“Kış aylarında yağış miktarlarının beklenenin altında kaldığı İstanbul'da barajların doluluk oranları yaz sıcaklarıyla birlikte düşmeye devam ediyor. Yüzde 30'un altına gerileyen doluluk oranlarının ardından İSKİ'den tasarruf çağrısı geldi.” İBB de benzer bir ‘duyarlılık’ ile 28 Ağustos’ta, “su tüketimini azaltmak amacıyla İstanbul’daki bahçe ve peyzaj sulama aboneliklerini geçici olarak durdurduğunu” açıklamıştı.
Oysa aynı İSKİ, Şubat ayında “İstanbul’da kısa vadede susuzluk riski olmadığını vurguluyordu”.
Neredeyse ülkenin tamamında ama özellikle İstanbul’da, senelerdir her yazı, susuz kalma korkusuyla yaşıyoruz. Sık sık barajların doluluk oranları açıklanıyor, suyun nasıl hızla geri çekildiğini görüntülerle kanıtlayan haberler yayınlanıyor. Bizler de yakinen “takip ediyoruz”. Ve hep birlikte bekliyoruz; susuz kalacağımız günleri…
Çünkü hafızalarımızdaki korkular hala taze! İstanbul’a taşınan su tankerleri, büyük şehirlerdeki su kesintileri, su üzerinden yapılan siyasi propagandalar, hesaplar ve tasarruf yapmak için geliştirilen her türden “zihni sinir” projeler. (Zihni sinir proje deyince Melih Gökçek’i anmadan geçmek olmaz elbette. Başkentin Belediye Başkanı, şehrin su sorunu çözmek için herkese “kova içinde” duş almasını önermişti, hatırlarsanız. Bunu önerdiğinde 13 yıldır Ankara’yı yönetiyordu.)
SUSUZLUĞUN SUÇLUSU
Peki, susuz kalacak olmamızın asıl sorumlusu/suçlusu kim? Elbette, baş müsebbibi biliyoruz; küresel iklim değişikliği. İkincisini de biliyoruz; bizler, yani suyu bilinçsiz tüketen, değerini bilmeyen ve tasarruf yapmayan bizler, bizler…
“İklim değişikliği yüzünden havanın dengesinin bozulması aşırı hava olaylarına, su mevcudiyetinin öngörülememesine, su kıtlığının şiddetlenmesine ve su kaynaklarının kirlenmesine neden oluyor.” (Unicef). İklimin neden değiştiğini sorgulamayın sadece bilin ve sonuçlarına katlanmak için önlem alın!
Tasarruf!? Tasarruf yapmayan vatan hainidir, sadece vatan haini değil, yeryüzünün katlinden sorumludur. Gökçek kadar zihni sinir olmanıza gerek yok, o kadar çok yol var ki tasarruf için. (Çünkü olması gereken insan davranışları, bir türlü yerleşmemiş toplum/aile/birey yaşantımıza). Diş fırçalarken ya da tıraş olurken suyu boşa akıtmamak, damlatan her musluğun ya da boşa sızıntı yapan her rezervuar tankının contasını değiştirmek, her gün araba yıkamamak, elde bulaşık/çamaşır yıkamamak(1), "Gelin hamamı" süreli duşlardan vazgeçmek, v.s. v.s. Hatta Zafer Arapkirli gibi yapıp “hızla solmaya başlayan balkon çiçeklerine artık su verme”mek. Unutma, susuz kalırsak, bu senin suçun! (Tıpkı orman yangınlarında olduğu gibi). Unutmaman gereken bir şey daha var; itibardan tasarruf olmayacağı gibi dini vecibelerden de tasarruf olmaz, sakın sorgulama! Ne kadar susuzluk tehlikesi olursa olsun hiçbir cemaat ya da tarikat yöneticisi ve elbette Diyanet İşleri Başkanı, teyemmümü(2) aklına getirmez. Biz, yine de bir hesap yapalım; Ali Erbaş çıkıp “ülkemizin yaşadığı susuzluk tehlikesine önlem almak ve dikkat çekmek için (çok değil) sadece bir Cuma namazını teyemmüm ile kılacağız” dese ne kadar su tasarruf edilmiş olurdu?
Tarım Orman Bakanlığı verilerine göre, yıllık su tüketimi 54 milyar metreküp olan ülkemizde, bu suyun 40 milyar metreküpü (yüzde 74) tarımsal sulamada, 7 milyar metreküpü (yüzde 13) sanayide ve yine 7 milyar metreküpü de (yüzde 13) içme-kullanma ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılıyor. Yani planlamanın, teknoloji kullanımının ve tasarrufun asıl yapılması gereken yerler; tarımsal sulama ve sanayi.
