Âdeta “Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” deyimini doğrularcasına gerçekten de her milletten, her dinden ve her mezhepten insan yaşıyor Mersin’de. Bir zamanlar pasaportla girileceği hayal edilen Mersin’de güzellikler kadar terslikler de yok değil hani. Ne demek mi istiyorum? Hadi filmi biraz başa saralım...
Mersin, Tarsus’ta binlerce yıl önce yedi katlı yer altında yaşayan yılanlar varmış. “Maran” adı verilen bu yılanlar, akıllı, şefkatli; barış içinde yaşarmış. Maranların kraliçesine “Şahmaran” denirmiş. Şahmaran, genç ve güzel bir kadınmış. Şahmaran’ı gören ilk insan Cemşab’mış. Cemşab, geçimi için odun satan fakir bir ailenin oğluymuş. Bir gün Cemşab ve arkadaşları, bal dolu bir mağara keşfetmiş. Balı çıkarmak için Cemşab’ı aşağıya indiren arkadaşları paylarına daha çok bal düşmesi için onu orada bırakıp kaçmış. Cemşab mağarada bir delik görmüş ve buradan ışık sızdığını fark etmiş. Cebindeki bıçakla deliği büyütünce, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçe görmüş. Bu bahçede eşi benzeri olmayan çiçekler, havuz ve pek çok yılan varmış. Uzun yıllar burada yaşamış ve Şahmaran’ın güvenini kazanmış. Yıllar sonra, ailesini çok özlediğini söyleyip gitmek için yalvarmış. Bunun üzerine Şahmaran, kendisini salıvereceğini ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini istemiş. Şahmaran’a söz verip ailesine kavuşan Cemşab uzun yıllar verdiği sözde durmuş. Bir gün ülkenin padişahı hastalanmış. Ülkenin veziri hastalığın çaresinin Şahmaran’ın etini yemek olduğunu söylemiş ve her yere haber salınmış. Cemşab, kuyunun yerini söylemeye zorlanmış ve kuyunun yerini göstermiş. Şahmaran dışarı çıkarılmış. Şahmaran, Cemşab’a; “Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu vezire içir, etimi de padişaha yedir.” demiş. Böylece vezir ölmüş padişah da iyileşip Cemşab’ı veziri yapmış.
Efsaneye göre; hâlen yaşadığını sandıkları Şahmaran’ın öldürüldüğünü öğrenince yılanlar Tarsus’u bir gün istila edecektir. O yılanlar gelir mi bilmiyoruz ama Mersin’e gelmeyen yok gibi... Âdeta “Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” deyimini doğrularcasına gerçekten de her milletten, her dinden ve her mezhepten insan gelmiş Mersin’e. Sonuçta bu söz, “bir işin bilerek ters yapıldığını, yolunda yapılmadığını” da anlattığı için Mersin’de terslikler de yok değil hani. Ne demek mi istiyorum? Hadi filmi biraz başa saralım...
AMERİKA NERE, MERSİN NERE!
Mersin’de yapılan kazı ve araştırmalar, ilk yerleşim izlerinin Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağı’nda görüldüğünü ortaya koyuyor. Gözlükule Höyüğü ve Yumuktepe’deki kazı araştırmaları, ayrıca yörenin tarihte çok önemli bir merkez olduğunu gösteriyor. Çok mu eskiye gittim? Tamam, tamam, Arap akınları zamanına gelelim. Arap akınlarının başlamasıyla kent boşalıyor, neredeyse hiç kimse kalmıyor. Tekrar tarih sahnesine çıkışı ise 19. yüzyılı buluyor. Ama o zamanlar daha çok bir köy gibi düşünün Mersin’i; konargöçer bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Kapadokya bölgesinden gelen Rumlar da zamanla kent nüfusuna hâkim hâle geliyor. 1850’de kentte 5.250 Ortodoks Rum’a karşılık 1.600 Müslüman yaşadığı belirtiliyor. Ermeni nüfusu da yok saymamak lazım...
