunda uzun süreye yayılan sistematik bir yalan varken, herhangi bir maddi kazanç beklentisi bulunmuyor. “Maaş almış olsaydı, paraya heves etti derdim. Ama bu da yok” diyen annesinin açıklamaları da bunu teyit eder nitelikte.
Ailesine “Çapa’yı tutturmuşum” diye yalan söyleyecek, fakülte kimliği bastıracak, haftada iki gün nöbete kaldığını söyleyecek, hastaneye doğum gününde “Çapa’nın gururu, seni seviyoruz” yazılı çelenk yollatacak kadar da hakikatle ilişkisi bozulmuş.
Sahte hekimleri bu yönde hareket etmeye iten genel sebepleri irdeleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden psikiyatri profesörü Selçuk Candansayar, genel anlamda sahte hekimliğe dair iki motivasyon olduğunu, patolojik yalancılıkta kişinin kendisiyle ilgili olarak dış dünyaya sürekli yalan bilgiler vererek ruhsal doyum elde etme peşinde olduğunu, diğer tür sahteciliklerde ise maddi kazanç amacı güdüldüğünü belirtiyor.
“Her ne olursa olsun, bu genç kızın sosyal medya üzerinden linç edilmemesi gerekiyor,” diye ekliyor Prof. Candansayar.
Dolayısıyla, bu ve benzeri haberlerin veriliş tarzında medya dilinde de sorumlu olmalıyız.
Ama bir yandan da bazı gazetecilerin bu sahteciliği “bir ergenin kimseye zarar vermeyen yalanı gözüme pembe değil pespembe görünüyor” diyerek idealize etmesi de eşit derecede tehlikeli. Zira sözümona “pespembe” sahteciliklerle başka bir “ergenin” de “yanıp tutuştuğu” hekimlik uğruna insan canıyla oynamasına kapı aralayan, suçu hafifletici bir medya dilinden sakınmalı.
Ayrıca her ne kadar çok ses getirse de, Çorlu’da yaşanan bu olay ilk de değil.
İki sene önce de bir güzellik merkezinde kendisini doktor olarak tanıtan ancak aslen Tekirdağ’da kuaförlük yapan bir sahte hekime botoks yaptırmak isterken bir kadın kör olma tehlikesi geçirmiş; bir başka kadın da kalça dolgusu yaptırmak isterken ameliyat ruhsatı olmayan güzellik merkezindeki işlemden bir gün sonra hayatını kaybetmişti.
Nietzsche’ye Böyle Buyurdu Zerdüşt’te, “'Her şey sahte!' diye bağıracaksın günün birinde…” cümlesini yazdıran bir ekosistem bu adeta...
Peki neden? İnsanların “doktorculuk” oynama konusundaki bu inadını nasıl açıklayabiliriz? Tek açıklama olarak, “Yanlış hayat, doğru yaşanmaz” mı diyeceğiz?
Yanıt, bu sahtecilik eylemine dahil olanların bu işten maddi kazanç elde etme niyetinde olup olmadığına bağlı olarak değişiyor.
“Maddi kazanç” amaçlı yapılan bu sahtecilik, para, iktidar ve prestij amaçlı olabiliyor ve burada ahlaki-hukuki bir sorun ortaya çıkıyor. Sahte diplomalar basılıyor, sahte kimlik kartları üretiliyor; bilimle yakından uzaktan alakası olmayan ilaçlarla kanser tedavi edilmeye çalışılıyor; sahte bir hekimlik kimliğiyle maddi kazanç uğruna insan canı oyuncak ediliyor.
Ayrıca karşısındaki kitlenin bir kısmının da sağlık konularındaki bilinçsizliği, bu sahtekarlık iklimini adeta palazlandırıyor. Sağlık okur-yazarlığının bu denli zayıf olduğu bir ülkede kulaktan dolma bilgilerle sahte doktorlar tarafından kandırılmak o kadar basit ki!
Öte yandan, işin “manevi kazanç” boyutu da var. Bazı durumlarda, ailesini etkilemek isteyen, kendisine vaktiyle yeterince şefkat sözcüğü söylenmemiş veya omuzlarına çok büyük hedefler yüklenmiş bir genç de böyle bir oyun planının parçası olabiliyor.
Birçok ameliyat “ekip çalışması” olduğu için, hatasının veya bilgi eksikliğinin başka biri tarafından telafi edileceğinin farkında olan kişinin macera ararken sergilediği rahatlık da cabası...
Diğer yandan, akademik kadrolara atanmalarda liyakat sisteminin zedelenmesi, yazılı sınavda en başarılı olanların mülakatlarda siyasi veya ideolojik sebeplerle elenmesi gibi gerekçeler de kişileri belgelerde sahteciliğe yöneltiyor.
“Türkiye, sahte bilimsel araştırmalarda Hindistan ve Nijerya’dan sonra üçüncü sırada. Doktora tezleri alenen şirketlere yazdırılıyor. ‘Doçent olmaya zamanınız mı yok, yoksa nasıl olunacağını bilmiyor musunuz?’ sloganlı reklamlarda sahte doktora tezleri hazırlanıp kişi doktorluğa hazır olmaksızın iş görmeleri kolaylaştırılıyor ve bu süreci de cezasızlık algısı besliyor,” diye açıklıyor Candansayar.
