“Doğallığı bozulmuş her düşünce ve davranışta komik bir yan buluruz” - ‘Gülme’, Henry Bergson.
Allah uzun ömür versin, sanatçı Sertab Erener, geçtiğimiz günlerde Hürriyet’ten Ayşe Arman’a içini döktü. Hücreleri gençleştiren telomer tedavisi gördüğünü açıkladı: “Hedefim 100 yaşında da konser vermek” dedi, dersine hâkim biçimde detaylandırarak:
‘’Telomer, ayakkabı bağının ucundaki koruyucu lastik gibi bir şey. İşte o telomerler, doğduğumuz günden ölene kadar azalmaya başlıyor, yani kısalıyor. Telomer boylarının kısalmasını önleyen ‘telomeraz’ enzim genini buluyor. Bitkinin adı da ‘astragallus’. O bitkinin kökünden tedavi yapmaya başlıyor. Yani o ayakkabı bağının ucundaki koruyucu plastik uzayabiliyor. O uzadıkça da bizim ömrümüz uzuyor!” dedi.
Mevzu uzun ömür ve sağlıklı yaşam olunca, acaba ne diyor dipçik gibi hocamız derken, Prof. Dr. Canan Karatay bu tedaviye karşı çıktı.
Doğal ve yapay her türlü şekerden uzak durmanın, kimyasallardan, GDO'lu gıdalardan, gazlı içeceklerden, sigaradan uzak durmanın, telomerlerin zarar görmesini engellediğini ve ömrün ancak bu şekilde uzayacağını söyledi. Özetle, “ekmek yemeyin” anlamında:
“Dengeli beslenmek ömrü uzatır, telomer haplarıyla ömür uzatmak hikâye" dedi.
Çok meselede olduğu gibi, uzun yaşama konusunda da abarttığımızın resmini çizecek ‘Abidin’ bulmakta zorlanmayacağımızı biliyorum.
Hele hele; Norveçli olsun, İsveçli olsun, bilim insanları her yüz kişiden yüzünün de ölümlü olduğunu ispat üstüne ispat etmişken, dünyaya kazık çakma azmimiz gibi ‘abartmalarımıza’ daha yakından bakmak, mizahçının işi olsa gerek.
Bozulmuş bir şey var gülünç olan davranış ve düşüncede. Abartının gölgesindedir o. Abartının ‘saye’sinde. Komik olanı elde etmek mümkün ve bu, mizahçı için bir yol. Gerisi onun, yani komik olanı yazanın, çizenin ya da oynayanın matematiğine, gözlemine, yeteneğine kalmış.
Palyaçoyu düşününce netleşiyor abartının mantığı. Rengârenk kıyafet, kocaman ayakkabılar, pancar burun ve abartılı makyaj…
Hakeza, sayfiye yerinde takım elbisesiyle fink atan abimiz, şalvarının üzerine deri mont giyen ablamız, burnundaki nohut bene ilaveten hızma takan bacımız, üç tel saçını jöleleyen dayımız, ağarmış döşüne inat saçını, bıyığını zil siyaha boyayan kart horoz abimiz, üçüncü çeyrek ömründe duygularını yüzüne gömen botokslu teyzemiz gibi...
Reklamlardaki abartıyı bi nebze anlarım. Güzel ve bakımlı kadının kesesinden pay kapmak için ne taklalar atıyorlar. Reklamlar, “vay efendim, istenmeyen tüyünüzün biz de farkındayız, kıydık paraya, bilimi seferber ettik ama değdi!” demeye getirdikleri pazarlama cümleleriyle, abartının en caiz görülen mecralardır. Bu arada söz konusu istenmeyen tüyün alınmasından tarafım. Sevgi görmeden büyüdüğü için ilerde psikopat olma olasılığı çok büyük!
Dünyanın doğusuna gittikçe artıyor abartı. Bizim kırkayak dediğimiz böcüğe İranlılar ‘hezarpa’ yani ‘bin ayak’ diyor. Nasıl büyük karpuz yetiştirdiklerini anlatırken, “içinde kervanlar gezer de birbirine rastlamazlar” diye anlatanları vakidir. Bizim ‘bir koltuğa sığmayan iki karpuzumuzun’ sefilliğini düşün.
Komik olan için doğru kelime bu, uyumsuzluk. Çoğumuzun mitolojiye giriş olarak bildiği ‘bereket tanrısı’ heykelini hatırla. Bilmeyen, sapan zannedebilir. Ardından erkeğe has bir can sıkıntısı, bir kulluk tevazuu…
Şükür ki bereketin niceliksel bi şey olduğunu düşünenlerden değiliz. Fakat bazı gafiller hâlâ mevcut. İnternet esnafının bir kısım şuursuz erkeğimizin kafasını karıştırdığını bizzat biliyorum. İsim verip rencide etmeyeyim şimdi. Öyle ama! Herkes senin benim gibi Danimarka sineması izleyip caz mı dinliyor?
Neyse, abartmayayım...
Her yüz kişiden yüzü de ölümlü…