Kentin kaderinde asıl etkili olan olay, 1860’dan 1865’e kadar dört yıl süren Amerika İç Savaşı... “Amerika nere, Mersin nere!” dediğinizi duyar gibiyim. Hemen açıklayayım; iç savaşla birlikte dünyada pamuk kıtlığı baş gösterdi. Çukurova’nın pamuğunun Mersin üzerinden ihraç edilmesi, kenti liman ve ticaret merkezi hâline getirdi. Mersin’de gitgide nüfusu artan Levantenlerin şehrin bugünkü durumuna gelmesindeki önemini de unutmayalım.
'MERSİN’E PASAPORTLA GİRİLECEK!'
Her iç savaşta illa Mersin etkilenecek ya, bu kez de Suriye’den ciddi göç aldı. Ama gözünüzde, kendi yaşadığınız illerdeki gibi bir Suriyeli mevzusu canlanmasın. Suriyelilerin, bu kente yerleşimi daha sistematik oldu. Parası olan, kendi işletmesini kuran, kendi aralarında birlik sağlayan Suriyelilerin nüfusu, günümüzde yarım milyona yaklaşmış durumda. Bu arada Mersin’de Suriyeliler için İŞKUR tarafından açılan meslek edindirme kursunun bile olduğunu biliyor muydunuz?
Gelelim kendi topraklarımızdaki göç dalgasına... Geçmişe tekrar baktığımızda, iç göçün en büyük sebeplerinden biri de 1980’lerde Turgut Özal’ın “Mersin’de serbest bölge açacağım.” açıklamasıydı (Bu arada Türkiye’nin ilk gökdeleni de Mersin’de yapıldı). Öyle ki şöyle bir şehir efsanesi kulaktan kulağa yayılmaya başladı: “Serbest bölge açılınca Mersin’e pasaportla girilecek!” Bu söylenti, birçok insanın iştahını kabarttı. Zengini daha zengin, fakiri de karnını doyurabilmek için Mersin’e akın etti. Serbest bölge açıldı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Zamanla serbest bölge de özelleştirildi, gitti.
Türkiye’nin birçok bölgesinden yoğun göç dalgasıyla karşı karşıya kalırken başroldeki aktörlerden biri de Kürtlerdi. Nasıl ki Suriyeliler, kentte yarım milyon nüfusa sahipse Kürtler de aynı oranda bu topraklara yerleşti. Ciddi oranda Kürt ve Laz burjuvazisinin bulunduğu Mersin hakkında “Güneydoğu’nun incisi” gibi espriler olduğunu da söylemeden geçmeyeyim.
'GÜZELLİĞİN VE BEREKETİN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ'
Son sayıma göre iki milyona yakın insanın kayıtlı olduğu Mersin’in yaşadığı nüfus artış oranları, bölge ve Türkiye nüfus artış ortalamasının üzerinde... Hâlihazırda Akkuyu Nükleer Santrali’yle ciddi bir Rus nüfusuna sahip olan kentin yaşadığı bir göç dalgası da malûm savaştan dolayı Ukrayna’dan... Bitti mi, bitmedi. Bütün bölgenin etkilendiği 2023 Maraş depreminden sonra da Mersin’in son misafirleri deprem bölgesinden geldi. Yine yarım milyon depremzede göçünden söz ediliyor. Bakın beş-on bin değil, her gelen yarım milyon olarak gelmiş bu kente. Hem de bu göçe rağmen afet bölgesi ilan edilmeden...
Elbette bu göçlerin etkisi, Mersin’de fazlasıyla hissediliyor. Öncelikle “Her grubun bir şekilde siyasi gücü var. Bu göçler, kentin siyasi ve sosyal yapısını da şekillendirmiş.” desek yalan olmaz. Uzun yıllar her dinden, her mezhepten, her milletten insanın etkileşim içinde yaşadığı, ölünce de mezarlarının yan yana olduğu bu kent, son günlerde sıkıntılı günler yaşıyor. Halkı “Güzelliğin ve bereketin bedelini ödüyoruz.” diyor. Hastanede randevu bulamamaktan, okullarda sınıfların kalabalığından, trafik keşmekeşinden, çevre kirliliğinden herkes şikâyetçi... Eskiden Mersin’i çekici kılan diğer illere göre daha ekonomik ve iş fırsatlarının daha çok olmasıyken bu da tersine dönmüş durumda. Türkiye’nin en büyük limanlarından birine sahip olmasına ve sanayisine rağmen işsizlik artmış, kiralar başta olmak üzere ekonomik sıkıntılar iyice baş göstermeye başlamış. Narenciye tarlaları, yerini çarpık yapılaşmaya bırakmış. Halk biraz da devlet tarafından üvey evlat olarak görülmekten şikâyetçi... Vaat edilen havalimanının bir türlü yapılmaması örnek gösterilebilir ya da devlet tarafından Mersin’de yapılacağı açıklanan yatırımların başka illere kaydırılması... Bütün bunlar yıldırmak yerine Mersin’in “muhalif kent” olmasını desteklemeye devam ediyor.
