Cumhuriyetin nüfus politikaları üzerinde çalışan akademisyen
Fuat Dündar, Kürtlerin aşırı üremesi tezinin cumhuriyetin
başlangıcına kadar götürülebileceğini söyler ve ekler:
“Bu tartışma tarihsel izleği boyunca farklı boyutlarda ve
içerikte görünür olmuştu. 1930’lu yıllarda, ‘Kürt nüfus artış hızı’
bir ‘derin devlet’ sorunu olarak kodlanır ve daha çok ‘derin devlet
söyleminin’ bir parçası iken, 1960’lı yıllarda Türkiye’nin doğum
kontrol politikasını resmî olarak hayata geçirmesiyle birlikte
‘görünür devlet söylemi’nin bir parçası haline gelecektir. Kürt
sorunu artık sadece devletin bir sorunu olmaktan çıkıp Türklerin de
yüzleşmek zorunda kaldıkları bir sorunu haline geldiği 1990’lı
yıllarda, “Kürt nüfus artışı ’Milli Güvenlik Kurulu’nun da
gündemine gelecektir.” (Fuat Dündar’ın şu makalesinden: Abidin
Özmen’in ‘Siyah Raporu’ Vesilesiyle ‘Kürt Nüfusu Artışı Sorunu’,
Toplumsal Tarih, sayı 226, Ekim 2012)
Fuat Dündar bu çok kısa, yalın ve etkileyici makalesinde, 1936
tarihli, Abidin Özmen’in elinden çıkma ‘siyah raporu’ mercek altına
alır. Rapor, Kürtlerle ilgili kararlara dayanak oluşturan neredeyse
tüm çalışmalar gibi gizlidir; hepsi gibi bir gerçeği öğrenmeyi
değil, bir hedefin temini için icatlar yapmayı hedefler ve yine tüm
çalışmalar gibi fobiktir.
Hazırlandığı yıl Başvekil İsmet İnönü’nün benimsediği raporu
1990’ların başında Uğur Mumcu alenileştirdi. Sonraki dönem,
meseleye fobik bakma ihtiyacına sahip tüm çevreler için
hazırlandığı gündeki gibi ilham verici oldu. Örneğin, “Türksolu”
çevresi, bu raporu sömürerek Kürt doğurganlığının “Türk bölgeleri
istila” stratejisinin bir parçası olduğunu öne sürdü. Kürtler,
tehlikeli, yayılmacı ruha sahip bir örgüt gibiydi, bir halk ya da
ulus olmaktan çok.
Her yer Kürt oldu 1: En
az 15 çocuk
Çare? O zaman da 90 sonrası da aynıydı: Asimilasyonu
hızlandırmayı, eğitim ve iskan politikalarını daha merkezi ve hızlı
biçimde hayata geçirilmesini istiyordu rapor. Özmen, 1927 ile 1935
yılları arasında Kürtlerin 250 bin arttığını, Türklerin ise sadece
20 bin artabildiğini öne sürer. Arada “Türklerin Kürtleşmesi” de
söz konusudur raportöre göre, öyle tehlikeli bir hal: Asimilasyon,
eğitim ve iskan çabaları nasıl oluyorsa artık, Kürtlerin
Türkleşmesi yerine Türklerin Kürtleşmesine yol açmıştır. Fuat
Dündar, Özmen’in hesabı hatalı bulur, çünkü Osmanlının son dönemi
ve cumhuriyetin ilk yıllarında yürütülen asimilasyon
politikalarının sonucu olarak “anadil” ile “konuşma dili” eşit
değildir; fakat Özmen bu verileri eşitmiş gibi değerlendirmiştir.
Yani elmayla armutu toplamıştır.
Dündar, kritik bir soru sorar:
“Peki neden böylesine bariz bir hata yapıldı ve daha sonraki
yıllarda sorgulanmadan kullanıldı ve yeniden üretildi? Abidin
Özmen, İsmet İnönü, Uğur Mumcu gibi önemli mevkilerde bulunmuş
‘aydın’lanmış şahıslar, neden Kürtlerin Türklerden 12 kat arttığına
yönelik verilerde bir anormallik fark etmediler?”
Cevaba giden yol zor değildir: İdeolojik ve politik saiklerle.
Konu Kürtler olunca elmayla armudu toplamak bir yöntem hatası
değil, yöntem gereğidir.
O dönem “çözüm” için hukuki (Tunceli Kanunu’nun tarihi 1935) ve
askeri hazırlıkları devam eden “Dersim meselesi hariç”, Kürtlerin
silahlı isyanları bastırılmış, ortada görünür bir tehdit
kalmamışken, “demografik tehdit” icat edilmiştir, çünkü asimilasyon
sorunu, devletin varlık sorunu olarak kabul edilmiştir. Bu günlerde
de söylendiği gibi, “beka” sorunu. Niye? “Asilime etmezsek asimile
oluruz.”
İcat edilen tehdidin mantığı basit: Yok olması gereken Kürtler
var kalmakla yetinmiyor, bir de “biz”den hızlı çoğalıyor. Bu
korkunun yaygınlaştırılması, her tür operasyonun meşru kılınması
için gerekli görülmüş anlaşıldığına göre. Resmi ve bilinçli bir
korku siyasetiyle karşı karşıyayız yani, bir
askeri-siyasi-toplumsal mühendislik gereği olarak üretilmiş bir
fobi.
İşin içinde “korku” varsa “terör”e gitmek kolaydır artık; yarın
devam edeceğim, 90'lardan bugüne doğru...