Her taksi bir dünya

Malum seçimlere az kaldı. Bu aralar, taksiye her bindiğimde, küçük bir “nerelisin”, “yaş kaç”, “evli misin”, “çocuk var mı?", “Allah bağışlasın” sohbeti sonrası, eğer ortam da uygunsa, temkinli bir şekilde, “E, seçimler ne olacak, kime oy vereceksiniz, ancak özel ise bu konuyu hiç açmayabilirim” sözleriyle muhabbete başladım.

Hakkı Yırtıcı hyirtici@gazeteduvar.com.tr

Seçimlere bir haftadan az kaldı. Haliyle herkes siyaset konuşuyor. Altı taksi, altı ayrı dünya ve her biri ile yaptığım sohbet, nasıl baktıkları, ne düşündükleri üzerine...

Ancak önce babam.

Bu yazı, Babalar Günü'nde yazıldı. Belki de ondandır, taksicilerden önce babam hakkında yazmam.

Babam, 78 yaşında emekli devlet memuru. Sürekli (hele de kışın) ek doğal gaz faturalarından dolayı ay sonunu getirememekten yakınır. Yıllarca çalıştı, beni ve kardeşimi okuttu, emekli ikramiyesi ile en büyük hayalini gerçekleştirdi, bir ev satın alabildi. Şimdi üç ayda bir aldığı emekli maaşı ile ucu ucuna yaşıyor, kendisinden kötü durumda olanların haline bakarak, “en azından bizim başımızı sokacağımız bir evimiz var” diyerek, haline şükrediyor.

Bütün gün televizyon karşısında, her gün aynı haberler, aynı diziler. Hava güzel olur ve üşenmezse yakındaki kıraathaneye gidiyor, kendi gibi emeklilerle çayına iskambil, bir lira fazla, iki lira az verdim hesabı.

Baba ile ne konuşulur? “İyiyim, iş yerinde her şey normal, peki, senin sağlığın nasıl?”

Son zamanlarda bir de buna siyaset eklendi. Geçenlerde, “İnce’yi çok beğeniyorum, lafını hiç sakınmıyor. Fakat Erdoğan gibi, bir sözü ile bütün dünya liderlerini toplayacak gücü onda göremiyorum” deyiverdi.

Bunu söyleyen, 1967 yılında bir devlet bankasında muhasebeci olarak işe başlamış, devlet onun için CHP demek olan ve oyunu hep CHP’ye vermiş bir insandı.

Erdoğan ile ilgili sözlerine şaşkınlıkla bakakaldım. Emekli olunca hem bir evi hem bir yazlığı olacağı, yaşlılığında para sorunu yaşamayacağı, gerekirse bizlerin ona bakacağı (ner’de?) hayallerini çocukluğum boyunca dinlemiştim Ama onun tabiriyle “o güzel günler” hiç gelmedi. Hayallerin yerini rutin, ara sıra dile getirdiği bir iç sıkıntısı ve halen zorluklarla dolu bir hayat aldı.

Sesimi çıkarmadım.

Hayatı banka içi entrikalar, tayinler ve her tayin sonrası bir terfi ile geçmiş ve nihayet banka müdürü olmuş, ardından emekliliğinde ne yapacağını şaşırmış birinden bahsediyorum. Ne düşünürse düşünsün, kimi kim ile mukayese ederse etsin, eski Türkiye’nin devlet memuru alışkanlığı ile her zamanki gibi CHP’ye oy vereceğini biliyorum. Ama yine de söyledikleri beni düşündürttü. Belki de Erdoğan ona, çok gerilerde kalmış, bir emri ile tüm şube personelini karşısına dizdiği eski müdürlük günlerini hatırlatıyordu, kim bilir?

Gelelim taksilere:

Taksiler, 20 – 30 dakikalığına tanımadığınız, daha önce hiç görmediğiniz birisine misafir olduğumuz mobil evlerdir. Ne kadar aynı gibi görünseler de, dikkatli bakarsanız, hepsi ayrı birer dünyadır.

Bu aralar, bir vesile ile taksiye sık binmem gerekti. Tercihim arka koltuktur. Binmeden önce taksiciyi şöyle bir süzerim, genelleme olacak ama orta yaş üzerindekiler daha makul sürüyor, kurallara uyuyor, her kural ihlal edenin arkasından sinkaflı bir küfür savurmuyor, olsa olsa en fazlasından homurdanlanmakla yetiniyorlar.

Ardından (meslek alışkanlığı olsa gerek) içi bakımlı ve temiz mi, sağa sola hangi anlamlı sözler, semboller yapıştırılmış, dikiz aynasından ne sarkıyor, bütün gün içinde bulunulan bu uzay kapsülü benzeri yer ile nasıl bir ilişki kurulmuş, hemen dikkatimi çeker. Dedim ya, her taksi bir dünya, taksiyi kuranın dünyası.

Malum seçimlere az kaldı. Bu aralar, taksiye her bindiğimde, küçük bir “nerelisin”, “yaş kaç”, “evli misin”, “çocuk var mı?", “Allah bağışlasın” sohbeti sonrası, eğer ortam da uygunsa, temkinli bir şekilde, “E, seçimler ne olacak, kime oy vereceksiniz, ancak özel ise bu konuyu hiç açmayabilirim” sözleriyle muhabbete başladım.

Hiç “Hayır” cevabı almadım, herkes konuşmaya çok hevesliydi.