KONCA, BERGEN, ÖZGECAN
“Muhalif” deyince Konca Kuriş aklıma geldi. Hizbullah tarafından öldürülen, Mersinli, Müslüman ve feminist yazar Konca Kuriş, Mersin Şehir Mezarlığı’nda yatıyor. “Acıların kadını” Bergen ve tecavüze direnince öldürülen Özgecan Aslan da aynı mezarlıkta... Aralarında çok az mesafe var. Mersin de kadına şiddetin yoğun yaşandığı illerden biri ancak ilde bilinçli bir kadın hakları mücadelesinin varlığı, Mersin’i diğer kentlerden ayıran bir özellik...
ADANA-MERSİN, TOKADIMI YERSİN
1924 yılında il yapılan Mersin, 1933 yılında da merkezi Silifke olan İçel’le birleştirilerek, “İçel” adını aldı. 1993’te büyükşehir unvanı kazandı. 28 Haziran 2002’de ilin İçel olan adı, Mersin olarak değiştirildi. Böylece “Adı İçel mi, Mersin mi?” tartışmaları son buldu.
Mersin’in komşuları Adana, Niğde, Konya, Karaman ve Antalya... Akdeniz sahil şeridi tam tamına 321 kilometre... Komşu illerin merkezleriyle de ciddi bir mesafe var. Antalya’dan 487 ve Konya’dan 348 kilometre uzaklıkta... Adana’ya ise altmış dokuz kilometre uzaklıkta olması nedeniyle insanlar genelde Adana’daki havalimanından Mersin’e ulaşmayı daha mantıklı buluyor. Kendimi durduramayacağım ve “Adana Mersin, tokadımı yersin” esprisini yapacağım. Şimdi var mı bilmiyorum ama 1990’lı yıllarda arkadaşın tarafından sana “şaka” tokadı atılmadan önce hızlı bir “uyarı” niteliğindeydi bu tekerlemsi söz.
Aklıma bir de “Evlerinin önün mersin...” türküsü pelesenk oldu ama bunun il olan Mersin’le hiç alakası olmadığını söyleyeyim size. Isparta yöresine aitmiş bu türkü ve bahsedilen mersin de bitki olanı... Bir de “mersin” diye bir balık olduğunu da ekleyeyim tam olsun. Bu tipi tuhaf balığın havyarı meşhurmuş ama bırakın tadını bilmeyi, havyar olan masaya bile oturmadım bugüne kadar!
O ESKİ SAHİLDEN ESER YOK ŞİMDİ
Hani bazı küçük illerde açılması medeniyet ölçüsü gibi gösterilen alışveriş merkezleri (AVM) var ya Mersin’de bunların bolluğu yaşanıyor. Yıl boyunca Gazimağusa’ya düzenli feribot seferlerinin yapıldığı Mersin, sahilin neredeyse tamamını kapsayan Adnan Menderes Bulvarı’na göre şekillenmiş bir kent... Mersin’de her sokak denize çıkıyor desek abartı olmaz. Merkezin sahil şeridi denize girmek için değil ama yiyeceğinizi ve içeceğinizi alıp arkadaşlarınızla oturmak için keyifli bir yer... Gerçi eski topraklar, bu sahilin de eski hâlini; fuarların ve festivallerin yapıldığı, panayırların kurulduğu, ücretsiz konserlerin verildiği, lunaparkta çılgınlar gibi eğlendikleri günleri çok özlediklerini söylüyor. Portakal çiçeği kokuları arasında vakit geçirdikleri, Limandan Çamlıbel’deki balıkçı barınağına kadar olan Atatürk Parkı hâlen anılarında tazeliğini koruyor. E tabii sahil, eski sahil değil. Deprem bölgesi olmasına rağmen yapılan yüksek katlı binalar, sadece merkezin değil, tüm sahil şeridinin görüntüsünü berbat etmiş durumda. Beraberinde yıllar önceki gazinolu, çay bahçeli yazlıkçı günleri de çok uzakta kalmış.
