Gizli değil ki. Apaçık ortada. Önüne çıkanı köpük köpük suyunun içine çeken nehir bir ülke. Yeni değil üstelik.
Yazdıklarımın ‘yakınmak’la uzaktan yakından alakası yok. Başka bir eylemle haşır neşir olmayı tercih ediyorum: ‘kollamak’. Yaşadığımız yeri tarif ettiğimde kollamanın hayati yanı hepten ortaya çıkıyor.
Sevdiğin şeyleri, nefes aldıranları, var oluşunu anlamlı kılanları, eşitliği sağlayanları kolladın kolladın yoksa azgın akan, köpük köpük suyun içinde yitiriyorsun onları.
2013 yılında mahalledeki apartmanlardan birinde, asansörün aynasına bir not yapıştırmışlardı. Arkadaşımı ziyarete gittiğimde görmüştüm: “Türkiye’de bir şeyler oluyor, haberiniz var mı? Gazetelere, televizyonlara güvenmeyin, olaylardan haberdar olmak için internete bakın, gençlere sorun.” Neler olduğunu öğrenmenin yollarının/araçlarının mecburi değiştiğine işaret ediyordu bu cümle. Asansörün aynasında kaç gün ya da kaç saat kalabildi o not? Kim onu oradan söktü? Bunlar da kâğıttaki soru kadar önemli. Aradan yıllar geçti, Huzur Sokak’tan Perihan Sokak’a dönen köşenin başındaki apartmanda, giriş kattaki dairenin camına, koca bir kartonun üzerine düzgün bir el yazısıyla yazılıp yapıştırılmış bir not: “Hepimizin tedaviye ihtiyacı var.” Tespiti yapanın Huzur Sokak’ta oturması bir tesadüf elbette. Yine de yazı talimlerinin başındaki bir aceminin zıtlıkları kullanmayı yalnız kendinin akıl ettiğini sanmasına benziyor bu. Huzur Sokak’ın sonu bir klişeye çıkacak!
Notu yazan hepimiz adına konuşmuş. Hal böyle olunca, kastettiği tedavinin psikolojik mânâda olduğu hemen anlaşılıyor. Bu notu yazan, ben tespiti yaptım, vakit kaybetmeyin imkânı olan tedavi olsun mu diyor? Ya da özetle, hepimiz delirdik mi demek istiyor? Bana kalırsa camdaki not şu anlama geliyor: bizi delirttiler.
Aklım hemen bir Enis Batur denemesine sıçrıyor: “bıktık ulan”
Enis Batur, dükkân cephelerinin arasında kalabilmiş bir duvar kesitinde, ispirtolu kara kalemle, küçük harflerle yazılmış bir yazıyı okuyor: “bıktık ulan”
“Fiil birinci tekil şahıs çekilmiş olsaydı başka, şahsî bir bildiriyi ilettiğini düşünecektim; oysa birinci çoğul şahısı yeğlemiş ve okuyan herkesin içini dökmüş aslında: Önermeyi paylaşmayacak tek kul çıkar mı, sanmam.”
Bu notu yazanın herkesin içini döktüğüne dikkat çekiyor Batur. “Başkalarını bilemem: Geçiyordum gördüm, yanyana sıralanmış on harfi, geçip gidedurayım içim rahatladı – demek bana erişmiş.”
Cam kenarına dönersem… “Hepimizin tedaviye ihtiyacı var,” cümlesi de herkesin içine dair. Hem psikiyatr hem yazar Fatih Altınöz’ün o meşhur saptamasını gel de burada anma. “Tımarhanenin bir hastaneye değil bir memlekete verilmesi gereken bir isim olduğunu fark ettim,” der Altınöz. Her şey şimdi yerli yerinde…
Aklımın birdenbire Enis Batur’a sıçramasına gelirsem… Rastlantısal değil elbette. Yazıya başlarken ‘kollamak’ dediğime göre Enis Batur illa ki bu yazıda belirecekti. Bana sorarsanız, Enis Batur bahsi geçen fiilin en titiz gerçekleştiricisi. Tüm bu bıkmalar, delirtmeler, delirmeler olurken kollamayı asla elden bırakmayan bir yazar. Anlatıyor “Yumurtalarım” adlı denemesinde. “Dünya ve Ülke, artık üstümüzde, çökelek. Hızlı siyah bulutlar eksilmiyor tepemizden. Görmüyor, baskıyı hissetmiyor, yılmıyor muyum, oluyor bütün bunlar, ama tutunuyorum, ‘iş’ime kelepçeliyorum kendimi. Firar denilecektir, densin, ben koşullar yumuşak ya da sertmiş, hep böyle, davranageldim, yolumun başından ta buraya. (…) Tırnaklarımı, hafif, çıkarıyorum: ‘Öyle, yumurtalarımı kolluyorum.’ (…) evet onları herşeyden ve herkesten sakınmalıyım. Her zaman.”
İnsan kollayacak şeyi olduğu müddetçe pes etmeyecek belli ki… “Herkesin içini döken”lere yaptıkları hatırlatmalar ve rahatlatmalar için minnetle…