Ama olsun asıl suç demokratların, solcuların. Önlem alması, tasarruf yapması gereken onlar. Öyle ya solcular hem daha bilinçli hem de toplumun yararını her şeyden önde tutarlar. İlk görev onların, cephenin en önüne! Ekstra bir görevleri daha mevcut; AKP’nin elinden alınmasına yardım ettikleri CHP’li belediyeleri savunmak, özellikle İstanbul’u. Çünkü AKP’liler, İmamoğlu’nu alaşağı etmek için evlerindeki muslukları bütün gün açık bırakıyorlar, İstanbul’un suyu bitsin, İmamoğlu başarısız görünsün. Çiçek sulayanlar AKP’lidir…
SİSTEMİ DEĞİŞTİRMEDEN ÇÖZERİZ, EVELALLAH
Susuz kalmamak için tasarruf yapmanın yanında yöneticilere de “iş koşanlar” mevcut elbette. Zaten asıl yapılması gereken de bu değil mi? Sorunları halk çözecekse yöneticilere niye ihtiyaç olsun ki…
Peki, yöneticilere iş buyuranların önerileri, susuz kalmayı kalıcı bir şekilde önleyecek önlemler mi yoksa palyatif ve asıl çözümün görülmesini engelleyecek önlemler mi?
Doğrucu Davut Fatih Altaylı’ya baş vuralım. İSKİ’nin “susuzluk tehlikesine karşı vatandaşları dikkatli olmaya davet etmesini” yeterli bulmamış Altaylı ve “aslında bu bir davetten çok bir 'yasaklar listesi' olmalıydı. Oto yıkamalar bir süreliğine durdurulmalı, bahçe sulamaları sınırlandırılmalı ve yüksek tüketime dönemsel olarak 'çok yüksek fiyat' uygulamasına geçilmeliydi”. Ama Altaylı’ya göre bunlar da “gerçek tedbir” değil; “Asıl mesele kent planlamasıdır”. Kent planlamasından anladığı ise “kentlerin bitki örtüsünü kentin su kaynakları ve iklimi ile paralel hale getirmek”. Yani “kaktüs benzeri nebatlar, çim benzeri örtücü bitkiler ve bodur veya uzun ağaçlar”. İBB yeter ki bunları yapsın, su sorunu çözülür.
Ama “gerçek kapitalistler”in daha “albeni”li çözümleri mevcut! Finish temizlik şirketinin bağlı olduğu Reckitt Benckiser'ın (RB) Başkan Yardımcısı Fabrice Beaulieu, çok önemli bir tespitte bulunuyor; “Dünyada ortalama su tüketimi günde kişi başı 80 litre, Türkiye'de ise kişi başı 190 litre su tüketiliyor”. Ve ekliyor yardımcı; “ “BizB olarak Türkiye’ye yardımcı olmak istiyoruz”, “bulaşık makinelerinizde bizim ürünlerimizi kullandığınızda sudan geçirmeye ihtiyacınız yok”. Alın size gerçek tespit, gerçek çözüm; dünya ortalamasının iki katından fazla su kullanmamızın nedeni, bulaşık makinelerinizde Finish kullanmamanız!
BELKİ DE GERÇEK ÇÖZÜM…
Bu kadar karmaşanın, kafa karışıklığının ve hatta taammüden hedef şaşırtmanın içerisinde sağlıklı çözüm yolları bulunabilir mi? Elbette bulunabilir.
İlk olarak; yöneticilerimizi sorgulamak gerekir herhalde!
Mesela İstanbul’dan bir örnek!
Yıl 1990. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Sosyal Demokrat Halkçı Partili (SHP) Belediye Başkanı Nurettin Sözen, su sorunun çözümü için oturdukları masadan, "Büyük İstanbul Su Temini Projesi"yle kalktılar.
Proje, Düzce ve Sakarya illerini birbirinden ayıran Büyük Melen Çayı üzerine yapılacak barajla İstanbul'a su taşımayı, şehrin Bizans'tan beri devam eden su sorununa son noktayı koymayı hedefliyordu. Ve 15 Ağustos 1990'da Bakanlar Kurulu, projenin yapılması için karar bile aldı.
Barajın hizmete açılmasıyla yılda 1 milyar 77 milyon metreküp su teminiyle İstanbul'un su ihtiyacı 2071'e kadar karşılanacaktı. (İSKİ, İstanbul'a 2021'de verilen toplam su miktarını 1 milyar 74 milyon metreküp olarak açıkladı).
Bu projenin 33 yıldır tamamlanmamasının sorumlusu kimdir?
Su havzalarının koruma kararlarını kaldırarak sanayiye, yerleşime, sözde turizme açan kim? Ve İstanbul’un en önemli su kaynaklarını yok edecek Kanal İstanbul’un sorumlusu kimdir, diye ek yapalım.