TAKSİ NO 1:

Aksanından, Güneydoğu Bölgesi’nden olduğu hemen belliydi. Evet, Diyarbakırlı ve Kürt’tü. Oyu, Erdoğan ve AKP’ye (Kim demiş, her Kürt HDP’li olacak diye.).

Çoluk, çocuk vs. kısmını atlayalım, diyaloğun özeti şöyleydi:

- Neden AKP?

- Eskiden karşıdan bu tarafa geçmek saatlerimi alırdı. Geçen gün, karşıdan bir müşteri aldım, köprü trafiğine bulaşmadan, Avrasya Tüneli’nden, yarım saatte havalanına vardım.

Daha önemlisi, çocuğunun (şimdi adını hatırlayamadığım) nadir rastlanır bir hastalığı vardı ve daha önce ilacın parasını devlet ödemiyormuş (cidden yüksek bir rakamdı); AKP hükümeti ise ödüyormuş.

Gündelik hayatında iki önemli değişiklik; daha ötesinin bir önemi yoktu.

TAKSİ NO 2:

En kısa diyalog:

- Evet, Erdoğan’ın da kendince kusurları var, ama “Allah” kelimesi en çok onun ağzına yakışıyor.

Sustum, cep telefonumla ilgilenmeye başladım.

TAKSİ NO 3: 

Şen şakrak bir taksici, ondan bundan, her konu hakkında gevezelik ediyor, benden çok konuştuğu ise kesin.

Bitlisliymiş.

Merakla, “Oralar nasıl, neler oluyor oralarda?” diye sordum.

“En son barış sürecinde gittim, dağa çıktım” dedi.

Dondum kaldım. “Dağa çıkmak?” Aklıma tek bir şey geldi.

Meğer dağlarının havasını, suyunu özlemiş, memleket hasreti çekiyormuş; bir daha da gitmek kısmet olmamış. İnerken, arkamdan “Bir oy HDP’ye, bir oy Demirtaş’a” dedi, gülerek.

TAKSİ NO 4:

Taksici koyu MHP’li. Aslında Erdoğan’ı beğenmediğini, şimdiye kadar ona hiç oy vermediğini söyledi. Ardından uzun uzun İnce hakkında konuştuk. İlgisini çekmiş ve konuşmalarını dikkatle izliyormuş.

- O zaman milletvekili seçimlerinde MHP’ye, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde niye İnce’ye vermiyorsun?

- Olmaz, Bahçeli böyle istiyor.

Yine, cep telefonu imdadıma yetişti.

TAKSİ NO 5: 

Ben muhabbeti açmadan, siyasi konulara giren tek taksici. Yıllarca, Kılıçdaroğlu’na rağmen, alternatifi olmadığı için CHP’ye oy verdiğinden bahsetti. Bu, CHP ile ilgili çevremden en çok duyduğum söz “– rağmen”.

Ama İnce, onu heyecanlandırmış, umut dolu. “Bu sefer olacak” diyor.

“Eğer HDP milletvekilliği seçimlerinde, barajı aşamazsa, tüm milletvekillerinin AKP’ye geçecek ve bu seçimlerde sadece duygusal olmamalı, matematiği de gözetmeli” dedim. Sanki ilk defa duyuyordu, aldırmadı, kararını çoktan vermişti.

TAKSİ NO 6: 

Karşılaştığım en ilginç taksici idi. Kollarında tuhaf şekilli dövmeler ve Türk bayrağı, tam ensesinde ise bir tuğra dövmesi. Hemen damgalayacağım (hem de kelimenin tam anlamıyla), milliyetçi ve muhafazakar diye. Ama sol bileğinde, çeşitli renklerde, sarı, turuncu, mavi, yeşil, kırmızı bilezikler, çeşit çeşit yüzükler ve dinlediği ilginç müzik. Kendi dünyasında, pek öyle sohbet etmeye de niyeti yok.

Müzikten yakaladım.

- Çalan radyo mu, FG?

Kendi müziğini yapıyormuş ve evde DJ seti varmış. Ben de minimal techno müzik seven biri olarak müzikten bahsettik. Zamanında Bodrum’da ve İstanbul’da kimi mekanlarda çalmış ama sonra o hayattan (onun deyişiyle, karıdan – kızdan, uyuşturucudan) sıkılmış. Artık evde, kendi müziğini yapıp, sadece kendi dinliyormuş.

Fazla siyasetten konuşamadık, tek dediği şu oldu:

- Oy kullanmayacağım, hep aynı yüzler, yaşlandılar, yenileri lazım.

SONUÇ YERİNE NİYET

Kuşkusuz burada yazdıklarım Türkiye ortalaması olamaz ve bir anket değil, sadece tesadüfen bindiğim altı taksi. Ama muhabbetin doğallığı içinde, birinci elden, kimin ne düşündüğünün bilgisinin tadı farklı oluyor.

Kimseyi, herhangi bir şeye ikna etmeye çalışmadım, sadece merak ettim, diğerleri ne düşünüyor, hayata nasıl bakıyorlar diye, o kısacık sürede.

Taksiden inerken, her defasında, hepsine aynı sözü tekrarladım.

“Bu ülke çok yoruldu, hepimizin artık acil huzura ihtiyacı var.”

Hepsi de beni yürekten onayladı. Herkes sadece huzur içinde yaşamak ve ekmek parasını kazanmak istiyordu.

Tüm yazılarını göster