Gerçi hakkını yemeyelim; sahildeki eski günler gibi olmasa da Mersin tam bir festival cenneti. İlk Devlet Opera ve Balesi’nin bulunduğu Mersin’de, iğne oyasından narenciyeye, off roaddan su sporlarına kadar aklınıza gelen her şeyin festivali yapılıyor. Ben buraya yazmaya yetiştiremem; o nedenle merak edenler araştırabilir. Buradan Mersin’in black metal grubu Morin Dagor’a da saygılarımı sunup Mersinlilerin “evet” yerine “heyye” dediğini de araya sıkıştırıp konuma devam edeyim.
Bak, Mersin’in en meşhur iki özelliğini yazmayı unuttum. Tantunisini ve sıcağını... Tantuni hakkında fazla söze gerek yok, insanın aşermesine sebep olan bir lezzet ama sıcakla ilgili birkaç laf etmek lazım. Tipik sıcak ve ılıman astropikal iklimin hâkim olduğu Mersin’de yaz ayları sıcak ve aşırı nemli geçiyor. İlin uzun yıllar sıcaklık ortalaması yirmi iki derece; bu özelliğiyle Türkiye’nin ve Avrupa’nın en sıcak kesimi... Doğal olarak her evin güneş paneli ve kliması var. Aradan yaşanan elektrik kesintileri, bu açıdan da düşününce Mersinlinin günlük yaşamını kâbusa çevirebiliyor. Şakacı şukacı insanlar boş durmamış, “Mersin’i özlerseniz yüzünüze saç kurutma makinesini tutun” diye bir söz türetmişler. Ekşi Sözlük’te gördüğüm bir söz daha var; telifi “mrzeus1912” isimli yazar ve abisine aitmiş: “Mersin’e sıcakken gideceksin; mesela şubatta...”
Sıcakları sorun etmeden gezinize devam ederken karşınıza “Kushimoto Sokağı” diye bir yer çıkarsa şaşırmayın zira Japonya’da değil, hâlâ Mersin’desiniz. Kafeleri ve eğlence mekânlarıyla eskiden daha çok ziyaret edilen bu sokak, Ertuğrul Fırkateyni’nin 1890’da Japonya’nın Kushimoto kenti yakınlarında batmasının ardından temelleri atılan Türkiye ile Japonya arasındaki dostluk ilişkilerinin somut örneği olarak hayata geçirilmiş. AVM’lerin açılmasıyla eski “piyasa”sı kalmamış. Gerçi Mersinli kime sorsanız, trafiğe kapatılsa eskisinden çok daha hareketli günler yaşayabilir bu sokak ama bu talep hiçbir zaman muhatap alınmamış.
'BİZ DE KALDIRMAK İSTEDİK AMA VİNCİ BİLE NAKAVT ETTİ'
Ha bir de sosyal medyada uzun yıllardır boks şampiyonu Sinan Şamil Sam’a ait olduğu öne sürülen bir heykel var ki ne tartışmalara konu oldu, haddi hesabı yok. 2013 Akdeniz Oyunları öncesi Mersin’e gelen Güney Koreli heykel sanatçısı Kim Won Geun tarafından karikatürize edilerek yapılan ve Sinan Şamil’le alakası olmayan heykel, kentte espri konusu olmaya devam ediyor. Olayı heykelin kaldırılmasına varan noktaya getirenlere bence en güzel yanıtı Mersin Büyükşehir Belediyesi vermiş: “Biz de kaldırmak istedik ama vinci bile nakavt etti. Sırf buna saygımızdan dokunmuyoruz artık.”
