Her suçun altında, daha büyük bir suç vardır!

Bart Layton, gerçek suç hikâyelerini nefes kesen, seyircide önce gerilim sonra katarsis yaratan olay örgüleri olarak ele almak yerine, suçun arkasındaki daha büyük anlatıya odaklanan yapımlarıyla dikkat çekiyor. Sanki “her suçun altında daha büyük bir suç vardır” dercesine bireysel eylemlerin nedenlerini toplumsalın içinde bulmaya çalışıyor. “Amerikan Soygunu”, “Hayat Avcısı” kadar şaşırtıcı olmasa da merakla izlenen, seyircinin ilgisini toplamayı başaran bir yapım.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Daha çok televizyon için yaptığı belgesellerle kariyerini inşa eden Bart Layton’un 2012 yılında izleyenleri şaşkına çeviren bir filmle dikkat çekmişti. “Hayat Avcısı” (The Imposter), kelimenin gerçek anlamıyla ‘akıl almaz’ bir dolandırıcılık hikâyesini, polisiye bir kurguyla ve birçok soruyla birlikte anlatıyordu. 1994 yılında kaybolan bir çocuğun üç yıl sonra İspanya’da bulunuşu ve ABD’ye ailesinin yanına gelişiyle açılan film, çocuğun sahtekar olması bir yana ailenin de birçok sırrının olduğunu hissettiğimiz garip bir hal alıyordu.

Bart Layton, bu filmde belgesel görüntülerini bolca kullanıyordu kullanmasına ama kurmacayı aratmayacak bir ustalıkla da bazı sahneleri yeniden canlandırıyor ve bir tür melez anlatı inşa ediyordu. Aradan altı yıl geçtikten sonra benzer bir teknikle ve yine bir suç hikayesiyle çıktı seyircinin karşısına, bizim salonlarımızda kendisine yer bulması biraz gecikse de “Amerikan Soygunu” (American Animals) yılın dikkat çekici yapımlarından biri olmaya aday.

Film üniversite öğrencisi dört arkadaşın Amerika tarihindeki en büyük sanat hırsızlıklarından birisini gerçekleştirme sürecini anlatıyor. Spencer Reinhard, Warren Lipka, Eric Borsuk ve Chas Alle 2004 yılında Transilvanya Üniversitesi Kütüphanesi’nin özel bir odasında bulunan milyon dolarlar değerindeki tarihi kitapları almak için bir soygun gerçekleştirmişti. Film, tıpkı “Hayat Avcısı”nda olduğu gibi bir yandan soygunun gerçek kahramanları da dahil olmak üzere dönemin gerçek kişileriyle konuşurken, diğer yandan profesyonel oyuncular eşliğinde soyguna giden süreci ve sonrasını kurmaca bir hikayenin parçası haline getiriyor.

Film Darwin’in “Biz o Amerikan hayvanları olmalıydık. Adım adım nesiller boyu başarılı bir şekilde dış dünyadan Kentucky'nin derin ve girintili mağaralarına göç eden” sözüyle açılıyor. Tersinden bir uygarlık tarifi gibi. Ve bir bakıma hikayeyi de bu sözün üzerine inşa ediyor. En iyilerinden olmasa da fena sayılmayan üniversitelerde okuyan, kendilerine göre ergenlik sorunları yaşasalar da ortalama bir Amerikalı gençten farkları olmayan, değişik sınıflara mensup dört gencin bir anda zengin olma hayaline kapılıp bütün hayatlarını alt üst etmelerine neden olan motivasyonu arıyor bir bakıma Bart Layton.

Spencer’ın rutin bir okul tanıtım gezisinde bu tarihi kitaplardan Warren’a bahsetmesi, onun motivasyonuyla böyle bir plan yapılması, Spencer ve Chas’ın kadroya dahil edilmesi, “Rezervuar Köpekleri”ndeki gibi işin tereyağından kıl çeker gibi halledileceği yanılgısına giden yol nasıl döşeniyor. Kaldı ki belki de sorun “Rezervuar Köpekleri”ni yanlış anlamaktan kaynaklanıyor, çünkü orada işler hiç de yolunda gitmiyordu. Bart Layton, Amerikan popüler kültürünün, köşe dönme idealinin gerçek hayattaki iz düşümünü takip ediyor bir bakıma bu gençlerin yaptığı eylem üzerinden. Onları yargılamadan, birçok yaşıtlarına göre iyi koşullarda olmalarına rağmen gelecekleri konusundaki karamsarlıklarını, okullarını bitirseler bile bunun bir anlamı olmayacağına dair inançlarını anlamaya da çalışıyor.

Gençlerin aileleri ve öğretmenleriyle yapılan görüşmelerde onların gayet ‘sıradan’ birer Amerikalı olduğunu öğreniyoruz. Nedir her sıradan Amerikalının gönlünde yatan. Hep daha çok kazanan birilerinin olduğu gerçeği mi, ülkenin kolay yoldan çok para kazanmak için sunduğu fırsatların cazibesi mi? Bart Layton, bir yandan filmin kurgusal hikayesiyle bu soruların peşinden giderken, oradan geçen on küsur yıldan sonra yaptıkları eylemin sonuçlarıyla yüzleşen ‘gerçek’ gençlerin anlattıkları ise bambaşka bir Amerika tarif ediyor. Giriştikleri eylemin saçmalığı ve umutsuzluğundan çok kafalarında yarattıkları gerçeklik algısıyla, karşılaştıkları gerçekliğin arasındaki uçurum şaşırtıcı olan örneğin…

“Hayat Avcısı”nda kurmaca sahneler ile gerçek insanlar arasındaki fark, olayın gizemini daha da artıran, cevaplardan çok sorular üreten bir anlatının inşa edilmesini sağlamıştı. Amerika’ya gelen gencin suçlu göstererek başlayan hikaye, ailenin bir türlü kapatamadığı açıkları, tatmin edici olmayan cevaplarıyla bambaşka bir yöne doğru sürüklenmişti. Ama burada tam tersi oluyor. Yönetmenin kurgusal alanda sorduğu soruların cevaplarının büyük bir kısmını gerçek karakterler cevaplıyorlar. Bu bakımdan buradaki ‘kurgu’ ve ‘gerçek’ ilişkisi hikayenin çelişkilerini artırmaktan çok ortadan kaldırmaya, birbirini tamamlamaya yarıyor. Kurmaca alan hikayedeki açıkları kapatırken, gerçek karakterler kurmacanın boşluğunu dolduruyor bir bakıma.

Bart Layton, gerçek suç hikâyelerini nefes kesen, seyircide önce gerilim sonra katarsis yaratan olay örgüleri olarak ele almak yerine, suçun arkasındaki daha büyük anlatıya odaklanan yapımlarıyla dikkat çekiyor. Sanki “her suçun altında daha büyük bir suç vardır” dercesine bireysel eylemlerin nedenlerini toplumsalın içinde bulmaya çalışıyor. “Amerikan Soygunu”, “Hayat Avcısı” kadar şaşırtıcı olmasa da merakla izlenen, seyircinin ilgisini toplamayı başaran bir yapım.

ORİJİNAL ADI: American Animals

YÖNETMEN: Bart Layton

OYUNCULAR: Spencer Reinhard, Warren Lipka, Eric Borsuk, Chas Allen, Evan Peters, Blake Jenner, Barry Keoghan, Jared Abrahamson

YAPIM: 2018 ABD

SÜRE: 117 dk.

Tüm yazılarını göster