Örneğin kendisini kraliyet ailesinin doktoruymuş gibi tanıtan Joseph Valadakis isimli bir sahte hekimin İngiltere’de “balina spermi” katkılı masaj için 2000 sterlin istediği örnekler gündeme gelince, 2015 yılında kendisinin herhangi bir tıp belgesi olmadığı anlaşılmış ve dört yıllığına hapse atılmıştı.
Bir başka örnekte ise, hiçbir tıbbi eğitimi olmamasına rağmen hastalarına sahte “Demans” teşhisi koyan bir sahte hekim de, kimi hastalarının depresyona girip intihar etmelerine, işlerinden ayrılmalarına, vasiyetlerini yazmalarına yol açmıştı. Oysa hastalarının hiçbirinde Demans veya Alzheimer bulgusuna rastlanmamıştı ve normal şartlar altında daha önlerinde uzun bir ömür vardı.
Psikolojik bozukluklar sonucu kendisini hekim gibi tanıtan iflah olmaz bir yalancıyı bu şekilde hareket etmeye iten sebepler arasında; değersizlik hissi, toplumda itibar, saygınlık, otorite ve güç arayışı olabilir.
Zaten kendisinden memnun olmayan kişi, daha “prestijli” gördüğü sahte bir persona ile bu durumu telafi etmeye çalışıyor olabilir.
İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung’un yaklaşımına kulak verirsek, persona, dünyaya uyum sağlamamız ve toplumda yer edinebilmemiz için taktığımız bir “sosyal maske”, dış dünyanın görmesini istediğimiz yüzümüz, tepki çekmemek, ailenin “hayırlı evladı”, sınıfın “başarılı öğrencisi”, mesleğin “parlak genci” gibi görünmek için üstümüze geçirdiğimiz kostüm...
Persona öyle bir kılıf ki, bazen gerçek kişilikle iç içe geçebiliyor. Kişi kendini bir persona’sına, yani kurguladığı role fazla kaptırdığında kendine bile yabancılaşıp bir hayal dünyasına kapılabiliyor, kendi gerçekliğinden dahi kopabiliyor.
Anti-sosyal kişilik bozukluğundan narsisizme, empati yoksunluğundan psikopatlığa dek birçok hastalık da bu kişilere eşlik edebiliyor. Kişi sahte benlik geliştirdiğinde, nasıl olması gerektiğiyle ilgilenmeye başlıyor. Gerçek-dışı bir benlikle, kendisinden olması beklenen veya çok özendiği kişi şeklinde yaşamını sürdürüyor.
“Doktorluk halen statü olarak çok yüksek bir meslek. O yüzden de sahtecilikte en çok başvurulan alan. Ayrıca insanların her şeye rağmen halen edinmeyi en çok istedikleri mesleklerden biri. Sistemdeki denetimsizlik alanları da bu tür sahtecilik girişimlerine açık hale geliyor,” diye anlatıyor Candansayar.
Sahte hekim bir kahraman gibi, önemli biri gibi görülmek, başka kimliklerin görünmezliğine karşın hekimliğin “can kurtaran” boyutunu kullanmak istiyor. Böylesi “kurtarıcı” profile erişmek için elinde sahtecilik dışında bir araç olmadığını düşünüyor.
Bu konu özelinde görüşlerine başvurduğum psikiyatrist-psikoterapist Dr. Agah Aydın, yasal olarak lisans gerektiren bir meslek olan doktorluktaki sahteciliği “ölüm ve hastalık karşısında çaresiz hisseden insan yavrusu için hekimler ve hekimlik kaçınılması güç bir ihtiyaç ve bir teselli aracı iken, güç istenci içinde olan kişiler için arzu edilen bir konum olmuştur hep” şeklinde açıklıyor.
Aydın’a göre, hekimliğe tarih boyunca kutsiyet atfedilmesi, “bataklık sinekleri” için çekici bir konum olmuş.
“Tam da bu nedenle şarlatanlar tarih boyunca olmuştur, olmaya da devam edecek gibi görünüyor,” diyor.
“Şarlatanlık” ile kast edilen; hekimlik açısından herhangi bir eğitim ve lisansı olmamasına rağmen hekimlik yapan, tedaviler uygulayan, ilaç veren, bu şekilde de suç işleyen sahtekarların eylemi.
“Yani şarlatanlık bir suçtur ve en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Aksi halde hasta, çaresiz ve masum insanlar zarar görür,” diyor Aydın.
Tıp dünyasındaki bu sahtecilik, zaten “giderlerse gitsinler” söylemleriyle birçok çevrede “ötekileştirilmiş” olan hekimlik mesleğinin güvenilirliğine zarar verirken, doktorlar ile hastalar arasındaki özel güven ilişkisini de zedeliyor.
Ve toplumdaki çürüme, sahteleşme ve hakikatten kopma hali, sağlık sektörüne de kanser hücresi gibi yayılıyor. Bütün renkleri, bütün sahiciliği, bütün saflığı ve güveni hızla kirletene dek...