MERSİN, SALT DENİZ, KUM, GÜNEŞ DEĞİL
Şimdi bu kocaman şehrin tarihî ve doğal güzelliklerini sıralamak gibi zor bir işe soyunuyorum. Cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci camisi ve Hıristiyan dünyasının önemli merkezlerinin de bulunduğu Mersin’in salt deniz, kum, güneşten ibaret olmadığını anlatmak boynumun borcu... Gerçi böyle diyorum ama benim de Mersin’e ilk ve ikinci gidişim bu nimetlerinden faydalanmak içindi. İkisinde de canımdan çok ve babam gibi sevdiğim Ali Büyükyiğit, götürmüştü beni Mersin’e... Ama o yıllardaki tatil anlayışım, şimdiki gibi gezmek görmek değil, deniz kenarında “malak” gibi yatmaktı. Susanoğlu’nda kalırken resmen kolumdan sürükleyerek, gezmeye çıkarmıştı Ali abi beni. İyi ki de yapmış... Yoksa ne Mersin’in meşhur Kız Kalesi’ni ne Cennet-Cehennem’ini ne de Astım Mağarası’nı belki de hayatım boyunca göremeyecektim. Mersin’i Adana’dan başlayarak ilçe ilçe anlatmaya niyetli olduğum için bahsettiğim yerleri sırası gelince okuyacaksınız. Tekrar değinmeyeceğim için şimdiden belirteyim, Mersin’in yaylaları arasında en meşhurları; Gözne, Ayvagediği, Soğucak, Fındıkpınarı, Çamlıyayla, Namrun ve Sorgun...
TARSUS
Adana’dan şehre ilk giriş yaptığınızda ilk ilçe, hani “ölümsüzlük iksirine sahip”, “tabiplerin piri” Lokman Hekim’in de yaşadığının iddia edildiği Tarsus... Zaman zaman filmlere ve dizilere de ev sahipliği yapan tarihî Tarsus evleri, genelde kafe, restoran ya da butik otel olarak kullanılıyor.
Tarsus’un kendine ait bir müzesi bir de St. Paul Anıt Müzesi var. St. Paul Anıt Müze binası Ortodoks Arap-Rum Cemaati tarafından 1850 tarihinde yaptırılmış. Hâlen dinî ayinlere ev sahipliği yapıyor. St. Paul'un evi olarak kabul edilen yerin avlusundaki “St. Paul Kuyusu” da Hıristiyanlar tarafından kutsal sayılıyor.
Türk-İslam sanatının önde gelen eseri Tarsus Ulu Cami (1579), kilise temelli Tarsus Eski Camii (1102), Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının kapılarından Kleopatra Kapısı, günümüzden yaklaşık 9.000 yıl önce Neolitik Dönem’de kurulduğu anlaşılan Gözlükule Höyüğü, Danyal Peygamberin Makamı ve Yüzüğü, Kuran-ı Kerim’de sözü edilen Eshabı Kehf mağarası, Taşkuyu Mağarası, Tarsus Şelalesi, Nusrat Mayın Gemisi, Cumhuriyet Alanı ve Antik Cadde, Gülek Kalesi, Donuktaş, Sağlıklı Mahallesi Roma Yolu ve Kapısı, İbrahim Paşa Tabyaları, Justinianus (Baç) Köprüsü, Kırkkaşık Bedesteni, Tarsus’ta görebileceğiniz yerlerin başında geliyor.
ÇAMLIYAYLA-AKDENİZ
Çamlıyayla ve Mut, Mersin’in denize sınırı olmayan iki ilçesi... Çamlıyayla, Tarsus, Niğde, Konya, Toroslar arasında kalıyor. Külpet Dağı’nın eteğinde kurulan Çamlıyayla; Bolkar Dağları, yaylaları, kanyonları, mağaraları, fosil alanları, gölleri, nehirleri, ormanları ve yaban hayatıyla çok zengin bir coğrafya... İsim vermek gerekirse Namrun Kalesi, Kadıncık ve Cehennem Deresi kanyonları, Papazın Bahçesi ve Çinili Göl’e öncelik vermenizi tavsiye edebilirim.
Tekrar sahile inersek küçücük bir ilçe olan Akdeniz’de; Atatürk ve eşi Latife Hanım’ın konakladığı Mersin Atatürk Evi ve Müzesi’ni, Mustafa Erim tarafından restorasyonu ve teşhiri yapılan Kent Tarihi Müzesi’ni ve Mersin Güzel Sanatlar Galerisi’ni gezebilirsiniz.