***
Siyasi iktidarı sorgulamak, sorumlu tutmak yetmez elbette, bir de neyin, nasıl yapılacağını “önermek” gerekli. (Solcular eleştirmekten başka bir şey yapmıyor ya).
Aslında gerçek veri ve gerçek çözüm önerisi yazının içerisinde mevcut!
Ne diyordu Finish’in Başkan Yardımcısı; “Dünyada ortalama su tüketimi günde kişi başı 80 litre, Türkiye'de ise kişi başı 190 litre” verisi sunuyordu. Bunu ortalamaya, hatta altına çekmek yönetim problemidir.
İstanbul’da şebekeden kaynaklanan su kaçakları yüzde 30 civarındadır. Yani yüzde 5, hadi bilemediniz yüzde 10 tasarruf etmek için yırtındığımız suyun üçte biri, bize gelene kadar toprağa sızmaktadır. Bu engellenebilir. Nisan-Ekim aylarını kapsayan dönem için İstanbul barajlarına gelen toplam suyun ortalama olarak yüzde 22’si buharlaşmaya uğramaktadır. Bu engellenmese bile azaltılabilir. Su havzalarındaki yapılaşma ortadan kaldırılabilir. Bu engellenebilir mi, bilemedim.
Şebeke suyunun başlangıç noktası içilebilir durumda olmasına rağmen, evdeki musluktan akan su aynı kalitede olmamaktadır. Bu dağıtım hattından ve borulardan kaynaklanmakta. Bu sorunun giderilmesi, her ne kadar özel su “üreticilerini” ortadan kaldıracak olsa da (!) musluktan su içme “devrim”ine yol açar, eskiden olduğu gibi. Bu arada not etmek gerekir ki az buçuk gelişmiş ülkelerin (İngiltere, Almanya, Polonya, Vatikan, Güney Kore, İsrail,..) tamamında musluktan su içilebiliyor.
Ve bir de “tasarruf” sözcüğünü lügatten çıkarmak var. Gereksiz yere su kullanmasak, “tasarruf” sözcüğüne ihtiyaç duyar mıydık?
Ve gelelim bam teline!
Haksızlık etmemek lazım, önerinin asıl sahibi Fatih Altaylı. Yazısında gizlemiş/saklamış hatta “dönemsel” sınırlar koymuş olsa da gerçek/kalıcı/yapısal öneri ona ait. Ne diyordu Altaylı? “… ve yüksek tüketime dönemsel olarak ‘çok yüksek fiyat’ uygulamasına geçilmeli”. (Niye dönemsel? Neyse.)
İşte gerçek çözüm budur! İhtiyacından daha fazla tüketene yaptırım uygulamak (kapitalizm koşullarında yaşadığımıza göre para konuşur:). Çok tüketiyorsan fiyatını ödeyeceksin, hatta Altaylı’nın dediği gibi “çok fiyat ödeyeceksin”.
Yani işe gidip gelirken birer saatten iki saat onlarca insanın ter kokusuna maruz kalmış, onlara kendi terinin kokusunu maruz bırakmış bir emekçi, eve gelip “kovanın içinde” duş alıyorsa ve birileri, klimalı Mercedes'inde iş yerine ya da iş yemeğine gidip sonra da gelip havuzunda “serinliyorsa”, o suyun, bırak aynı fiyatını, iki katını bile değil 50, hatta 100 katını ödemek zorunda kalmalı!(3)
Ve elbette, insanca yaşam için gerekli olan su miktarı kesinlikle ücretlendirilmemeli…
Sonuç; Susuzluk, sadece ama sadece toplumsal çıkarı amaç edinen bir perspektifle, planlamayla ve uygulamayla çözülebilir bir sorundur.
Alın size, sosyalist olmak için bir “su’dan” bahane daha…
NOTLAR:
(1) Bulaşık ya da çamaşır makineniz yoksa bu da sizin suçunuz.
(2) “Teyemmüm, su bulunmadığında ya da var olan suyu kullanma imkânı olmadığında abdestsizlik veya cünüplük gibi hükmî kirliliği gidermek amacıyla temiz toprak ya da toprak cinsinden bir şeye sürülen ellerle yüz ve iki kolun mesh edilmesi şeklinde yapılan hükmî temizlik (abtest) demektir.” Din İşleri Yüksek Kurulu
(3) Bizim ülkemizde 420 bin havuz varmış, 2016’da.[8] (2023 verisine ulaşamadım). Ve her yıl en az 10 bin havuz yapılıyormuş (2023’te artmıştır elbette). Her şeyin vergisi var da neden havuz vergisi yok? (Bir de pırlantanın?)