TOROSLAR- YENİŞEHİR
Toroslar da neredeyse iç kesimde kalacakken usulca denize doğru sokulmuş ve kısa bir kıyı parçasını elde etmiş. Arkeoloji dünyasında ayrı önemi bulunan ve Neolitik Çağ’dan günümüze kadar kesintisiz yerleşim gören Yumuktepe, ilçe merkezine yaklaşık bir kilometre uzaklıkta.
Kazı buluntuları, Mersin Müzesi’nde sergileniyor. Bunun yanı sıra tam bir kale cumhuriyeti... Hebilli, Gözne, Sinap, Çandır (Paperon), Kızlar, Belenkeşlik, Asar (Hisar), Evciler ve Gediği (Manastır) kaleleri; bu ilçede bulunuyor.
Mersin Deniz Müzesi, Mersin Arkeoloji Müzesi, Emirler Örenyeri ve Kent Ormanı Müzesi, Hz. Miktad Cami ise Yenişehir’de...
MEZİTLİ
Gelişmiş ve modern bir ilçe olan Mezitli, aynı zamanda yılın yaklaşık 300 günü güneşli bir yer... Mersin’in nüfus olarak en hızlı büyüyen ilçesi... Öyle ki yaz aylarında nüfusu, Türkiye’nin birçok ilini geride bırakıyor.
Sütunlu cadde, höyük ve antik limandan oluşan Soli Pompeipolis; Kaleburnu (Cemilli), Kuzucubelen, Tece ve Fındıkpınarı kaleleri ile Gümüşkum (100. Yıl) Tabiat Parkı, Mezitli’de...
ERDEMLİ
Vaktiyle bir kral varmış. Çok sevdiği tek kızının geleceğini öğrenmek için bir falcıya danışmış. Kızının yılan tarafından sokularak öleceğini öğrenince, prenses için bu kaleyi yaptırmış. Böylece onun can güvencesini sağladığını zanneden kral, bir gün kızına bir sepet üzüm göndermiş. Ne var ki sepette gizlenen yılan kızı sokarak öldürmüş.
İstanbul’daki Kızkulesi için de anlatılan bu efsane, Tüm Mersin’in sembolü gibi görülen Kız Kalesi için de geçerli. Erdemli ilçesinin 600 metre açığındaki adacıkta bulunan ve 1199 yılında I. Leon tarafından yaptırılan kaleye yüzmek pek de zor değil. Üşeniyorsanız ya da yüzme bilmiyorsanız deniz bisikletleriyle de gidebilirsiniz.
Ayrıca Helenistik Kule’si, Aba’nın Mezarı, Üç Ayak Mezar Anıtı, kaya kabartmaları ve kiliseleriyle Antik Dönem’de Dağlık Kilikya sınırları içinde kalan Kanytella bugünkü adıyla Kanlı Divane Ören Yeri; Elaiussa-Sebaste ve Korykos Su İletim Sistemleri; Tapureli ve Emirzeli’yi (İmirzeli) ziyaret etmeyi ihmal etmeyin.
SİLİFKE
Son günlerde Konya’da oluşan obrukları haberlerde duymuşsunuzdur. Silifke’de doğal yollardan oluşan iki obruk var ki eşi benzerine az rastlanır: Cennet ve Cehennem.
Kız Kalesi’ne yedi kilometre uzaklıktaki bu iki obruk, eskisinden çok farlı görüntüye kavuşmuş. Cennet’e yapılan çelik konstrüksiyon asansör ve Cehennem’e yapılan seyir terası, “utanç abidesi” denildiği kadar var. Cennet’e normalde Roma zamanında yapılan 452 basamakla iniliyordu. Yolda ilk olarak Meryem Ana Kilisesi sizi karşılaşıyor. Yine Zeus Tapınağı da Cennet’te... Ardından 260 metre uzunluğundaki mağaraya ulaşıyorsunuz.
128 metre derinliğindeki Cehennem’e ise yürüyerek iniş mümkün değil. Yunan mitolojisine göre; Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir kavgada yendikten sonra onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiş.
Hemen yakınındaki Astım Mağarası, binlerce yılda oluşmuş sarkıt-dikit ve doğal bir mağara oluşumu... Havası astımlılara iyi geldiğine inanıldığı için bu isimle anılıyor. Çevresindeki ağaçlara bez bağlanıp dilekte bulunulduğundan için “Dilek Mağarası” olarak da geçiyor.
Silifke Müzesi, Silifke Atatürk Evi Müzesi, Silifke Kalesi, Silifke Taş Köprü (Roma Köprüsü), Amphora Müzesi, Narlıkuyu Mozaik Müzesi, Imbriogion (Demircili) isimli yapı, Olba Antik Kenti, Cambazlı Kilisesi, Aya Thekla Manastırı, Adamkayalar kabartmaları, Pityussa (Dana) Adası da Silifke’de... Yine kuş gözlemcileri için önemli bir yer olan Göksu Deltası, bu ilçenin sınırlarında yer alıyor.
MUT-GÜLNAR
Yine biraz kıyıdan uzaklaşalım ve sahili olmayan Mut ilçesine gelelim. En etkileyici yerlerden biri, yaklaşık 30 metre yükseklikten akan Yerköprü Şelalesi... Karacaoğlan heykeli ve anıt mezarı, Adrassus (Balabolu) Antik Kenti, Karaekşi Mesire Alanı, Mut Kalesi, Mavga Kalesi, Alahan Manastırı, Kilisetepe (Maltepe) Höyüğü, Dağpazarı (Kestel) Kilisesi, Alaoda Kilisesi (Mağarası), Mağaras Kilisesi, Al Oda Kaya Kilisesi, Balabolu Harabeleri (Adrasos), Laal (Lal Ağa) Paşa Camii, Dağ Camii, Kızıl Minare Camisi, Sartavul Hanları, Taş Han, Sinobiç Kalıntıları ile Söğütözü, Kıravga, Genceli, Esen, Beci, Hocenti, Kadı, Çömelek ve Yapıntı köprüleri derken Mut sürprizlerle dolu bir ilçe.
Gülnar ilçesinde ise görülebilecek en iyi yer olarak turkuaz renkli suyuyla Gezende Kanyonu’nu, bir de Meydancık Kalesi’ni önerebilirim. Ama bu ilçeden bahsederken Akkuyu Nükleer Santrali’ne değinmemek olmaz. Mersin’in cennet sayılabilecek koylarına sahip beldesinde dünyanın en büyük nükleer santral şantiyesinin olması çok acı... 29 Ekim 2024’te açılması planlanan santral, tüm Mersin’in ve çevre illerin korkulu rüyası durumunda ve tüm tepkilere rağmen devlet projeyi gerçekleştirmekte inat ediyor.
AYDINCIK-BOZYAZI-ANAMUR
Aydıncık’ta Kelenderis Antik Kenti ve Mozaiği, Aynalıgöl (Gilindire) Mağarası, Dört Ayak Anıt Mezarı saymak mümkün...
Bozyazı’da Yelbiz Kalesi, Softa Kalesi, Nagidos Örenyeri, Arsinoe (Maraş) Tepesi, Bozyazı Limanı ve Sini Çayı’nı gördükten sonra son durağa geliyoruz.
Caretta carettaların yuvası ve muz cenneti Anamur’un gezilecek yerleri ise Anemurium Antik Kenti, Titiopolis Ören Yeri, Mamure Kalesi ve Camii, AKCAMİ, Anamur Köşekbükü Mağarası ve Pullu Tabiat Parkı...
EVDE KALMIŞ ERKEKLERE NE OLDU?
Son olarak bir merakımı gidermek istiyorum. 2016 yılında Mersin Erdemli’deki Üzümlü Mahallesi’nde evlenecek kadın bulamayan gençler eylem yapmıştı. Hem kadın nüfusunun az olması hem de kadınlar şehirlerde yaşamayı isteyerek mahalleden göç ettikleri için evlenemediklerini belirten, kendilerini Evde Kalmış Erkekler (EKE) şeklinde değerlendiren gençler, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan yardım istemişti. Dövizler de ilginçti hani: “Mevzu derin ustam”, “Ne olursan ol yine de gel”, “Usta sözümüz söz en az 5 çocuk”... Sahi bu erkeklere ne oldu? Buldular mı evlenecek kadın?